Ayın Yazısı - Dücane Cündioğlu / Yeni Şafak

Modern entelektüelin en büyük zaafı nedir? Elbette, toplum karşısında kendisini alacaklı hissetmesi.

Toplum hep ona borçludur. Her daim. Üstelik niteliklerinden ötürü de değil, bizatihi varlığından ötürü.

Varlığıyla toplumun seviyesini/kalitesini yükselttiğine inanır entelektüel; âdeta topluma şeref bahşettiğine... değer kattığına... Bu nedenle de kendisini alacaklı hisseder.

Toplumdan yüksek imtiyazlar talep etmesi de işbu hissiyat sebebiyledir.

***

İnsanın beynini, beyinciğini bağırsaklarından daha kıymetli yapan nedir, ah bir bilebilsem!

Hepsi hepsi, etten, kemikten, kıkırdaktan oluşmuş, damarlarla, sinirlerle sarmalanmış bir iskelet!

Tabiat yani. Dört unsurun oluşturduğu bir tabiat!

Bir vicdana sahip olduğu tasavvur edilmedikçe bu iskeletin, bizatihi iskelet olmak itibariyle ne kıymeti var?

Vicdan, yani insanın doğal olmayan tek tarafı!

Evet, insanın sızlayan, sızlayabilen tek tarafı!

İnsan müstesna, hiçbir hayvanın vicdanı sızlamaz!

Hayvanlar bu yönleriyle talihli sayılırlar, pişman olacakları hatalar yapamazlar çünkü!

Suçluluk duyma yetisi olan yegâne hayvan türü biziz! Bir tek insan!

***

Erdemli toplum, her şeyden önce vicdanı olan toplumdur; vicdanına karşı sorumlu olan... vicdanının sesini bastırmayan... dahası, sızlayabilen bir vicdana mâlik olmayı bir lütuf, bir fazilet addeden toplum...

Kitlesi/kütlesi kadar cânı da, cânânı da olabilen bir toplum... yani kendine özgü bir ideâli, bir ütopyası, aklı kadar gönlü, bedeni kadar ruhu, hesabı kadar hayâli de olan bir toplum... kısacası, vicdanı olan bir toplum...

Modern entelektüel, artık toplumun vicdanını temsil etmiyor. Üstelik o vicdandan hissesine düşecek mütevazı payı da elinin tersiyle itip reddediyor. Gerçekte biricik ödülü olarak algılaması gereken o sızlama yetisini, o inleme hassasını, düşünce ve sanatın yegâne sermayesi o cânım hüznü basit bir ücret karşılığında satmakla kalmıyor, bu ücreti sınıfsal duruşunun mükâfatı hâline getirecek sözde ittifaklar inşâ ediyor.

Aklın yanında yer alarak. Her daim gücün ve kârın...

Halkın zaaflarına hitab eden tiraj ve rayting avcılarının tüm marifeti bu!

Abarttığımı düşünenler, bir anlığına olsun, bütün o malum şımarıklıklarıyla gazeteciler taifesini gözlerinin önüne getirebilirler; toplumsal vicdanın belirtilerini EKG testleriyle anlamaya/kavramaya çalışan habercileri ve yorumcuları...

***

Seyredenler hatırlayacaklardır, Stalker`ın sonunda, entelektüellerin, ruhlarındaki en küçük kıpırtı için dahi bir karşılık görmeyi umduklarına ilişkin nefis bir eleştiriye yer verir Tarkovski!

1980`de bir gazeteci kendisine bu ifadeyi hatırlattığında ise şöyle der:

— “Bugünün dünyasında insanlar her şeyin karşılığını almak istiyorlar. Bunun kelimesi kelimesine maddî bir karşılık olması gerekmiyor. Ahlâklı bir davranış gösteren kişi de `ahlâklı` olarak tanınmak istiyor. Modern insanın bakışaçısı bu!”

Bu durumun sebebi de, ünlü yönetmene göre, maneviyat yoksunluğu.

Dindarlığın en büyük trajedisi de bu değil mi: maneviyat yoksunluğu?

Çevrenize baksanıza, herkes yaptıklarının karşılığını hemen almak istiyor. Hemen, yani bu dünyada. İlk fırsatta!

Maneviyata, en çok dindarların ihtiyacı var! Çünkü çektikleri meşakkatleri telâfi etmekte sadece mahir değil, aynı zamanda çok süratliler de.

Ahlâklı görünmek ihtiyacında olanlar şimdilik bir tek onlar!

Olmanın karşılığı görünmek!

(Bilenler bilirler, görüntünün olduğu yerde ihlâs olmaz!)

***

Genç şairlerin daha ilk dörtlüklerini yazar yazmaz basılmasını istediklerine işaret eden Tarkovski`nin Picasso ile Kafka arasında kurduğu karşıtlık hakikaten ürkütücüdür.
“Picasso” der;

— “Bir çizim yapar, imzasını atar, o işi yüklü bir paraya satar, sonra bu parayı Fransız Komünist Partisi`ne verirdi. Muhteşem! Ama bana öyle geliyor ki bunun sanatla ilgisi yok!”

Peki Kafka?

Tesbit fevkalade yerindedir:

— “Daha önceleriyse, sanatçı, Kafka gibi, romanlarını yazar ve ölür; dostuna ve vasiyetini yerine getirecek olan kişiye de bütün çalışmalarını yakması için bir not bırakırdı. Kafka kendi devrine hazır olmayan bir insandı.”

***

Ey tâlib, meydanı, olmadan görünenlere bırakmalıyız, gücü ehl-i siyasete, kârı ise ehl-i ticarete...

Demek ki öncelikli vazifemiz, görünmeden olmak! Ancak Tebrizli Şems`in şu uyarısını aklımızdan çıkarmamak kaydıyla:

“Vicdanıyla meşgul olan kişi Kur`an`ı ezberinde tutamaz!”


GENÇ'ın Yazısı.