Hâlık’ın şefkat nazarıyla mahlûkâta bakış tarzı kazanan kâmil mü’minler; açan çiçeklerin, öten kuşların, meyveli ağaçların hikmetinde derinleşerek çiçekler gibi ince ruhlu ve nâzik; meyveli ağaçlar gibi cömert ve ikram sahibi olurlar.

Önceki Sayıdan Devam…

3. RAHMETİN DİLE YANSIMASI

Mü’minin dili, rahmet dili olacak. Gönülleri ihyâ edecek. Onları aslâ incitmeyecek. Hiçbir zaman gönüllere diken batırmayacak.

Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:

قَوْلًا كَرِيماً, yani ikramkâr ve iltifatkâr söz söyle!1

قَوْلًا مَيْسُوراً, yani gönül alıcı, rûhu dinlendirici, tesellî edici bir söz söyle!2

قَوْلًا مَعْرُوفاً, yani güzel söz ve tatlı dille konuş!3

Yine; قَوْلًا مَعْرُوفاً, yani yerinde ve uygun bir söz söyle!4

قَوْلًا لَيِّناً, yani yumuşak söz söyle! Bir zâlime karşı bile yumuşak konuşacaksın.5

Mü’minin, nâzik ve latîf bir dili olacak. Bir rahmet insanı, aslâ kaba olmayacak. Zira;

“Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” (Lokman, 19)

Mü’minin; incitici ve ezâ verici değil, gönle şifâ verip hâli ıslâh edici bir dili olacak.

Ebu’l-Hasan Harakānî Hazretleri der ki:

“Bir din kardeşini incitmeden sabahtan akşama çıkan bir mü’min, o gün akşama kadar Rasûlullah Efendimiz ile beraber yaşamış gibidir. Eğer bir mü’mini incitirse Allah Teâlâ onun o günkü ibadetini kabul etmez.”

Mevlânâ Hazretleri de:

“Tatlı suyun başı kalabalık olur.” buyuruyor. Eğer tatlı su gibi olursak, o zaman bir rahmet insanı olmuş oluruz.

Yine rahmet insanının, imhâ eden değil, inşâ eden bir dili olacak. Yani fitne-fesat çıkaran değil, gönüllerde dostluk ve muhabbet köprüleri inşâ eden bir dili olacak. Münâkaşa çıkaran değil, sulh, selâmet ve ülfet oluşturan bir dili olacak.

Mü’min, münâkaşaya mahal vermemeli, münâkaşa ortamında da bulunmamalıdır. Zira âyet-i kerîmede buyrulur:

“Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara lâf attığında (incitmeksizin) «Selâm!» derler (geçerler).” (el-Furkân, 63)

4. RAHMETİN GÖZE YANSIMASI

Mü’min, hiç kimseyi hor görmeyecek, hiç kimseye tepeden bakmayacak. Haset dolu, ihtiras dolu bir bakışı olmayacak.

Her insanın nazarı, kalbinin keyfiyetine göre tecellî eder. Bu sebeple merhametle yoğrulan bir kalbin nazarı, baktığı kimse için rahmet olur. Evliyâullâhın nazarı gibi…

Gönlü haset hastalığına tutulmuş muhteris bir kimsenin nazarı ise, karşısındaki insanı da hasta eder.

Rahmet insanının bakışları da şefkat ve merhamet dolu olacak. Müsbet nazarla pozitif enerji yükleyecek. Yani nazarı dahî ihyâ edecek.

5. RAHMETİN ELE YANSIMASI

Rahmet insanının eli, devamlı infak hâlindedir. Bu el; yetimin başını okşayan, yoksulun ihtiyacını gideren, garibin yüzünü güldüren bir eldir.

Bu elden kimseye zarar gelmez. Aksine, bütün mahlûkat ondan fayda görür.

Yine bu el; harama asla uzanmayan, israftan kaçınan, helâli de kendine biriktirmeyen, yani infâk ederek âhiret sermayesi hazırlayabilen bir eldir. Yoldan eziyet verici şeyleri kaldıran, yardım eden, musâfaha eden, hiçbir hayırdan yorulmayan bir eldir.

6. RAHMETİN MAKAM MEVKÎYE YANSIMASI

Rahmet insanı, insanlara karşı muâmelesinde onların makam-mevkî ve statüsüne göre değil, hâline göre davranır. Şayet kendisi yüksek bir makam-mevkîde bulunuyorsa; onun yanı, zenginler kadar fakir ve muhtaçların da hiç çekinmeden hâlini arz etmek için girebileceği bir makam olur.

Zira rahmet insanı, bulunduğu makâmı kibirlenmek için değil, adâlet, hizmet ve merhamet tevzî etmek için bir nîmet bilir.

Hazret-i Ebû Bekir t halife olmadan önce çevresindeki yetim kızların koyunlarını sağıverir, ihtiyaçlarını cömertçe karşılardı. Halife olduktan sonra da bu hizmetlerine devam etti.6

Hazret-i Yusuf u devlet hazinesine hükmederken, geldiği makama rahmeti yansıtabilmek için, aç olarak erzak dağıtırdı. Açların hâlini anlayabilmek için riyâzat yapardı. Nitekim kendisine zulmeden kardeşleri geldiğinde, onlara dahî acıdı; intikam almak yerine af ve kerem ile muâmele etti.

7. RAHMETİN MALA YANSIMASI

Paylaşmak, cömertlik, infâk etmek, bir mü’minin tabiat-ı asliyesi olacak.

Mü’min, mülkün gerçek sahibinin Cenâb-ı Hak olduğunu bilecek. Mülkü, geçici bir süreliğine kendisine verilmiş bir emânet olarak telâkkî edecek. Kendisini âdeta bir veznedar hükmünde görecek. Kendisine ihsân edilen malı da, âhiret saadetine sermaye kılmaya gayret edecek.

Zenginlik ve serveti, kibre ve insanları küçük görmeye değil; gönül almaya, duâ almaya vesîle kılacak. Verirken de alana teşekkür hissiyâtı içinde bulunacak. Zira Ebu’l-Leys Semerkandî Hazretleri buyuruyor ki:

“İnfak hususunda, aslında veren kimsenin alan kimseye karşı büyük bir teşekkür edâsı içinde olması gerekir. Çünkü veren, alan kimse vesîlesiyle dünya ve âhiretteki birçok iptilâdan, musibetten ve sıkıntıdan kurtulmuş olacak; hepsinden daha mühimi, Allâh’ın rızâsını kazanacaktır.”

8. RAHMETİN ŞAHSİYETE YANSIMASI

Mü’min, her hâlükârda hayırlı bir insan olacak. Hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere:

“Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların zarar görmediği kimsedir...” (Buhârî, Îmân, 4-5)

Yani bulunduğu yere huzur veren bir şahsiyet olacak…

Yaşadığı zaman ve mekânda, âlemlere rahmet olan Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in temsilcisi olabilmeye gayret edecek. Çoraklaşmış gönüllere, bir yağmur misâli rahmet olacak.

Bilhassa günümüzde bu çok mühim. Zor zamanlarda ve mekânlarda çalışanlara, devlet bir “mahrumiyet primi” verir. Cenâb-ı Hak da zor devirlerde yaşayan mü’minlerin gayretlerine “karz-ı hasen/güzel borç”7 buyuruyor. Cenâb-ı Hak bu gayretlere büyük bir mükâfat müjdeliyor. Bugün de -Allâhu a‘lem, tahmin ederim- böyle günlerin içindeyiz.

Bir rahmet insanı olmak; fedakârlık istiyor, hizmet istiyor, güzel ahlâk ile, hâl ile tesir etmek istiyor. Nitekim bir gün Hazret-i Ömer t:

“–Konuşmadan, halkın davetçileri olun!” buyurmuştu. Kendisine dediler ki:

“–Yâ Halîfe! Konuşmadan davetçi olmak nasıl olur?”

Buyurdu ki:

“–Hâliniz ve ahlâkınızla…”

Yani yaşayışınızla, nezâketinizle, inceliğinizle, zarâfetinizle tebliğ edin…

Tarihte hep böyle oldu. Kosova, Bosna fethedildi. İskân politikasıyla Anadolu’nun temiz halkı oralara yerleştirildi. Anadolu halkının o nezih hâl ve yaşayışını gören Boşnakların hemen hemen tamamı müslüman oldu. Arnavutların da neredeyse yüzde doksan beşi müslüman oldu. Bugün de İslâm’ın bizden beklediği, budur.

Allah cümlemize bir “rahmet insanı” olabilmeyi nasîb eylesin.


Osman Nuri Topbaş'ın Yazısı.