Abdullah Emre Çetiner / Genç Haber Merkezi

Simav İmam Hatip Lisesi öğretmenlerinden muhterem bir hocamızı soğuk, çok soğuk bir şubat günü kaybettik. Gözyaşları sel oldu aktı, bütün öğrencileri için adeta matem günü ilan edilmişti. Simav, hatta Türkiye büyük bir değerini kaybetmiş olmanın hüznünü yaşamakta, kalabalık bir cenaze merasimi ile uğurlanmaktaydı. İşte İbrahim Hocamız hakkında kaleme alınmış bazı yazılardan alıntılarla da destekleyerek gönlümden aktığınca, kalemim döndüğünce ifade etmek istedim hocamı.

 

İbrahim Hocamız, 1980’li yıllardan 2000’li yıllara dek Simav İmam Hatip Lisesi’nde görev yapan bir fen bilgisi öğretmeniydi. İmam Hatip Lisesinin karşısında yer alan camiinin altını bir dershaneye, etüt merkezine çevirerek, İmam Hatip Lisesinde okuyan öğrencilere, gecesiyle gündüzüyle, bayramıyla seyranıyla ders çalıştırdı. Okuldaki diğer hocaları, öğrencilerin sorularını çözmeleri için cami altına getirtti. Kimini güzellikle oturttu, kimine bağırarak, kiminİ de enseye tokat atarak oturttu, buzhane gibi soğuk, kırık dökük sıralara. Bu dergâh, sabah namazından sonra açılır, gece 1-2 de kapanırdı. “Cami altı” bir marka olmuştu. Ne bayram dinler ne tatil. Sadece dersleriyle ilgilenmez, bu dünya için, ahiret için, adam olmamız için uğraşır dururdu. Bir rehberlik eğitim merkeziydi aynı zamanda. İbrahim Hocamız hep şöyle söylerdi, “Bana kızabilirsiniz, küfredebilirsiniz, ama umurumda değil, 3-5-10 yıl sonra, hatta ben öldükten sonra arkamdan hayır dua edeceksiniz, bunu biliyorum. Ben sadece bugün için değil yarınlarınız için dostum, dostlar dostunun senin hakkında ne düşündüğünü önemsemez, doğru olanı yapar.” derdi. “Hoca iyi ki o zaman bize zorla ders çalıştırmış, iyi ki bize kızmış dersiniz” diye eklerdi. Ki öyle de oldu, onu vaktinde tam anlayamayan insanlar, şimdi, ”Ah vefasızlık ettik’ sözleri ile yâd ediyor ve dua ediyorlar.

Hocamızın öğrencilerinden olan bir ablamız şöyle sesleniyor, “Emeğinizi, yüreğinizi, sizi anlatmaya kelimeler kifayet etmez. Biliyorum ki yapacağımız her şey, bütün öğrencileriniz bir araya gelse de asla vefa borcumuzu ödemez. Bizler, hayattayken size olan vefa borcumuzu ödeyemedik, vefa gösteremedik hocam. Şimdi vicdanına esir düşmüş bizler, vefasızlığımızın meşum gölgesinde yana yana anacağız sizi. Okyanuslara inat mavi gözlerinize mahcup olacağız kıyamete dek. Sizin de bildiğiniz bir şey var ki, örneğine hiç bir yerde rastlanmayan Simav’da tutuşturduğunuz meşale Türkiye`nin birçok ilinde alev alev yanacak. Siz görmeseniz de sizi gıyaben tanıyan öğrencileriniz olacak. Bazen mahzun bir çocuğun kanadını saracak, sizin dünyada bıraktığınız gözleriniz. Bazen ılık bir meltem gibi akacak çocuklarınızın gönlüne. Bazen kışın içi titreten o soğuk günlerinde öğrencilerinin montunu, botunu gözleyecek üşüyor mu diye. Ya da hocam siyasî hayata atılıp sizi kitlelere taşıyacak, orada temsil edecek sizi. Hemşire olup hastaların kalbine nezaketini, merhametini taşıyacak. Doktor olup şifa dağıtacak şifa bekleyen yoksula, garibe. Belki hocam, bir şairin mısralarında yaşayacaksınız, sizi terennüm edecek mısraları. Elinden tuttuğunuz fakir çocuklarınız sizi kim bilir hangi iklimlere taşıyacak? Hangi okyanuslara yelken açacak? Hangi dimağlarda mıhlanmış hançer gibi kalacaksınız? Dedim ya hocam sizi anlatmaya kelimeler kifayetsiz... Nedâmetle yanan kalbimden çıkan naçizâne sözler kifayetsiz. Kelimelerin kifayetsizliği kadar yanan yüreğim de çaresiz. Ne mutlu size hocam, arkanızdan amel defterinizi kapatmayacak yüzlerce öğrenciniz var. Hakka yürüyen bir İbrahim EREN iken arkanızda yüzlerce İbrahim ERENLER var...’

İbrahim Hoca, halktan biriydi. Okul yıllarında, “Çocuklar yarın tüm cami altında parti var, herkes hazırlıklı gelsin” diye ilan ederdi. Hocam ne partisi diye seslenen meraklı gözlere verdiği cevap, “yağlı ekmek partisi” olurdu. “İsteyen yanına zeytin, domates, biber getirebilir” diye eklerdi. Onun şiârı; “Burada yediğimiz içtiğimiz soğan ekmek, ne yediğin değil nasıl ve kiminle yediğin önemli” sözüydü. Gece çalışmaları sırasında acıktığımızda zeytin, peynir yerdik o kadar. Hocamızın hiçbir zaman lüks ve sefa içinde olduğu görülmedi kendisini de gariban köylü çocuklarına adadı. Öğrencilerinin birçoğu gariban ailelerin çocuğuydu. Eğer elinden bir tutan olmasa, köyde çoban, tarlada ırgat olacak, en iyi ihtimalle köyde imam-memur olacak onlarca öğrencinin elinden tuttu; öğretmen, vaiz, müftü, avukat, hâkim, savcı, doktor, eczacı, diş hekimi, bakanlık ateşesi, hatta kaymakam, milletvekili, öğrencilerden en vasatının dahi memur olmasına vesile oldu. Onun işi sıradan insanlarla idi. Zeki olanlarla da ilgilenirdi lakin, o gaip çocukla kim ilgilenecek diye dert edinir, o sıradan-gaip öğrenciyi öncelerdi. O sıradanlığı sıradışı şekilde ortaya koyarak, o insanlar için sıradışı meslek sahibi olmasına vesile oldu. Öğrenciler yazın köylerinde tarlada çalışırken Hoca, onlar için Üniversite araştırması yapar, herkes için ayrı ayrı tercih oluştururdu.

“Konuşarak, dinleyerek Müslüman olunmaz, yaşanarak Müslüman olunur.” sözleri kulaklarımızda hâlâ çınlar durur. Hocamız bir Müslümanın nasıl olması gerektiğini, Müslümanlığın sadece namaz kılmak, oruç tutmaktan ibaret olmadığını öğretti. Müslüman olmanın, namaz kılmak oruç tutmak ve davasına sahip çıkmak ve bunların yanında dünyanın neresinde olursak olalım, Müslüman kardeşinin derdiyle dertlenmek olduğunu, sadâkat sahibi olmayı, ne kadar zor durumda olursak olalım, borcumuza sahip çıkmamız gerektiğini, tüm gücümüzle bunu ödemeye çalışmak olduğunu, hocamın dediği gibi “ot yeriz çöp yeriz, yine de borcumuzu öderiz” ilkesini öğretti.

90’lı yılların sonunda İmam Hatip Liseleri arasında Kartal İmam Hatip`le yarıştı ve birinciliği üstlendi. Türkiye genelinde tüm okullar arasında özel okullar dâhil `50. sıraya yerleşmesinde fedakârca çalışmalarıyla başrolü üstlendi. Hocamızın bu gayretini fark eden büyükşehirdeki özel liseler, hocamıza kendi okullarına gelmeleri için her türlü maddi, manevi imkânı sağlayacaklarını söylemişlerdi. Ancak ``Ben Simav İmam Hatip için çalışacağım`` diye bütün teklifleri reddetti. O dershaneye verecek parası olmayan çocukları için kendini adadı.

Hocamızın evinde bir evladı vardı ki, hikâyesi yürek burkan cinsten. Mehmet Abimiz bebekliğinden bu yana, yürüyemeyen, yemeğini kendi yiyemeyen, şahsi ihtiyaçlarını gideremeyen, hatta konuşamayan bir abimizin babasıydı. Mehmet Abimiz bugün 33 yaşında. Muhterem eşleri Muhlise Teyzemiz, tam bir Osmanlı Kadınıydı, Mehmet Abimize fedakârâne yaptığı anneliğini yüzlerce öğrencisinden de esirgemedi. Hocamız öğrencilerim dedikçe, Muhlise Teyzemiz bir kere daha “Öğrencilerimiz” dedirtti. Her başarılı erkeğin arkasında başarılı bir kadın vardır sözünün tecellisini gösterdi. Hocamıza tam manasıyla bir hanımefendilik sergiledi. Velhâsılı Eren ailesi olarak sıradışı fedakâr insanlardı...

Hani derler ya, onu anlatmaya kelimeler kiyafet getiremez, işte İbrahim Hocamız için bu söz çok yerinde bir tanım. O anlatılamaz, ancak onun öğrencisi olursan, Cami Altının o soğuk odalarında ders çalıştıysan anlayabileceğin bir değerdi. Ve biz o değeri kaybetmiş olmanın, hakkınca vefa gösterememiş olmanın hüznü içinde, tıpkı Cami Altındaki gibi hatimler indirerek, dualar ederek, bize bıraktığı büyük mirasa sahip çıkarak vefamızı ödemeye çalışacağız…

Başta İbrahim Eren Hocamız olmak üzere kendini, İmam Hatiplere, öğrencilerine adamış hocalarımız için teşekkürü borç bilir, ruhları için bir Fâtiha’yı istirham ederim.


GENÇ'ın Yazısı.