Yaşlı mabedin direkleri arasından yürüyorum. Kelimeler dökülüyor dans eden kızların eteklerinden, Buda’nın avucundan, tanrıçanın kolyesinden… Her sembolün bir hikâyesi var taşa oyulan geçmişte. Nehre inen basamaklarda turunculara sarınmış bir rahip iniyor önümden, iki bin yıldır olduğu gibi yine etekleri sürünüyor toprağa, açılan omzunu kapatıyor savurduğu örtüsüyle. Güneşten ısınan kayalar alev alev yakıyor çıplak ayaklarını.

V. George’un bu ülkeye ayak bastığı yerden Hindistan Kapısı’na son kez bakıp Mumbai’den yola çıkıyorum. Babam duymasın, dağlara oyulmuş tapınakları görmek için günübirlik Aurangabad’a uçacağım. Kafamın içinde genç, yaşlı, kızgın, tebessüm eden babam ne kadar lüzumsuz bir iş yaptığımı söyleyip yine kendini haklı çıkarmak için benimle mantık oyunları oynuyor. Sıkı sıkı sarılıyorum kocaman vücuduna. Susuyor.

Ve Kaplan Yol Gösterdi

Askere Yol uzun, yorucu ve sıcak ama sarp kayalıklar arasına saklanmış yirmi dokuz mabedi görünce yorgunluğumu unutup hikâyelerine kaptırıyorum kendimi. Zamanın içinde kayboluyor yerler, sonra yeniden keşfediliyor. Bir kaplan yol gösteriyor İngiliz askerine ve Budist rahiplerin Vindhya dağlarına oyduğu tapınaklar yüzyıllar sonra yeniden bulunuyor. Asker onuncu mabede girdiğinde gözü karanlığa alışana kadar avladığı hayvanlar gibi titreyip sırtından aşağı ter boşalırken, zafer duygusuyla İsa’dan iki yüzyıl önce yapılan dini resimler üstüne 28 Nisan 1819 John Smith imzasını attığında sadece duvara kazınan yüzler görüyor onu. Ajanda Mağaralarını birbirine bağlayan yol daha yapılmadığından John gerisin geri iniyor vadiye ve nehri geçerken ıslanan ayakları basamaklarda iz bırakıyor.

Buda Beyaz File Bindiğinde

Yedi yüzyıl boyunca basit aletlerle bazalt taşlar oyularak yapılan üç dine* ait tapınaklar, geçmişte rahipler için kervansaray, ibadethane ve ticaret yoluydu. Ormanlık bir vadiye açıldı kapıları. Duvarlara çizilen resimler Hint inanışlarının yansımasıydı ve beyaz file binen Buda kralları, arzu dolu cariyeleri, takla atan maymunu, çalgıcıları arkasında bırakıp aydınlanmaya doğru yürüdü. O saraydan ayrılırken kraliçenin gözyaşları düştü duvar boyalarına, rahibe dönüştü Siddhartha. Son tapınağın en karanlık köşesinde uyuyan Buda heykeli ölümü anlatırken beş bin sene sonra yeniden doğmak için yükselen ruhu, daha genç nakşedildi kayalara. Klasik Hint sanatının başlangıcıydı volkanik kayalara oyulan süslemeler. Ve marangozlar tanrıları yarattı.

Yaşlı mabedin direkleri arasından yürüyorum. Kelimeler dökülüyor dans eden kızların eteklerinden, Buda’nın avucundan, tanrıçanın kolyesinden… Her sembolün bir hikâyesi var taşa oyulan geçmişte. Nehre inen basamaklarda turunculara sarınmış bir rahip iniyor önümden, iki bin yıldır olduğu gibi yine etekleri sürünüyor toprağa, açılan omzunu kapatıyor savurduğu örtüsüyle. Güneşten ısınan kayalar alev alev yakıyor çıplak ayaklarını.

Keçi Bile Tırmanamaz Bu Kayalara

Ellora yerden yukarıya değil, granit bir yamaç oyularak yapıldı. Kocaman bir dağ zirveden derinliklere kat kat planlanarak şekillendi. Heykeller, basamaklar, sütun ve balkonlar sonradan eklenmedi aynı dağın parçasıydı, bir bütündü tapınak. Mağara mimarisi karanlık, taş şekillenip pencereye, sütuna, file, dans eden tanrılara dönüşürken altı bin sanatçı çalıştı dağın üstünde. Kailasa Tapınağı Borobudur ve Angkor Vat’tan yüzlerce yıl evvel kazındı yeryüzüne. Hindistan’ın içlerine gizlenen sihirli tapınak Şiva’nın eviydi ve duvarlarına mitolojinin efsanelerini sakladı. Dağların içine oyulmuş onlarca manastır ve tapınak vardı etrafında. Kiminin tepesinden şelale aktı kimi gizli geçitleri sakladı ama hiçbiri Kailasa kadar görkemli değildi.

Havaalanına giderken Daulatabad Kalesinin yanından geçiyorum. Bir zamanlar iç içe yedi duvarın koruduğu şehre hükmeden Güney ticaretinden kalan son iz bu kale. Güneş batıyor zamana yenik düşen duvarların üstünde. Evlerine dönen keçiler, bir kolye bile satamayan satıcı ve sabahtan beri koşturan çocuklar gibi ben de yorgunum. Sevdiğim uçak yolculuğu bile gözümde büyüyor. Pazardan aldığım castard apple*’ın aroması yayılıyor minibüse İstanbul’a götürebilmek için tek tek peçetelere sarıp itinayla yerleştiriyorum bir kutuya. Teker bir çukura daha düşüyor, bir motosiklet daha teğet geçiyor yanımızdan, kornalar hiç susmadan çalıyor, günlerdir kaza yapmadığımıza şaşıyorum.

*Hinduizm, Caynizm ve Budizm

*Tropik bir meyva


Hande Berra'ın Yazısı.