S. Bilgehan Eren

Adam “Bir kırlangıç bir insanı sever mi hiç, olmaz öyle şey. Hem ben yalnızlığımla mutluyum” der. Kırlangıç ne kadar dil dökse, ne söylese nafile. Adam “istemiyorum” der, başka da bir şey demez ve kararından vazgeçmez. Göç mevsimi gelir ve kırlangıç göç eder. Bir süre sonra adam bunalıma girer. “Keşke kırlangıcın gitmesine izin vermeseydim, benimle arkadaşlık ederdi” diye düşünür. Pişman olur...

Öncelikle iki temel kavramı ele alarak başlamak istiyoruz. Günlük hayatımızda sıkça kullandığımız lâkin -birçok kavramda olduğu gibi- üzerinde yeterince düşünmediğimiz, ne olduğunu tam da bilmediğimiz iki sihirli kelime var; “ilişki” ve “iletişim”. Öyle ya; bir tarafta çağımız “iletişim çağı” olarak adlandırılırken, diğer tarafta insanoğlu ilişkilerinde en kırılgan, en tüketici, en kısır zamanlarını yaşıyor. Bu noktada, dumanla iletişim kuranların ilişkisi, görüntülü mesajlarla iletişim kuranlardan daha sağlıklıydı dersek, çok da mübalağa etmiş olmayız. Neticede iletişim araçlarının gelişmiş olması, kişiler arası iletişimin gelişmiş olması anlamına gelmediği gibi; ilişkilerinin de daha doğru, daha iyi, daha güzel olduğu anlamına gelmiyor.

Peki nedir “ilişki” ve “iletişim” arasındaki temel farklar, bizim için niçin önemlidir?.. “İlişki” kelimesine baktığımızda sözlükte karşımıza çıkan tanımlardan birkaçı şöyle: İki veya daha çok şey arasındaki karşılıklı bağımlılık ve etkileşimlerle kendini ortaya koyan bağlantı… Kişiler veya topluluklar arasında dostluk, iş vb. bakımlardan var olan karşılıklı bağ; münasebet, alâka... Kişiler arasında var olan ve onları birbirine yaklaştıran bağ… Bir ulaşım ve iletişim aracı ile kurulan bağ; bağlantı; temas… Karşı cinsler arasında kurulan cinsel ve duygusal bağ; münasebet; alâka…

İletişim ile ilgili yazılanlar ise öncelikli olarak şunlar:

Karşılıklı olarak iletmek işi… Duygu, düşünce ve isteklerin her türlü araç ile başkalarına iletilme işi; haberleşme; komünikasyon… Konuşma veya yazma ile bilgi veren ile dinleyici veya okuyucu arasında oluşan bilgi aktarımı… Haberleşme araçlarından yararlanılarak sağlanan bilgi alış verişi; haberleşme; komünikasyon… Kişiler arasında yakınlaşma ve anlaşma doğuran konuşma veya yakın diyalog…

Tüm bu tanımların yanında düşünmemiz gerekirse, örneğin dünyada “ilişki fakülteleri” yoktur ama “iletişim fakülteleri” vardır. “Kitle iletişimi” vardır ama “kitle ilişkisi” yoktur; bunun yerine “sosyal ilişki” vardır. Hepsinden önemlisi şu: İlişki dediğimiz şey daha statik ve durağan iken, iletişim dediğimiz şey dinamiktir. Zira ilişkinin özünde değişim-dönüşüm yoktur, olduğu gibi kabullenmek vardır. Oysa iletişim değişim üzerine kuruludur. Ve bir şeyin değişebilmesi için zihnî ve kalbî faaliyetlerinin olması gerekmektedir. İletişim için en büyük ihtiyaç tam anlamıyla canlılıktır. Oysa bir otomobil ile (transformers değilse) bir iletişimimiz yoktur, o bir ilişkidir. Bir iletişim aracı ile yaşadığımız şey de -örneğin TV- bizatihi bir iletişim değil, bir ilişkidir. Toparlayacak olursak; her ilişkide iletişime ihtiyaç duymayacak olsak da, insanın merkezde olduğu her alanda, gelişmeyi-değişmeyi-değiştirmeyi arzu ettiğimiz her yerde, az veya çok iletişime, hem de doğru iletişime ve hepsinden ama hepsinden önemlisi ise zamanında iletişime ihtiyacımız olduğudur.

“Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç”

İBB Şehir Tiyatrolarında sahnelenen “Geç Kalanlar”ı izledikten sonra, zihnimize tohum olarak ilk düşenler bunlardı. Zira oyun, bir kadın ve bir erkek arasında büyük bir sevgi ile başlayan ve evlilikle devam eden bir ilişkinin, iletişimsizlik yüzünden eksenini ve anlamını yitirerek ne feci boyutlara gelebileceğini, tiyatro sahnesinden suratımıza âdeta çarparcasına anlatmayı başarıyordu.

Kendisi de otuz yıldan fazladır devlet tiyatrolarında oyuncu olan Pervin Ünalp’ın yazdığı “Geç Kalanlar”, Nihat Alpteki’nin yönetmenliğinde ve oyuncularının alkışlanacak performansıyla seyirciyi bir taraftan güldürürken, diğer taraftan da ağlatmayı başaran bir oyun. Çağımızın benmerkezci tüketim kültürü, başlangıçta yiyecek-içecek gibi maddî şeyler ile başlamış olsa da; müntehasında dostluk, vefa, aile, evlilik, sadakat gibi her şeyi bir tüketim malzemesi hâline getirmiştir. Tüketim kültürü, insanın insanı tüketmesiyle bambaşka bir boyut kazanmıştır ki bu da en çok kadın-erkek arasındaki ilişkilerde kendini göstermektedir.

Çağın insanı her şeye geç kalmaktan muzdariptir. İşe geç kalmak, derse geç kalmak, randevuya geç kalmak… Ama asıl geç kalınanlar ve hayatımızda çoğu zaman köklü değişiklik meydana getirenler genellikle konuşmaya geç kalmak, sevmeye geç kalmak, affetmeye geç kalmak, özür dilemeye geç kalmak, kul olmaya geç kalmak, iletişim kurmaya geç kalmaktır. Bir nevi insan, insan olmaya geç kalır. “Geç” ve/veya “erken” kaydı ise elbette “zaman”la ilgilidir. Ve zaman, Allah’ın eşya ve hadiseler üzerine attığı bir ağdır. Onu tutmak, zaman geçirmek veya zaman öldürmek değil; zamanın kıymetini bilmek, zamanı kavramak ve zamanın icabını yerine getirmektir. Aksi durumda hayat dediğimiz sınırlı ömür, “keşke”lerle dolup taşar. “Keşke zamanında söyleseydim”, “keşke zamanında yapsaydım”, “keşke zamanında gitseydim”… Oysa unutmamak lâzımdır ki her “keşke”, geç kalınmış bir eylemdir.

Bir hikâye ile bitirelim:

Günün birinde bir kırlangıç, adamın birine âşık olur. Adamın penceresinin önünden hiç ayrılmaz. En sonunda ona açılır, “Ben seni çok sevdim” der. “İzin ver seninle kalayım, sen de benim gibi yalnızsın.”

Adam “Bir kırlangıç bir insanı sever mi hiç, olmaz öyle şey. Hem ben yalnızlığımla mutluyum” der. Kırlangıç ne kadar dil dökse, ne söylese nafile. Adam “istemiyorum” der, başka da bir şey demez ve kararından vazgeçmez. Göç mevsimi gelir ve kırlangıç göç eder. Bir süre sonra adam bunalıma girer. “Keşke kırlangıcın gitmesine izin vermeseydim, benimle arkadaşlık ederdi” diye düşünür. Pişman olur. Başlar kırlangıcın yolunu gözlemeye. Ama kırlangıç gelmez. Adam, bilge bir kişiye danışır, durumu anlatır. Bilge, adamı dinler ve sonunda şöyle der: “Bilmez misin, kırlangıçların ömrü altı aydır…” 

İmdi kırlangıçların ömrünün altı ay olup olmaması bir tarafa, insanoğlu için kaçırmaması gereken hakikat şudur; “dünya bir gündür, o da bugündür.”

Geç Kalanlar bizi anlatıyor. Geç kalmadan izleyin…


GENÇ'ın Yazısı.