“Öz yurdunda garip ve öz vatanında parya” olmak istemeyenlerin verdiği savaşlar haktır. Bu manada barış isteyenin savaşa da hazır olması gerekir. Savaş bir gerçek, barış ise idealdir. Milletlerin ve kimliklerinin bozulmasının bir nedeni de “sürekli barış”tır.

Sonuçlarını veya etkilerini yalnızca savaşan tarafların hissettiği savaşlar dönemi modern çağ ile birlikte kapandı. I. ve II. Dünya Savaşları’nın yıkıcı sonuçları hatırlandığında ve savaş teknolojisinin günümüzde muazzam boyutlara ulaştığı göz önüne alındığında her savaş tüm dünyayı tehdit ediyor. Savaşsız geçen zamanların toplamı, insanlık tarihinin yok denecek kadar az bir kısmını oluşturuyor. İnsanlar yaşadıkça savaşlar da kaçınılmazdır. Savaş vardır ki cinayettir, zulümdür; yine savaş vardır ki haktır ve kahramanlıktır. Müşrikler ve onların müşrikliklerine karşı insanlığın haysiyetini kurtaran, insanı rabbi ile tekrar buluşturan şanlı peygamberlerin yaptığı savaşlar övülmeye en çok layıktır. Çeşitli bahanelerle milletleri sömürgeleştirmeye, zenginlikleri yağmalamaya yönelik savaşlar, hırs ve kötülükle yapılan katliamlar lanetlenmeyi hak eder. “Öz yurdunda garip ve öz vatanında parya” olmak istemeyenlerin verdiği savaşlar haktır. Bu manada barış isteyenin savaşa da hazır olması gerekir. Savaş bir gerçek, barış ise idealdir. Milletlerin ve kimliklerinin bozulmasının bir nedeni de “sürekli barış”tır. Savaş bu yönden uyarıcı bir güçtür. Barış kelimesi mazlumun, mağdurun dilinde samimi bir çığlık, zalimin ve mütehakkimin dilinde bir riya, aldatmaca ve uyutma sözcüğü olabilir. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle “en güzel olan suretle mücadele” (Nahl -125.) imkânı varken savaş yolunu tercih etmek cinayettir, ancak savaş kışkırtıcılığı ne kadar kötü ise barış hastalığı da o derece kötüdür. Savaş hak iken barış güvercinleri uçurmak da zulme ortak olmaktır.


Ali Can'ın Yazısı.