Ayşe Büşra Aydemir

M.Ö.* her normal çocuk gibi ben de sokakta oyunlar oynar, okula abi ablalarımla yürüyerek gider gelir, kapıda kalınca paspasın altındaki anahtarı alıp eve öyle girerdim. Fastfood’dan payımıza reçelli ekmekten başkası düşmez, her Mayıs ayının ikinci Pazar’ı anneme kırdan çiçek toplayıp götürme zevkini yaşardım. Sabahın erken saatlerinden itibaren mahallemizin çocuk korusu sanatını icra etmeye başlar, akşam ezanına kadar çanak çömlek patlardı.

Hayatımıza Pokemon’lardan önce giren birçok evcil hayvanımız vardı. Doksan model çocukların hayal gücü, kuşları kafeslerde hayal edebilecek kadar gelişmemişti henüz. Sepetini koluna takıp pikniğe gitmek lüks değilken, domatesler de daha suluydu zaten. Baba yapımı salıncaklarda dağların ardına bakmak için yükselirken içimiz gıcıklanır, sadece daha hızlı sallanmak için yarışırdık. Belediyelerin çimlendirme için para harcamadığı dolayısıyla üzerine basmanın yasak olmadığı çimlere uzanır, bulutlardan geleceğe dair resimler yapar, dünyanın dönüşüne şahitlik ettiğimizden haberimiz olmazdı.

Ev ödevlerimiz olurdu çok nadir şehir kütüphanelerini ziyaret ettiren ama genelde evde yaptığımız ödevler... Bir ansiklopedi kadar uzaktaydı bilmediğimiz bütün şeyler… Okuma yazma bilmezken sadece resimlerine baktığım ve korktuğum Adolf Hitler’in gerçekten korkulacak biri olduğunu o ansiklopedilerden öğrenmiştim. Aleksandr Graham Bell’i ve ‘Alo’nun hikâyesini de. Genelde gazete promosyonu olan bu ansiklopediler her öğrencinin cankurtaran simidiydi.
 
Biz doksanlarda çocuk olmanın kitabını yazarken İbrahim Sadri de yetmişlerin seksenlerin şiirlerini yazıyor, kuş hatıralarını anlatıyordu. Bizim de sofralarımıza kuşlar konuyor, rüyalarımıza melekler uğruyordu. Ama bir sabah son takvim yaprağının koparılmasıyla beraber kuşlar göç ettiler, melekler terk ettiler milenyum çocuklarını. Her şey her arandığında Google’da bulunuyor olmasıyla büyüsünü kaybetmişti belki de. Çocukluğumuz, kapısı üzerinden kilitlenmiş apartman dairelerine, bilgisayar oyunlarına, okul servislerine, çift kaşarlı tostların arasına, alışveriş merkezlerine, kuş kafeslerine hapsedilmiş gibiydi.
 
Her kopan takvim yaprağının ardından yükünü hafifleten dünya, çağı yakalamak -belki de Hadis-i Şerif’i haklı çıkarmak- adına daha hızlı dönüyor; yıllar ay, aylar hafta, haftalar gün gibi geçiyordu... Çocukluğumuzu alıp çok uzaklara götürürken dünyamız, değişiyordu aynı zamanda… Ve bir o kadar da hızla... Kütüphanelerdeki sessizliği internet kafelerdeki kalabalığın performansına borçluyduk mesela. Ev ödevlerimiz yoktu artık çünkü at yarışı kuponu doldurur gibi işaretliyorduk doğru şıkları. Ansiklopedilerin performansı ödevlerimizi yapmaya yetmiyor bu ihtiyaca cevap anahtarı olamıyordu.
 
Dünya güneşin etrafında alt tarafı otuz defa dönmüştü ama döndüğünde gittiğinden çok farklı bir dünya olmuştu artık. Eski bir atlasımız vardı babadan kalma 70’li yılların dünyasına seyahat ettiğimiz. Coğrafi keşiflerden çok tarihi keşiflere çıktığım bu atlasla “bir varmış bir yokmuş” oynuyorduk her yeni yılda. Sovyetler Birliği’nin olmadığı Bosna Hersek’in bağımsız olduğu bir dünyadan masallar anlatıyor, Berlin Duvarı’nı yıkmak konusunda anlaşmaya varıyorduk. Türkiye 81 il oldu yetmiş beş milyon seni okuyor diyordum hayatta inanmıyordu.
 
Avrupa Birliği’ne hâlâ giremediğimizden hiç bahsetmiyordum. Ben ona Filistin’i sorduğumda gösteremiyordu siyasi bir haritada yerini. Buğday, pirinç, pamuk, kakao tarlalarını gösteriyor ama Pol Pot’un** ölüm tarlalarını göstermeye yetmiyordu ölçeği. Titanik’in çarptığı buz dağının çoktan eridiğini düşünüyorduk ikimiz de. Scott ve ekibi Güney kutbunu şimdi keşfetseler çok daha az üşüyeceklerdi muhtemelen. AVM’lerdeki palyaço kılıklı çam ağaçlarının anavatanını gösteriyordu orman diye. Artık hiç de süt liman olmayan Trablus limanını, yedi tepesine yüzlerce muhalif yükselen İstanbul’u... Sokaktan bir çerçici geçse 12 tane mandal bile vermezdi belki de bu eski atlasın yerine. Demek ki bir zamanların dünyasından kalmamıştı hiçbir şey geriye.
 
Zembereği kıyamete kurulmuş dünya saatinin tik tak’ları sendeliyor, akrep ve yelkovanları yorgun düşüyor zaman zaman. Dünya ise kendi etrafındaki dönüşünü 24 saatten kısa bir sürede tamamlıyor ahir zamanda. Yeniden gaz ve toz bulutu olmaya can atarken feleğin çemberi etrafındaki her dönüşünde bir şeyleri bitirip yitiriyor. Kimin takviminde kaç yaprak kalmış görmek, maya takvimini tedavülden kaldırmak üzere yeni bir yıla girerken sizden ricam, takvim yapraklarınızı yere atmayın çünkü onlar amel defterinizden kopmuş bir sayfadır aynı zamanda. Yeni yılın nasıl gelmesini istiyorsanız eskisini öyle yolcu edin hayır dualarla…
 
* Milenyumdan Önce
** Pol Pot: 75-79 yılları arasında Kamboçya Başbakanlığı yapmış, 7 milyon nüfusun 3 milyonunu katletmiş, ölüm tarlalarının devrik lideri.
 
Bu yazı www.gencgonulluyuz.biz sitesinde yayınlamıştır. 


GENÇ'ın Yazısı.