Bundan böyle her ay bize zarar veren dertlerimizi konuşmak ve onlardan kurtulup sevebileceğimiz dertlerin peşine düşmek üzere burada olacağım.

Dünya var olalı beri her insan (en az) bir dert taşıyor. Kimi kendi derdini taşıyor, kimi sevdiklerinin derdini, kimi de olduğu gibi bütün insanlığın derdini taşıyor. Tabi bu durum bazı dertleri ve taşıyanını çok kıymetli kılarken bazı dertleri ve taşıyanını ise “olmasa da olurmuş” yapıyor. Yani insan gönlüne taktığı bazı meseleleri dert ederek tarihe mal olacak, insanlığa iftihar olacak bir noktaya gelebildiği gibi, dert seçiminde yaptığı hatalardan dolayı derdin soldurduğu ve işlevsiz kıldığı, yaşadığı dünyaya ottan böcekten fazla fayda sağlamayan “olmasa da olurmuş” bir insan olabiliyor.  Dolayısıyla dertsiz olmak mümkün değilse bile aldıklarından çok verdikleri sebebiyle sevilebilecek dertler bulmalı ve onlarla dertlenmeliyiz.

Hangi dertler insanı kıymetlendirir, aldığından çok verir ve böylece sevilir dert olur bu bir faslı diğer. Bizim ise üzerinde duracağımız ve belki üzerinde çalışacağımız nokta hangi dertler bize fayda değil zarar verir, bizi işlevsiz kılar ve insanken ota dönüştürür? Bunun cevabı biraz daha kolay. Öncelikle benlik algımız yerleşmediğinden (yani ben kimim? sorusunun cevabını henüz aramadığımız ya da bulmadığımızdan dolayı) yaptığımız bir çok işi, attığımız bir çok adımı şüpheli attığımız veya hemen sonrasında ya da sonuçlarıyla karşılaştığımız-da üzüldüğü-müz durum-lar bahse-dilen dertlerin en önemlisidir. İkinci olarak benlik algısı doğru yerleşmediğinden (yani insan çeşitli sebeplerle kendi öz benliğinden farklı ya da daha çok kendi öz benliğine aykırı bir benlik yapısı yerleştirdiğinden, kendine uzak düştüğünden) yaptığını yanlış yapma ya da doğru yaptığını düşünse bile yaptığından mutlu olamama durumu sonucu dertlenmeleridir. Üçüncü olarak benlik algısı doğru yerleştiği halde (yani kişi gerçekten kendini doğru tanımladığı halde) bu farkındalığın gerektirdiklerini yapacak istek enerji veya özgüven bulamadığından ve dolayısıyla da bilmek ile yapmak arasındaki uçurumu bir türlü kapatamadığından yaşadığı dertlilik halidir. Dördüncü ve son olarak da her şey yerli yerine oturtmuş ve tam hız almak üzere manevra yapılmış iken ayağa takılan olaylarını bizi gözümüzde ve gönlümüzde ki hedeften uzağa düşürmesidir ki koymasıdır ki bu da üzerinde ciddiyetle durulması gereken önemli bir dertlenme sebebidir. Bütün bunların psikoloji literatüründe kendilerine özel terimleri var ancak onların üzerinde durmayacağım, anladınız siz onları. :)

Bütün bu dertli konuşmalardan sonra ezcümle şunu söyleceğim. Çok klasik bir söz vardır, belki duymaktan baygınlık geldi sizlere ama ben yine de hatırlatacağım: Dertler paylaştıkça azalır, sevinçler paylaştıkça çoğalır. Bu sözden hareketle bundan böyle her ay sizinle bize zarar veren dertlerimizi konuşmak ve onlardan kurtulup sevebileceğimiz dertlerin peşine düşmek üzere burada olacağım. Paylaşacak derdi olan paylaşıp azaltsın dertlerini, bulaştıracak güzel derdi olan bulaştırsın da hepimiz o dertle dertlenelim. Haydi dertliler, meydan bizim…


Mehmet Dinç'ın Yazısı.