Fahri Sarrafoğlu

Günümüzdeki gençlere baktığımızda olmayan dertlerini dert edinerek, intihar etme lüksüne sahipler… Şahsen bunu anlamakta zorlanıyorum. Hayat yaşanmaya değerse, bu kadar ucuz olmamalı. Eğer ders almak istiyorlarsa, yetiştirme yurtlarını veya terkedilmiş ihtiyarların yurtlarına baksınlar. Hayatın kıymetini oralara bakarak anlasınlar.

Sizi hep gazeteci yazar-çizer kimliğiyle tanıdık. Dilerseniz geçmişteki kimliğinizi okurlarımızla birlikte paylaşalım. Kısaca kimdir Demirhan Kadıoğlu?

1967’de Bakırköy Çocuk Yuvasına bırakılmışım. 1972’de Yakacık Yetiştirme Yurdu’na, 1979’da da Tokat Yetiştirme Yurdu’na… Özel hayatta yaşanan bir takım olumsuzluklar kuşku yok ki, bizi de etkiledi. Doğrusu geçmiş geçmişte kaldı diyorum. Ancak boşanan çiftler sonraki adımı da düşünmeli... Parçalanmış bir ailenin yuvaya bırakılmış bir bireyiyim. Uzun yıllar devletin kanatları altında büyüdük. Kim tarafından bırakıldığımı bilmeden senelerce hem yuvada hem de yetiştirme yurdunda diğer kader ortaklarımla büyüdük, hayatı tanıdık. İsmimizi dosya klasörlerinden öğrendik.

“Yetimhane” olarak bilinen yerlerde büyümek nasıl bir duygu? Bu günlerden o günlere baktığınızda sizin için neler değişti?

Bir insan olarak baktığımda değişen bir şey yok. Bir gazeteci olarak baktığımda mesleki açıdan çok şey değiştiğini görüyorum. Mesela Yetiştirme Yurtları 1980 öncesi Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı değildi. Hep dernek yardımları veya vali desteğiyle yürütülen kurumlardı. Ki, 80 öncesi bizim dönemimiz talihsizlerle doluydu. Bir ay çektiğimiz su sıkıntısı vardı ki, ne yıkanabiliyorduk, ne de üstümüzü temizleyebiliyorduk. Kışın kara lastiklerle okula gidiyorduk. Sonra iktidarların değişmesiyle birlikte yurtlarda da gözle görülür bir iyileşme baş gösterdi. Yıllar sonra aynı yetiştirme yurdunu tekrar ziyaret ettiğimde gerçekten büyük atılımlar yapılmış olduğunu gözlemledim. Pırıl pırıl yatakhane, oyun salonları, bilgisayarlı özel odalar ve mis gibi yemekhane salonları… Kıyafetler yepyeni. Hatta geçenlerde konferans için gittiğim bir yetiştirme yurdunda o günler tekrar gözlerimin önüne geldi. Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu’nun hakkını yememek lazım. Bütün ihtiyaçlar temin ediliyor. Ancak bir detay var ki o hiç değişmemiş: Çocuklar hep aynı ürkeklik ve terkedilmiş olmanın hıncını üstünde taşıyorlar.

Yetiştirme Yurtlarında büyüyen biri olarak sizin hayata sarılmanız nasıl oldu? Yani sizde mi hınçla başladınız hayata?

Toplum hayatımıza baktığımızda kuşkusuz aile ortamında görünen bir takım huzursuzluklar olmuyor değil. Ancak kol kırılır yen içinde kalır mantığıyla bakıldığında aile içi problemler kendi dokusu içinde çözülebiliyor. Ancak yetiştirme yurdundaki olumsuzluklar sayılamayacak kadar çok. Ben hep bardağın dolu tarafını görmeyi tercih ettim. Genellikle yurt çocuklarının psikolojileri incelendiğinde ne verirseniz gayr-ı memnun bir tavır görülür. Bir konferanstan sonra bir genç yanıma gelerek kulağıma, “Abi sen de bizdenmişsin. Bizi bizden başka kimse anlamaz. Damdan düşenin halini damdan düşen bilir” diye fısıldadı. Yani “ondan” olmayanı kendine uzak görüyor. Öncelikle yurtlardaki bu çocukların kalplerini fethetmeliyiz. Yaşadıkları bu dünyada “itilmiş” görünmek istemiyorlar. Sosyal etkinlilerle becerileri geliştirilmeli.

Hayata sanatla tutundunuz diyebilir miyiz?

Resim, sanat, müzik veya spor dallarında her türlü marifetler desteklenmeli. Ben resim ve karikatür çizerek mizahi yönle hayata tutundum. Zaten hayatınızda hep iki seçenek vardır. Bu seçeneklerden hep “iyi” veya “doğru” hanesini tercih ederseniz bakış açınız hep “pozitif” olacak. Oldu da. Bu pozitivizmi inanç besler. İnanan insan itaat eder, kurallara uyar. İnancınız yoksa kaybınız büyük. İnancınız varsa, her şey var. Bütün kainat emrinizde. İnancım beni hep motive etti. Peygamberimizin küçük yetim çocuğun başını okşadığı kıssa her daim aklımda. O kadar hoşuma gider ki... Hani, bayram günü Efendimiz (a.s.v.) oynamakta olan bir grup çocuğun yanına uğrar… Kıyıda oturan yalnız bir çocuğun yanına yaklaşır. Halini sorar. Çocuk yetimdir, annesi ise bir başkasıyla evlidir. Bakacak kimsesi yoktur… Bu sebeple üzüntülü olduğunu bildirince, Kainatın Efendisi, “İster misin, Muhammed senin baban olsun, Ayşe anan ve Fatıma da kardeşin olsun?” buyurur ya… Bu kıssada kendimi görüyorum. Kainatın Efendisi “baba”mız, Hz. Aişe “annemiz,” Efendimizin kızı Hz. Fatıma da “kardeş”imiz… Bizim için bundan daha büyük mutluluk olabilir mi? Biz yetimler ne kadar sevinsek azdır.

Zamanın gençleri en ufak bir sıkıntıda hemen intihar etmeyi düşünebilecek kadar karamsar, tavsiyeniz nedir?

Bir kısım medya, özellikle tribünlere oynayan yazılı ve görsel basın Yetiştirme Yurtlarını hep “hüzün”hane olarak göstermeye çalışır, ajite eder. Sebebi, içindeki yaşamı bilmediğinden. Yetiştirme yurtları karamsar mekânlar değil, umut ve ümit yurdudur. Her çocuğun gözlerinde umut parlar. Karamsar olanlar yok değil, elbet var. Onlar ise içindeki boşluğu bir türlü dolduramadığındandır. Hak vermek lazım. Günümüzdeki gençlere baktığımızda olmayan dertlerini dert edinerek, intihar etme lüksüne sahipler… şahsen bunu anlamakta zorlanıyorum. Hayat yaşanmaya değerse, bu kadar ucuz olmamalı. Eğer ders almak istiyorlarsa, yetiştirme yurtlarını veya terkedilmiş ihtiyarların yurtlarına baksın. Hayatın kıymetini oralara bakarak anlasınlar.

Peki Yetiştirme Yurdu’nda sizi hayata tutan neydi?

Fırsat buldukça kitap okurdum. Önce romanlara merak saldım. Sonra tarihe… Daha sonra da arayış içinde olduğum dönemlerde manevi kitapları okudum. Çünkü bir boşluk vardı ve onun doldurulması gerekiyordu. Tamam arada bir namaz kılıyorduk. Teravih namazlarına gidip, insanlara bakarak namaz kılmasını öğrenmiş, yeri geldiğinde namaz dualarını ezberlemiştik. Ne zamanki Risale-i Nur’larla tanıştım, o zaman bu kainata boşuna gelmediğimizi, yaratılışımızın bir sebebi hikmeti olduğunu ve yaptığımız ibadetin bir anlamı olduğunu keşfettik. Aslında hayatta eksiklik diye bir şey yok. Yeter ki, siz isteyin Allah gönderiyor.

Neden karikatür? Bu merak nasıl başladı?

Çizgi benim dünyamda önemli bir yere sahip… 11 yaşımda üç ameliyat geçirdim. Göğsümde yumruk büyüklüğünde ur vardı. İkisi lokal anestezi… Üçüncüsü bayıltarak… Bu da aylarca hastane odalarında kalmak demek… Yatağa mahkûmdum ve bir şeyler çizme ihtiyacı hissediyordum. Sonunda çizgisiz defterler alarak karalamaya başladım. Resimler çizdim. Çizgi romanlar yaptım, hikâyeler yazdım. Amatörce… Kimi hastaların karikatürünü çiziyordum, kimi hasta ziyaretçilerinin… Yani hastalığım bir nimet oldu. Bol zaman olunca bol düşünme vakti buluyorsunuz. Düşüncenizi geliştiriyor, dahası kitap okuyorsunuz. Karikatür çizimlerinde mizah duygumuzu katarak hayata bakış açımızı eğlenceli hale getirmeye çalıştım.

Kimler size önayak oldu?

İlk karikatürlerimi Gırgır dergisine göndermiştim. Oğuz Aral’ın eleştirileri doğrultusunda çizgime çeki/düzen verdim. Sonra Can Kardeş çocuk dergisinin açtığı karikatür yarışmasında üçüncü, bir sonraki yarışma çizgi-romanda ikinci gelmiştim. Bu benim hayatımı değiştiren unsurlardı. Devamlı karikatür göndererek, çizgi hayatına atılmış oldum. Daha sonra gelen teklif üzerine hem gazetede aktif olarak çalıştım, hem de dergide çizimlere başladım.

Çeşitli kanallarda masal programı, gazete ve internet sitelerinde köşe yazısı, onlarca masal kitabı ve karikatür çiziyorsunuz? Nereye kadar?

Sorunuzu anladım. Topluma anlatacak çok şeyim olduğunu düşünüyorum. Enerjimin yettiği kadar bir şeyler anlatacağım. İnsan bir kez hayata gelir. Hayatın provası yok. Yaşadığın müddet içinde yaşadıklarını tecrübelerini bir sonraki kuşağa aktarmalısınız. En iyi miras, şu gök kubbede hoş bir sada bırakmak değil midir?

Gençlere dönük mesajınız neler?

Gençlik hayatın en güzel ve tatlı meyvesi… Bu zamanda Allah’ı tanımak ve onun emirlerini yerine getirmek kâr üstüne kâr etmek kadar faziletli bir ticaret. Zor değil. Okuyarak cenneti size hiçbir din vaat etmez. Eğlencenin de bir yeri var. Ama hiçbir insan hayatı boyunca eğlenemez. Saf zihinlerini temiz enerjiyle doldursunlar. Kâinatı okusunlar ve bir gün yaşlanacaklarını düşünsünler. Bu dünyanın cazibesi bir illüzyondur. Geçicidir, baki değil. Tıpkı dünya hayatı gibi. Ebedi hayatlarını cazibedar fitnelerinden sakındırmalı ve korumalılar. Elindeki sanat ve zanaatla geçimini sağlamalı, ibadetlerle ebedi hayatını kurtarmalılar.


GENÇ'ın Yazısı.