Taha Kılınç

Alacaksınız elinize kâğıt-kalemi, ders çalışır gibi, İslâm’ın Kur’ân başta olmak üzere, bütün yazılı metinlerini okuyacaksınız. Belki, not aldığınız küçük bir ajandanız da olacak, sorular sorduğunuz, dipnotlar düştüğünüz.

Ne kadar oldu hatırlamıyorum, İslâmî konularda çok ateşli nutuklar çeken bir arkadaşa, İslâm dünyasındaki tecdit hareketlerinden bahisle, laf arasında Muhammed Abduh’tan söz ediverdim. Yeni bir nesil yetiştirmek gerektiğinden, toplumun içinde bulunduğu berbat halin daha fazla böyle gitmeyeceğinden yakınan arkadaşım dikkatle yüzüme baktı ve sordu: “O kim abi?”

Bu konuda karşılaştığım onlarca örnekten sadece biridir bu. Sanırım içinde yaşama şanssızlığıyla imtihan olduğumuz ‘bilgi çağı’ bizi bu halde getirdi. Her türlü bilgiye kolayca ulaşıvermek, birçok noktada kendimizi yeterli ilân etmemize neden oldu. Her taraftan malumat bombardımanına tutulunca da, çok şey bilen, ama bölük-pörçük bilen, bildiklerini sağlıklı bir terkip içinde ‘irfan’a dönüştüremeyen fertler haline geldik.

Ne diyordum:

Modern çağın ruhumuza hediye ettiği falsolar düşmemek, yarım-yamalak birçok bilgi arasında kendimi kaybetmemek, her konuya ‘biraz’ hâkim olup hiçbir şeyi de tam olarak bilmemek garabetlerinde kaybolmamak için, kendime ilke edindiğim üç şey var: İslâmî ilimlerde derinleşmek, diri bir siyasî bilince sahip olmak ve seçilen meslek dalında en iyi olmaya çalışmak.

* * *

İslâmî ilimlerde derinleşmenin iki boyutu var: Birinci boyut, Yaratıcı ile olan ilişkileri sağlıklı bir şekilde sürdürürken gerekli. Gerçek Müslümanlığın, biraz da ‘inisiyatif almak’ demek olduğuna inandığım için, dinî meselelerin, önce vicdanda ve kalpte çözülmesi gerektiğine inananlardanım.

Derinleşmenin ikinci boyutu, dindar olsun olmasın, Türkiye’de yaşayan ve ‘bir şeyler yapma’ iddiasında olan herkese lâzım bir boyut. Aktüel tartışmalara bakın, merkezinde hep dini, özelde de İslâm’ı göreceksiniz. Bu toprakların mayası İslâm olduğu için, Türkiye’yi ve Türk insanını anlamak isteyen herkesin, mutlaka eğilmesi gereken bir sahadır İslâm dini.

Ben bu konuda, oturup, bir talebe gibi çalışmayı öneriyorum. Alacaksınız elinize kâğıt-kalemi, ders çalışır gibi, İslâm’ın Kur’ân başta olmak üzere, bütün yazılı metinlerini okuyacaksınız. Belki, not aldığınız küçük bir ajandanız da olacak, sorular sorduğunuz, dipnotlar düştüğünüz. Hangi meşrep / mezhep / cemaat / tarikat mensubu olursa olsun, bu topraklarda yaşayıp da, Kur’ân’ı baştan sona anlayarak ve notlar alarak (altını çizerek demiyorum. Bir mahzuru olmasa da, belki bazılarımıza yabancı bir tavır olarak görünebilir bu) okumayan birinin, Türkiye algısında kocaman bir gedik olacağına inanıyorum. İnanmaktan öte, ciddi bir şekilde iddia ediyorum bunu.

Kur’ân’ı okumaktan bahsedince, aklımıza hemen, aşırı uçlarda dolanan ‘mealciler’in gelmesi ve bu teklife içten içe ısınamamamız çok normal. Yaşadıkları toplumun ve en yakınlarının hassasiyetlerini hiçe sayarak, İslâm’a Allah’ın ve Elçisi’nin çizmediği yeni sınırlar çizmeye çalışan ‘mealciler’in kötü şöhretinden dolayı, çekincelere hak veriyorum. Zaten benim buradaki sloganım “sadece meal” değil, “ilk önce meal”. Sonrasında hadisler, ilmihal kitapları, İslâm düşünce tarihine ve mezhep ekollerine ait çeşitli kaynaklar geliyor.

Pratiğimiz olsa da olmasa da, ‘İslâm’ı anlamak’tan söz ediyorum. Bu, yolumuzun başlangıcında, sağlam bir azık olacak.

* * *

Siyasî bilinç derken, durulan yer ve zamanın, bu yer ve zamanın yüklediği misyonun bilincinde olmayı kastediyorum. “Ben kimim? Benim dışımdakiler kimler? Aramızda nasıl bir ilişki var ya da olmalı?” gibi sorularla örülecek bir bilinç bu. Ama elbette alt başlıkları da var:

Siyasî bilinci oluşturan iki temel unsur, zaman ve mekân bilinci. Bu da derin bir tarih ve coğrafya bilgisi demek. Kendi kişisel tarihimizden, dünyanın tarihine doğru açılan bir yelpazede, durduğumuz yeri bütün koordinatlarıyla görebilmek için, tarih ve coğrafya okumaları yapmak. İslâm’ın tarihini, insanlığın tarihini okumak. Okurken günümüze ve geleceğe ‘projeksiyon tutmak’. Zor mu? Hayır, değil. Sadece gayret ve düzenli çalışma gerek.

Coğrafya çalışmaya her zaman özel bir önem atfediyorum. Zaten, tarih okumaları, coğrafya çalışmayı mutlaka gerektirecek, yaşadığı zamanı ve geçmişi merak eden bir insan, durduğu yeri ve çevresini de derinlemesine tanımak isteyecektir. Bu yüzden coğrafya çalışma konusuna özel olarak girmiyorum burada. Düzenli bir şekilde ve üzerine düşerek coğrafya çalışan biri olarak şu kadarını söyleyeyim: Sağlam bir coğrafya bilgisi, kesinlikle ayaklarımı yere daha rahat basmamı temin ediyor. Nerede durduğunu bilmek gibisi yok!

Siyasî bilincin diri tutulması, niyetler ve ameller sahih olsa da, o amellerin hizmet edeceği şeyi hesaplamayı gerektiriyor. Davranışların sembolik anlamları üzerinde kafa yormayı. Filanca kişiyi ya da filanca kavramı ‘kucaklarken’, bunun hangi anlama geleceğini iyi tartmayı. Sonuçlarını görmeyi ve adımları buna göre atmayı.

Bazen niyetiniz hayır olur, işiniz de hayır gibi görünür. Ama gelin görün ki, ortaya çıkan şey, şerden başka bir şey değildir.

Mesela, dünyanın herhangi bir yerinde bir terör eylemi Müslümanlara mal edildiğinde, kalkıp “İçimizdeki teröristleri lânetliyorum!” dersiniz ve bu da birileri tarafından İslâm coğrafyasına yapılan zulümlerin fikrî payandası olarak kullanılmaya başlar.

Veya “Onlar bize yaklaşsınlar. İnançlarımızı öcü göstermeyelim” diye, kendinize ait bütün değerlerinizi tartışmaya açtırırsınız, ama gelin görün ki, karşı taraf kendi hatalarını konuşmaya bile yanaşmaz… Ve bunun sonucunda da, kendi değerlerinden ve haklı olduğundan habersiz binlerce genç dimağ, eğriyi-doğruyu ayırt edemez duruma düşer…

Örnekler çoğaltılabilir. Bu konuda örneklerin bolca bulunabildiği bir çağda yaşıyoruz ne yazık ki.

* * *

Üçüncü şartım üzerinde fazla konuşmaya gerek yok. Çünkü en çok ‘asıldığımız’ saha orası. Bu yazının yazılma gayesi, zaten bu sonuncu şart üzerinde konuşmak değil.

Belki şu: En iyi olalım derken, diğer alanları boş bırakmamak. Dünyaya ‘asılırken’, en basit ilmihal bilgileri için, hoca hoca dolaşmamak. ‘Alan’ı ile ilgili her şeyi okuyan Türkiyeli bir müslümanın, asıl alanı ve kendi varlığıyla ilgili okumaları başkalarına bırakmamasını hatırlatmak. Vesaire…

* * *

Bu yazdıklarımı okuyan bazı okuyucular “Bu kadar şeyi yapmayı herkesten beklemek çok doğru mu?” diye soracaklardır. Ben de zaten “Herkes böyle olmalı” demiyorum. Ben sadece kendi ‘yol haritamı’ okuyucunun dikkatine sunuyorum.

Zaten, yazmaktan gaye başka nedir ki?


GENÇ'ın Yazısı.