Yeni bir dünya kuruluyor. Zaman dönüyor her zamanki gibi. Yola düşmek gerek. Yol çağırıyor, zaman davet ediyor, dünya bekliyor. Gönüller kıpır kıpır, zira bahar gelmiş. Herkes uyanıyor, herkes ayaklanıyor, herkeste bir heyecan. Yola düşmekten daha kolay ne var?

Yeni bir dünya kuruluyor. Zamanı döndürüyor döndüren. Her zamanki gibi. Baharın şafağı söktü. Sökün eden pırıltılar sadece gözlerimizi değil gönlümüzü de ışıtıyor. Yüreklerimiz kıpır kıpır. Kışta çalışanların gözü ne keskinmiş! Şu gümbür gümbür gelen gökyüzü donanmasının işaret fişeklerini herkesten önce onlar fark ettiler. Aşk olsun, o zifiri karanlıkta bunu nasıl gördüler? Aslında onlar gönüllerinde gördüler ne gördülerse. Gönüllerine getirdiler baharı, gönüllerinde sürdüler safayı. Onlar hangi mevsim olsa böyle davranacaklardı. Hiçbir mevsimin iyiliğine güvenerek ya da kötülüğünden dertlenerek düşmediler ki yola. Onları yola düşüren huzurda verdikleri ahitti. Bir söz verdiler, hayatları değişti. Hayatlarını o sözle aldılar, zaman geldi o söz için hayatlarını verdiler.

Önce içlerine bir köz düştü; ışıl ışıldı. Hiç bir şey kandıramadı onları. Ne yar, ne ağyar... Bilemedikleri bir zamanda içlerine düşmüş bir sevda tuttu gönül perçemlerinden götürdü, nereye gidilecekse. Başka yere müsaade etmedi. O köz kah ışıttı yollarını, aktılar gittiler, kah kamaştırdı gözlerini bir adım atmayı dahi beceremediler. Közün dediği oldu hep. Köz rehberleri oldu, heyecanları, can suları...

Özlerini o közün harareti ile aydınlattılar; pırıl pırıldı. Sadakatleri, eminlikleri dillere destan oldu. Alıp ellerini kalplerini, çıkıp insanlara gösterecek kıvama erdiler. Ama bunu hiç bir zaman ifşa etmediler. Örtüp geçtiler. Örtülü seçilmişlerdi zaten. Örtülü aştılar. Yüzlerine bakan anladı ama örtüleni, neyin setredildiğini, neyin gizlendiğini. "Bu yüz yalancı olamaz" hakikatinin varisleri oldular.

Sözleri o közün ve özün duruluğundan akıp geldi, kıvıl kıvıldı. Duyanı teshir etti. Kopup geldiği yere benzetti varıp konduğu yeri. Titretti, sarstı, kendine getirdi. Söz, sahte dertlerin arasından hakiki derdi seçti, görünür kıldı. Sahtelikleri ifşa etti, esas görüleceği ayan etti.

Gözleri, iliştiğini aldı kendisi gibi yaptı; çakmak çakmaktı. Gördüğüne kendisi gibi yola düşecek bir kıvamın ilk kıvılcımını çaktı. Gördüğünü erdirdi. Erdirirdi zira hep hikmetle, hep ibretle bakmıştı. Gün gelmiş, hikmetin ve ibretin kaynağı olmuştu.

Yeni bir dünya kuruluyor. Zaman dönüyor her zamanki gibi. Yola düşmek gerek. Yol çağırıyor, zaman davet ediyor, dünya bekliyor. Gönüller kıpır kıpır, zira bahar gelmiş. Herkes uyanıyor, herkes ayaklanıyor, herkeste bir heyecan. Yola düşmekten daha kolay ne var? Baharda yola koyulmaktan daha cazip ne var? İçin çağırıyor zaten, dışın çağırıyor.

Yola düşeceksin. Yol yazılmış alnına. Yürüyeceksin muradına. Ama yola düşmeden içini bir yokla bakalım: Bahtlarına kışta sefer düşenler gibi mi için? Orada bir köz var mı köz? İçin yanıyor mu derdi ile vuslatın? Özün nasıl sonra? Sadakatinden emin mi hem yârin hem ağyarın? Sözün onlarınki kadar duru ve keskin mi? Nerenden çıkıyor, ne anlatıyor, neyin özlemiyle çınlıyor? Ya gözün? Nereye bakıyor, niye görüyor ya da niye görmüyor?

Ne haldesin; közün, özün, sözün ve gözün ne halde?


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.