Yunus Emre Tozal

İnsanın vazifesi dünyayı güzelleştirmektir. Dünyaya en büyük müdahale yapılarla olduğuna göre mimarların görevi de dünyayı güzelleştirmektir. Amaçların berrak bir şekilde belirtildiği çağlar kayboldu, ahlaki amaçlar unutuldu. Bizden sonra yaşayacak insanların da dünya üzerinde hakkı var. Basit konfor ve menfaat meselelerimizle gelecek nesilleri bu haklardan mahrum ediyoruz. Esas takıldığımız fikrî ve manevi engeller. Turgut Cansever

Hicri 254-292 yılları arasında Mısır’ı yöneten Tolunoğulları Devleti’nin kurucusu Tolunoğlu Ahmed, bugün Mısır’da Yeşkur Dağı’nın kayalık bölgesinde inşa ettirmek istediği camiyi tarif ederken, “Mısır batsa da yansa da geriye kalacak bir cami yaptırmak istiyorum...” ifadelerini kullanmıştı. Çevresinde bulunanlar ise ona, “O halde ateşe dayanıklı alçı, kil ve pişmiş kerpiçten yaptır ve mermer sütunlar kullanma. Çünkü mermer ateşe dayanıksızdır” şeklinde karşılık vermişlerdi. Mısırlı tarihçi Makrizi’nin “El-Muvaiz ve’l İtibar bi Zikri’l Hutat ve’l Asar” adlı kitabında aktardığı bu sahnenin ardından cami, hicri 263 (miladi 877) yılına kadar planlara uygun olarak inşa edildi. Tolunoğlu Ahmed adını taşıyan cami, Amr bin el-As Cami ve El-Ezher Cami’nden sonra Mısır’daki üçüncü cami oldu. Yaklaşık 6.500 dönümlük bir alan üzerinde bulunan cami, bugün aynı zamanda ülkedeki en önemli ve en eski İslam miraslarından biri olarak sınıflandırılıyor. İslam mimarisinin eşsiz bir örneği olan cami, bugün bile turistleri ve ziyaretçileri bölgeye çekiyor. Mısır’ın en eski minaresi olması, bu İslami ve arkeolojik sit alanını önemli bir cazibe merkezi haline getiriyor.

Cami mimarisiyle ilgili anlattığım bu örnek gibi bugün İslam medeniyetinin hüküm sürdüğü coğrafyalarda benzer niyetlerle yapılan camiler halen varlığını sürdürüyor. Özellikle Selçuklular döneminde Anadolu’nun çeşitli illerinde yapılan Ulu Camiler, aynı zamanda Osmanlı’nın yaklaşık 600 yıllık bir tarihinde Anadolu’dan Balkanlara, Kuzey Afrika’dan Arabistan yarımadasına kadar yapılan camiler, İslam’ın bugünkü geçmişten gelen estetiğini, mimarisini ve sanat anlayışını ortaya koyuyor. Peki, bugün bizler, Mısır’daki Tolunoğlu Ahmed camisi gibi ya da Kırıkkale’de Selçuklu döneminde Şeyh Şami ve oğlu Şeyh Carullah tarafından 15. yüzyılda yaptırılan ve hala ayakta duran camiler gibi neden geleceğe kalıcı, bugünün sanat anlayışını ifade eden ve geçmişin bilgi birikiminden de faydalanan eserler inşa edemiyoruz?

Osmanlı döneminde inşa masrafları savaş ganimetleri ile karşılanan Selatin Camileri, bugün, özellikle klasik dönem olarak adlandırılan mimari dönemin en önemli yapıları olarak karşımıza çıkıyor. Selatin camilerin en önemli özelliği, yapılan bir savaşta alınan ganimete hürmeten inşa edilmeleri olmuştur. Bu duruma en güzel örneklerden biri 3. Murat’tır. Kendi döneminde gelir getiren büyük bir zafer olmadığı için İstanbul’da bir Selatin Cami inşa ettirmekten utanan 3.Murat, geleneğine bağlı olarak şehzadelik yıllarını geçirdiği Manisa’da bir şehzade cami inşa ettirmiştir. Yine Fatih’in İstanbul’da yaptırdığı Fatih Camii de, Osmanlı adına bu özellikleri taşıyan İstanbul’daki ilk camiydi. Selatin Camileri arasında en bilinen istisnası ise Sultanahmet Cami’dir. Sultan 1. Ahmet hazretleri döneminde her hangi ciddi bir zafer olmamasına, devletin dört bir yanında isyanlar patlak vermiş olmasına rağmen, İstanbul’un tam da göbeğine, Ayasofya’nın tam karşısına kocaman bir camii inşaatı başlatmıştır. Halkın sesini yükseltmesine rağmen, cami inşa ettirilmiştir. Kısacası Selatin Camiler, kendi dönemlerinin sanat anlayışlarını ortaya koyan ve medeniyet tarihimizde de yerleri olan, İslam estetiğini ifade eden ve aktaran yapılar olmuşlardır. Ele geçirilen ganimet, dönemin ruhunu ve sanat çizgisini geleceğe taşıyacak, İslam medeniyetine varlığıyla katkı sağlayacak, toplumları bir araya getirecek ve etrafında bir yerleşim yeri kurulabilecek en önemli birime yani camiye dönüştürülüyor. Yukarıdaki sorumuzun cevabı burada saklı olmasın? Bizler bugün, hem geçmişin bilgi birikimini keşfetmekten aciz kaldık hem de dönemimizi anlatacak ve İslam estetik sanatının geldiği noktayı ifade edebilecek bir mimari yapıyı inşa edebilmekten uzaklaştık. Ganimet deyince akla rant gelmesin! Osmanlı’da padişahın sefere çıkması, düşmanı yenmesi, bir zafer kazanması, bir ülke ya da kent fethetmesi bir ganimetti ve bu zaferden bir ganimet elde etmesine bağlıydı. Günümüzde ganimeti rant olarak anlayan bizler, bırakın geçmişi okumayı ve anlamayı, İslam’ın ruh zenginliği, tevazuu ve sükunetini bugünkü sanat diliyle ifade edemez duruma düştük. İslam estetiğinin geldiği noktayı bir adım ileriye götürebilmekten, estetikten, sanattan ve kültürel iktidardan uzaklaştık.

Camilerin Yeri ve Toplumdaki Rolü

Bugün, sanat tarihimizde varlığıyla vücut bulan camileri incelediğimizde, camilerin hep bir külliyenin parçası olarak yapıldığını görürüz. Külliyelerin içinde hanlar, hamamlar, aşevleri, medrese, imarethaneler, çeşmeler, muvakkithaneler vardır. Ama asıl iş, cami ve külliye inşasından sonra başlardı. Camilerin dört köşesine dört mahalle kurulur ve her mahalleye bir mezhep mensubu yerleştirilirdi ki mezhepler yaşasın, münazara ve fikir alışverişleri yapılsın, eleştirel akla zemin hazırlansın, rasyonel düşünce mekânla ortaya çıksın. O yüzden camiler ve camilerin bulunduğu külliyeler, toplumun adeta hem eğitimle gelişme kaydettiği, hem manevi ihtiyaçlarını temin ettiği hem de yaralarını sardığı, sosyalleştiği, yemek yemekten bir araya gelmeye, dinlenmekten ders çalışmaya insani ihtiyaçlarını giderdiği toplumun kurucu mekânlarıdır. Şehirler, camilere göre planlanır, şehirde her ana yol camiye çıkar. Çünkü cami, kelime kökü itibariyle cem eder, birleştirir, bir araya getirir.

Camiler, kâinatın ve insanın bir noktadan yola çıkışını ve bir noktaya geri döneceğini anlatır her köşesinde. Çünkü asıl dünyanın içinde yaşadığımız dünya olmadığını ifade eden, tüm farklılıkların teke indirgendiği, katmanların parçalandığı, parçalarınsa bütünleştiği mekânlardır. İnsan ölçülerinden göğün ölçülerine muhteşem bir geçişin olduğu, dolayısıyla değişimin, gelişimin, olgunlaşmanın, huzurun ve bilincin merkezleridir. Camilerin toplumdaki dönüştürücü fonksiyonlarını, sosyal, kültürel ve yerel özelliklerini bugün kaybettiğimiz için hem cami mimarisinden, hem de şehir ve toplum medeniyetinden uzaklaştık. Bugün mahallemizi, sokağımızı bir araya getirecek, ayrıştırmayacak, toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilecek, zıt görüşleri bünyesinde birleştirebilecek bir cami mimarisine ihtiyacımız var. Camiyi yapabilirsek mahalleyi yeniden kurabiliriz. Mahalleyi oluşturabilirsek şehri ve toplumu inşa edebiliriz.


GENÇ'ın Yazısı.