Tarihin herhangi bir döneminde düşünülmüş, konuşulmuş fakat yazıya geçirilmemiş fikirler, bugün bizim meçhulümüz. Daha o dönemde berhava olup gitmiştir bunlar. Çünkü düşünceler ancak kaleme alınarak gelecek kuşaklara ulaştırılabilir. Gelecek kuşaklar tarafından okunur, değerlendirilir; kabul veya reddedilir, beğenilir ya da beğenilmez. Ama bir şekilde hep vardırlar, kütüphanelerin tozlu raflarında veya en müstesna köşelerinde!

Usta kalemimiz Rasim Özdenören, fikir katili olmamak için yazmak gerektiğini söylüyor. Yani yazmamak, bir fikrin yok olup gitmesine seyirci kalmak demektir. Özellikle söz söylemesi gerekli, bu liyakate sahip olanların yazmadıkları her düşünce öldürülmüştür. Bu insanlar aslında kendilerini de öldürmüşlerdir dersek, mübalağa etmiş olmayız herhalde! Ancak yazdığımız düşüncelerimizdir, biz gittikten sonra kalacak olanlar. Yazdıklarımızdır; ihya ettiğimiz bilgilerimiz ve de bizi ihya edecek olanlar.

Birkaç örnek üzerinden sürdürelim isterseniz mevzuumuzu. İmam Gazâli (1058-1111), medeniyetimizin en büyük ilim, irfan ve düşünce mimarlarından biri. Kendisinden sonraki ilim ve fikir hayatını onun kadar etkileyebiliş bir ilim adamına pek az rastlanır. Döneminin hemen bütün ilimlerindeki birikimi ve bunları mükemmel derecede değerlendirip yazmış olması, bugün onu hâlâ okumamızı ve üzerinde durmamızı gerekli kılıyor.

Selçuklu döneminin, Nizamiye medreselerinde başmüderris olarak vazife görürken, ortaya çıkan siyasi karmaşa yüzünden bu vazifeyi bırakıp gitmiştir Gazâli. Memleketi Tûs’ta sürdürdüğü inziva hayatında, asırlara sesleneceği eserlerini vücuda getirmiştir.

Kim bilir, kendi döneminden umudunu kesmişti Gazâli. Düşüncelerini gelecek kuşaklara ulaştıran bir vasıta olarak yazıya tutunmuştu. “İhyâ”, “Kimya”, “Mekâsıd”, “Tehâfüt” gibi muhalled eserler bugün bize, canlılığından hiç bir şey kaybetmeden hitap etmeyi sürdürmektedir. Yani büyük üstat aramızda yaşamaktadır hâlâ.

İkinci örneğimiz Endülüs’te doğan bir güneş, Muhyiddin İbn Arabi(1165-1240). Nâm-ı diğer “Şeyh-i Ekber/En Büyük Üstat”. Ünlü senarist Ayşe Şasa’nın ifadesiyle ‘Kainatın temeline aşkı ve hikmet’i yerleştiren, medeniyetimizin mânâ ve aşk eri. Gönlümüzü, yönümüzü metafizik aleme ustaca yönlendirebilmiş bir maneviyat mimarı, bir sırlar tercümanı.

İslâm dünyasında, pek çok maneviyat eri yetişmiştir; fakat İbn Arabi onlar arasında ayrı bir hususiyete sahiptir. İbn Arabi’yi asırlardır canlı kılan onun keşf ve mistik tecrübelerini ustaca satırlara dökmüş olmasıdır. İslâm dünyasında olduğu kadar Batı dünyasında da onu değerli yapan geride bıraktığı cansuyu eserleridir. Bugün onun adına Batı’da enstitüler kuruluyor, araştırmalar yapılıyor; insanlar onun eserleriyle yepyeni bir dünyanın kapısını aralıyorlar. “Füsûs”u, “Fütuhât”ı bir diriliş soluğu üflüyor ölü ruhlara..

Elbette kolay değildir, böyle bir payeye ermek. Bu, çok yoğun bir çabanın; uzun emeklerin ve gayretlerin, uykusuz gecelerin, mahrumiyetlerin ve fedakarlıkların ürünüdür. Hani Belh Sultanı İbrahim Edhem’e seslenilmiş ya: “Kuş tüyü yataklarda Allah’ı bulamazsın!” diye. Onun gibi bir şey. Ulu hocalar, sıcak yataklarda ulaşılamayacağını öğütlüyorlar, böyle bir hedefe.

Münzevi ve mütecessis fikir işçimiz bakınız ne söylüyor: “Büyük eserler, uzun doğum sancılarının mahsulüdür. İnsanlığa yepyeni dünyalar kazandıran yaratıcıların zaferlerinde, vefanın ve sabrın hissesi pek büyüktür… yeni âhenkler veya hakikatler müjdeleyen mücahit… kinin kasırgalaştırdığı alınlarda aşkı çiçeklendirmek de senin vazifen. Unutma ki tavan arasında yaratacağın büyük sanat eseri, milyonların şuurundaki zinciri kırabilir… uykusuz geceler, iftira, sefalet, doğum sancıları… işte dünyamızda hakiki sanatkarı bekleyen akıbet.” (Cemil Meriç, Bu Ülke, s. 42)

Evet, Yazmak bütün bunlara tâlip olmak.. kinin kasırgalaştırdığı alınlarda aşkı çiçeklendirmek.. bir gönle umut tohumu atmak.. ötelerden bir ruha varlığın sırrını fısıldamak.. okumaya, düşünmeye, sevmeye alıştırmak.. ve bunları yaparken çile tezgahında dokunmak.. sabır gergefinde işlenmek..

Yazmak, yaşamanın ve yaşatmanın sancısını çekmektir. Bir düşünceyi doğurmaktır. Yazmak, kendi çağını aşmaktır. Ulaşılamayana; bugün ve yarın ulaşmaktır. Sahip olunan fikri, ilmi, hikmeti üretmek, çoğaltmaktır. Şâirimizin deyişiyle: “Yalnız ölüm mezar kazmaz, mezar kazılır ölüme de.” Yazmak, varolmaktır. Yazmak, yaşayarak hayat bulmaktır.


Mesut Kaya'ın Yazısı.