Şeyh Tosun sadece tekke faaliyetleriyle yetinmemiş, ömrünün geri kalan kısmını Müslümanların dertleriyle dertlenmeye adamış. Bosna Hersek savaşında Bosna’ya el uzatmış, Sırp saldırılarının en yoğun günlerde orada bulunmuş. Kosova savaşında Arnavutların, Çeçen Rus savaşında Çeçenlerin, Bağdat’ın işgalinden sonra Iraklıların yardımına koşmuş, Amerika’dan topladığı hayırları bizzat ulaştırmış.

İsmini ilk kez Adem Ergül’den işittim Şeyh Tosun’un. Muzaffer Ozak, Beyazıt’ta sahaflık yapan bir Cerrahi şeyhidir. Cezbesi yüksek bir Allah adamıdır. Amerika’da yaşayan Tosun Bey, bir gün onun dergahına gelir. Şeyh Efendi’nin cazibesine kapılır ve kendini bulur. Bir müddet sonra, Şeyh Efendi onu Amerika’da irşadla görevlendirir. Tosun Bey, “Efendim orada tek başıma ne yaparım, bilmiyorum”, diyerek çekincesini dile getirir. Şeyh Efendi kendinden emin şunları söyler: “Evladım! Evini, sofranı ve gönlünü insanlara aç. Ondan sonra her şey kendiliğinden yoluna girecektir.”

Bu hikayeyi dinlediğimde, Tosun Bey ismi ve hakkında anlatılanlar bir efsane gibi gelmişti bana. Yaklaşık 15 yıl sonra bir kitapçıda, Amerika’da Bir Türk: Şeyh Tosun’un Hatıratı adlı kitabı gördüğümde zihnimdeki efsane canlanmış, ete kemiğe bürünmüştü. Bir süre sonra Tosun Bey’in vefat habe- rini duyunca, kitabı aldım ve okudum. Ellerimin arasında sıra dışı bir hayat, ilgi çekici bir hidayet öyküsü vardı. Şeyh Tosun’un Robert Kolej’den Amerika’da Cerrahi şeyhliğine uzanan hayat hikayesi gerçekten okumaya değerdi.

Gürbüz bir bebek olduğu için kendisine Tosun ismi konulan Tosun Bayraktaroğlu, Cumhuriyet elitlerinden bir ailenin çocuğu olarak 1926 yılında dünyaya gelir. Aile üstüne titremekte, iyi bir eğitim alması için her türlü çabayı sarf etmektedir. Bu amaçla, Robert Kolej’de okutulur. Tarih hocası, Ziyad Ebuzziya; Türk Edebiyatı hocası, Necip Fazıl’dır. Tosun da şiir yazar. Sevdikleri Nazım Hikmet, Orhan Veli’nin şiirleri. Necip Fazıl’ın ağdalı, milliyetçi şiirlerini sevmez. Ama hocasının meşrebini, onun saçı başı dağınık hâlini, konuşmasını, bohemliğini, yumuşaklığını, inceliğini, ruhaniyetini sever. Nitekim Tosun hocasıyla aynı kaderi yaşayacak, yıllar sonra onun gibi tasavvuf yoluyla hakikate yelken açacaktır. (Tosun Bekir Bayraktaroğlu, Amerika’da Bir Türk: Şeyh Tosun’un Hatıratı, s. 44, 45.)

1945 yılında Tosun koleji bitirir. Babası ve annesi, doktor olmasını isterler. Onun idealiyse şâir ya da ressam olmaktır. Tosun Türkiye’de yüksek tahsile başlar, sürdüremez. 19 yaşında Amerika’ya yolcu edilir, çok tutunamaz. Sonra Avrupa yılları başlar. İngiltere’de yüksek tahsiline devam eder. Ancak gözü ressamlık ve şâirlikte olan Tosun, sık sık Fransa’ya kaçar. Burada tam bir bohem hayatıdır yaşadığı. Burjuva-mistik tabir ettiği bir hayat felsefesini benimser. (s. 59, 60)

Fransa’da Çekoslovak bir hanımla evlenen Tosun, 1951 yılında Fas’ın Casablanka şehrine gider. Kayınpederinin nezaretinde ticaretle uğraşır, zengin olur. Fas’ın bağımsızlığı sürecinde yerli halkı destekleyecek faaliyetlerde bulunur. 1960 yılında Amerika’ya göçmek zorunda kalır. Amerika’da sanatla ilgilenir, meşhur bir ressam olur. Eksik bıraktığı yüksek tahsilini zoraki tamamlayıp, sanat tarihi profesörü olarak görev alır.

1974 yılında Tosun Bey annesinin vefatı dolayısıyla İstanbul’a gelir. Yaşadığı sarsıntı ve acı onu, 1968 yılında bir vesileyle tanıştığı Münevver Ayaşlı’yı arayıp bulmaya sevk eder. Münevver hanım onu alıp Karagümrük’teki Cerrahi tekkesine götürür.

Tosun Bey tekkede; dervişler toplanmış, hepsi beyaz takkeli, bekleşirler. Derken içeri iri yarı, yakışıklı, azametli biri girer. Herkes ayağa kalkar. Tosun da kalkar. Bazı kimseler gidip Efendi’nin elini öper. Ezan okunur, namaz kılınır, sofralar kurulur. Sonra halka-i zikre girilir. Def eşliğinde ilahiler söylenir. Gözler kapalı, yüzlerde insanların gündelik yüzünde hiç görünmeyen bir rahatlık bir refah… Sonra bütün dervişan cuşa gelir. Tosun sanki kalbinden bıçaklanır, neredeyse yüz üstü düşecek, gözlerinden yaşlar boşanır. Şeyh Efendi’ye ve bu adamlara aşık olur. Öyle bir imrenir ki, şimdiye kadar hiç kimseye böyle imrenmemiştir.

Tosun Bey, diğer haftayı iple çeker. Erkenden tekkeye gider. Şeyh gelir, namaza kalkılır, bu kez Tosun da kalkar, imama uyup ilk kez namaz kılar. O akşam Şeyh Efendi, diz dize oturduğu bir adamın başına o beyaz takkelerden birini koyar, dua eder, kucaklar. Tosun’un içinde bir imrenme bir imrenme... Biraz sonra Şeyh, Tosun’a ilk kez mütebessim bir yüzle nazar eder. O nazardan sonra Tosun’un ne meşhur ressamlığı ne profesörlüğü kalır, hepsi yıkılır gider. Ona ismiyle hitap edip yanına çağırır, beyaz takkeyi başına giydirir.

Sonra dini bilgiler öğretilir Tosun Bey’e. Namaz, oruç, zekat... Birlikte hacca gidilir. Şeyh Efendi’nin halifesi Safer Efendi tarafından yoğun bir irşad faaliyetine muhatap kılınır. Sonra kendisine Amerika’da irşad görevi verilir. Şöyle anlatır o günleri: “Evimizin yarısını dergaha tahsis ettik. İlk iki üç sene kendi elimizle yaptığımız yemekleri ikram ettik. Gelen bir iki siyahiye, kadınlara, bilhassa çocuklara sevgi ve saygı gösterdik. Beş oldu on beş, on beş oldu otuz. Şimdi, otuz küsur sene sonra Amerika’nın iki kıtasında, sekiz dergahta çoğu diğer dinlerden ihtida etmiş yüzlerce aile var elhamdülillah.” (s. 121, 122)

Şeyh Tosun sadece tekke faaliyetleriyle yetinmemiş, ömrünün geri kalan kısmını Müslümanların dertleriyle dertlenmeye adamış. Bosna Hersek savaşında Bosna’ya el uzatmış, Sırp saldırılarının en yoğun günlerde orada bulunmuş. Kosova savaşında Arnavutların, Çeçen Rus savaşında Çeçenlerin, Bağdat’ın işgalinden sonra Iraklıların yardımına koşmuş, Amerika’dan topladığı hayırları bizzat ulaştırmış.

Efendisinin sözüne uyarak, önce bilmenin, sonra bulmanın nihayet olmanın sırrına ve hazzına ermiş Tosun Bey şöyle der: “Efendim bize ‘Bil, bul, ol!’ derdi. Hepimiz bir şeyler arıyoruz, ama insan ne aradığını bilmez ise ne bulacak? Olmak istediğini aramalısın ki belki bulabilirsin.” (s. 137)

Bir mürşid-i kamilin, bir insanın hayatında ne denli değişikliğe vesile olabileceğinin izlerini bu hayat hikayesinde bütün çarpıcılığıyla görebiliyoruz. Yunus Emre diyor ya, Ariflerin nazarı toprağı cevher eyler / Arifler nazarında toprak olasım gelir, diye. Muzaffer Ozak Efendi’nin nazarları ve yüksek manevi enerjisi de Allah’ın izniyle bir insanın hidayetine ve İslam’ın hizmetine girmesine vesile olmuş. Her ikisine de Allah rahmet eylesin. Makamları âli olsun.


Mesut Kaya'ın Yazısı.