Yunus Emre Tozal

Bayramlar en çok çocuklara yakışır. Eskiden yeni giysiler bayramlara denk getirilirdi, zaten sürekli yeni bir giysi alınamazdı. Heyecanla bayramlıklarımızı beklerdik. Geceden bayramlıklarımızı katlar, başucumuza koyar, bayram namazını beklemeye koyulurduk. Yeni olanlar bayrama özeldi. Yeninin kokusu ile gelirdi bayramın sevinci de. Ne mutlu bayramı bayram gibi karşılayanlara…

Süleyman kursun en çalışkan ama bir o kadar da en haşarı öğrencilerinden. Bir türlü vazgeçemediği futbol sevdasından ötürü çok ayakkabısını kullanamaz hale getirmiş, yetmeyince terliklerle de olsa maç yapmaya devam edince ayakları su toplamıştı. Ayaklarını gören hoca Süleyman’a kızmış, bir topun peşinde bu kadar koşmaması gerektiğini söylemişti söylemesine ama açıkçası çok da üstüne gidememişti. Çünkü Süleyman günü gününe ders veriyor, hafızlığından bir gün olsun ödün vermiyordu. Henüz ortalardaydı, artık yarım hafız sayılırdı, 11 ile gidiyordu, böyle giderse önümüzdeki yıl mezun olacak, Diyanet’in sınavlarına katılacak hafızlar arasında yer alacaktı.

Çantasını dolabından çıkardı ve annesinin zor günlerde kullanırsın diyerek cüzdanına yerleştirdiği paraları saymaya başladı. Bayram yaklaştığından, hocası otobüs biletinin alınması gerektiğini hatırlatmış, otobüsteki yerini aylar öncesinden ayırtmıştı. Geriye bileti almak kalmış, artık yavaş yavaş hazırlıklara başlaması gerektiğini düşünmüş ve bu yüzden biraz buruk bir sevinçle cüzdanını çıkarmıştı. Annesinin zor günlerde kullanması için cüzdanına yerleştirdiği paralarla otobüs bileti ancak alınabiliyordu. Memleketi Kahramanmaraş kurstan epey uzakta olduğu için gidiş gelişler uzun sürüyordu. Anlattığına göre Kahramanmaraş’a varmadan yolda iniyor, biraz yürüyerek köye ulaşıyordu.

Süleyman’ın bize söyleyemediği sadece yakın arkadaşları olarak bizim bildiğimiz bir endişesi vardı, ayakkabısızlık… Ramazanı bir şekilde atlatmış, mukabelelere giderken kursta kalan arkadaşların ayakkabılarını kullanmıştı. Futbolu bırakamıyor, öğle ve ikindi aralarındaki uzun teneffüslerde muhakkak sahada yerini alıyor ve müthiş hareketleriyle kendini izlettiriyordu. Ayakkabı dayanmıyor, önce altı açılıyor, japon yapıştırıcısıyla tutturulan taban bir müddet daha idare ederken bu sefer yanlar yırtılmaya başlıyordu.

Dört kardeşin en büyüğüydü Süleyman, babası kansere yakalanınca geçimleri zorlaşmış, ilkokuldan sonra annesinin hafızlık hayaliyle kursa gönderilmişti. Bu yüzden olsa gerek çok çalışıyor, sürekli babasına dua ediyor, her Perşembe gecesi yasin, tebareke ve amme surelerini okuyarak teheccüt namazına devam ediyordu. Ramazan ayı sonlarında bayrama yakın kursa gelecek hediyeler en büyük umuduydu. Hafızlık yapan öğrencilere hediyeler getiren Çubuk ilçesinin esnafı ve köylü, muhakkak bayram öncesi bizi sevindirmeye çalışır, ayakkabıdan giyeceğe çeşitli hediyelerle bizi sevindirirlerdi. Geçen sene bayram öncesi gelen ceketler dağıtıldığında bazı arkadaşlarımız ilk defa ceket giyecek olmanın verdiği heyecanla izin gününden bir önceki gece uyuyamamış, ceketlerini dolaplara büyük bir özenle yerleştirerek ertesi günü iple çekmişlerdi. O gece hepimiz büyük adamlar gibi giyinmiş, fotoğraflar çekmiş, sanki büyümüş de küçülmüştük.

Bayram yaklaştıkça Süleyman’ın endişesi artmıştı, köyüne güzel bir ayakkabıyla gitmenin hayalini kuruyordu. Yakın arkadaşları olarak bizler bunu onun hareketlerinden ve büyük bir ümitle beklediği hediyelerden anlamıştık. Çok da önemsememesi gerektiğini, bir şekilde hallolacağını söylesek de Süleyman’ı yaşadığı stresten kurtaramadık. Bu stresin altında meğer küçükken mahalle arkadaşları tarafından alay edilmek yatıyormuş. İlkokulda kız kardeşiyle birlikte giydikleri ayakkabıdan ötürü Süleyman, mahalle arkadaşları tarafından çok rencide edilmiş. Ayakkabıyı sabah kız kardeşi giyip okula gidiyor, eve gelirken öğlen yolda Süleyman’ın terlikleriyle değiştiriyorlar, öğleden sonra da Süleyman okula gidiyormuş. Başından geçen bu kötü hatırayı duyunca çok hüzünlendik. Elbette aradan birkaç yıl geçmiş, Süleyman biraz büyümüş, uzun zamandır görmediği mahalle arkadaşlarının yanına güzel bir ayakkabıyla gitmenin hayalini kurmuştu. Geçen sene bayram öncesi gelen ceketin altına parlak bir ayakkabı ne güzel giderdi!

Süleyman nasıl dua ettiyse, izin gününe üç gün kala kursun kapısına bir kamyonet yanaştı ve büyük torbalar bırakıp gitti. Hocaların anonsuyla hepimiz bahçede toplandık, sınıf sınıf ayrılarak sıraya geçtik. Hocalar isim isim çağırıyor, kaç numara ayakkabı giydiğimizi soruyor, numaraya göre bulup veriyorlardı. Ayakkabıların hemen hepsi kunduraydı, tam da ceketin altına giyilebilecek türdendi, birkaç tane de bot vardı. Biz sınıf olarak en önce Süleyman’ı yolladık hocaların yanına, istedik ki önce Süleyman alsın ve ona uygun bir ayakkabıyı bulunabilsin. Çünkü sonlara kaldıkça ayağa uygun ayakkabı kalmayabiliyordu. Bir görmeliydiniz Süleyman’ı, heyecanından yerinde duramıyor, gülüyor, içten içe seviniyordu! Dünya adeta onun olmuşçasına etrafına bakınıyordu. Bu ayakkabı, mahalle arkadaşlarının yanında giyilecek, konuşulacak, eski hatıraların üzerini kapatacaktı. Bayram ziyaretlerine bu ayakkabıyla gidilecek, ceket ve kundura ile bayram boyunca giyilecekti. Top oynanmazdı belki ama bayram için harika bir hediye olmuştu Süleyman için.

Süleyman’ın bize söyleyemediği sadece yakın arkadaşları olarak bizim bildiğimiz bir endişesi vardı, ayakkabısızlık… Ramazanı bir şekilde atlatmış, mukabelelere giderken kursta kalan arkadaşların ayakkabılarını kullanmıştı. Futbolu bırakamıyor, öğle ve ikindi aralarındaki uzun teneffüslerde muhakkak sahada yerini alıyor ve müthiş hareketleriyle kendini izlettiriyordu. Ayakkabı dayanmıyor, önce altı açılıyor, japon yapıştırıcısıyla tutturulan taban bir müddet daha idare ederken bu sefer yanlar yırtılmaya başlıyordu.

Süleyman içten içe kundura ayakkabısına sevinedursun, bizim ona yapacağımız sürprizi görse kim bilir ne yapacaktı! Süleyman’ın aslında futbol ayakkabısına ihtiyacını bildiğimizden, sınıfça aramızda para topladık ve aramızdan birini izin gününe 1 hafta kala Çubuk’un çarşısına göndererek Süleyman’ın hep hayalini kurduğu markalı bir spor ayakkabısı aldık. Süleyman’ın hayalleri adeta bize geçmişti, böylesine çalışkan bir arkadaşımız gülünç bir duruma düşmemeliydi… Süleyman kursta attığı gollere mahallesinde devam edebilsin, mümkünse arkadaşlarıyla bayramda top oynasın ki arkadaşları spor ayakkabılarını görebilsin… Böyle dua etmiştik hep birlikte… İzin günü öncesi gece kalkıp gizlice Süleyman’ın dolabını açtık, tüm eşyalarını koyduğu çantasını çıkardık. Çantanın en altına aldığımız spor ayakkabılarını ayrı ayrı yerleştirdik. Birinin içine kâğıda “Kursun en golcü forvetine…” yazıp koyduk. Üzerine de giysilerini özenle yerleştirdik ve aynı şekilde çantayı kapatıp dolaba geri koyduk.

Bayram sonrası kursa geldiğinde Süleyman’ı görmeliydiniz! Nasıl da sevinçliydi… Bayramda hem kundurasını giymiş hem mahalle maçında futbol ayakkabısını giyerek top oynamıştı. Annesi çok şaşırmış çantasını boşaltırken, ayakkabıyı Süleyman’ın aldığını zannetmiş. Süleyman’ın da şaşırdığını görünce gerçek ortaya çıkmış, çok duygulanmış. Bize bazlama yapmış göndermiş. Bayram dönüşü bazlamaları afiyetle yerken hepimiz Süleyman’ın neşesiyle neşelendik. Kime sorsa cevabı alamadı ayakkabıları kimin koyduğunu… En sonunda tüm sınıfın bildiğini anladı ve hepimizle kucaklaştı.

Yıllar geçtikçe o bayramı unutmadık, nasıl unutalım! Bayram da biraz da kardeş olmak değil miydi? Biz bayramı Süleyman’la yaşadık. Onun derdiyle dertlendik. Hayat akıp gidiyor, zaman bir saniye bile durmadan ilerliyor. Yaşam, acısıyla tatlısıyla yaşanırken yıllar geçiyor. Geriye hatırlananlar, gönüllere nakşolan hatıralar ve kalpten çıkmayan dostlar kalıyor. Bugün özlem duyduğumuz çocukluğumuzun o bayramlarını kaybediyoruz sanki… Çocukları bayram gününde daha az görüyoruz, aile ortamında yaşadığımız bayramlar artık sadece hatıralarımızda kaldı. O günlerde herkesin birbirine verecek bir şeyi vardı mutlaka: sevgisi, güler yüzü, hoşgörüsü, samimiyeti, neşesi, yeri geldiğinde kırgınlıklar da paylaşılırdı… Bizim için bayram demek, hep bir araya gelmek demekti. Bir araya gelinirse acılar paylaşılır, neşeler artar, sevinçler büyürdü.

Bayramlar en çok çocuklara yakışır. Eskiden yeni giysiler bayramlara denk getirilirdi, zaten sürekli yeni bir giysi alınamazdı. Heyecanla bayramlıklarımızı beklerdik. Geceden bayramlıklarımızı katlar, başucumuza koyar, bayram namazını beklemeye koyulurduk. Yeni olanlar bayrama özeldi. Yeninin kokusu ile gelirdi bayramın sevinci de. Ne mutlu bayramı bayram gibi karşılayanlara… Ne mutlu bayramı bayram gibi yaşayanlara… Ne mutlu sadece kendine değil öksüze, yetime, fakire fukaraya, garibe bayram sevinci yaşatanlara... Mutluluğu herkesin mutluluğunda arayanlara ve gelmeyene gidip, vermeyene verip, haksızlık edeni affedip kemale erenlere... Ne mutlu paylaşanlara, paylaştıranlara… Allah tüm hayatımızı ramazan gibi yaşamayı nasip etsin, ahiretimizi de bayram kılsın

. Can bula cananını, bayram o bayram ola

Kul bula sultanını, bayram o bayram ola

Hüzn-ü keder def ola, dilde hicâb ref ola

Cümle günah aff ola, bayram o bayram ola…

Erzurumlu İbrahim Hakkı


GENÇ'ın Yazısı.