Hz. Ömer’in (r.a.), sakalına bir ak düşünceye kadar kendisine her gün ölümü hatırlatacak bir köle tuttuğunu birçoğumuz biliriz.

Tarihte yaşanmış böylesine numûne hâdiseler, karanlığımıza nasıl da aydınlık oluyor.

Aklıma, son zamanlarda çokça takılan böylesine hassas başka bir konu daha var:Lüksümüz…

Diyebilsek hep birbirimize.. Bu sana, şu bana lüks diye.. Hatta etrafımızdakilere biraz da mûzipçe geliyor ama şöyle bir projeyi dillendirsek mi diyoruz:

“Lüksünü Sâdesiyle Değiştir, Farkını Muhtaçlara Ver.” :)

Kendi kolumuzdaki saatten, cebimizdeki telefondan başlamamız gerekiyor oysa.. :) Aynı işi görecek daha hesaplısına tâlip olup, farkını tasadduk edebileceğimiz çok şeyimiz var çoook..

Kılık kıyafetimizden teknolojimize, yeyip içtiklerimizden hobilerimize, bindiğimize, indiğimize kadar hayatımızın içerisine dâhil ettiğimiz bir çok şeyde, takvâ terazisi kullanıldığında, konulduğu kefeyi huzursuz edecek ne var ne yoksa, bir şekilde en kısa zamanda “gündemimiz” hâline gelmeli..

Unutmamak îcap eder ki, bizler, kendisine arz edilen onca dünya malını ihtiyaç sahiplerine dağıtıp, yamalı elbisesini giymeye devam eden bir peygamberin ümmetiyiz..

Yakın bir zaman önce, arabasını sıfırlayan bir dostuna, “-Yâhu, bunun bu modelini değil de, şu modelini alsaydın da, aradaki farkı bize verseydin, inşaatımızı bitirirdik” diye takılan bir abimizin, dışa vuramadığı iç yangını da bu derdin bir sonucudur diye düşünmedim değil..

Dolmuşla gideceği yere yürüyerek gittiği zaman, dolmuşa vereceği ücreti, yürüyebilme nimetinin şükrü niteliğinde sadaka olarak bir muhtaca veren Merhum Sâmi Efendi’nin model hayatını, “hep okumamalı”yız, öyle değil mi?


Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.