İngiltere`nin İslam ve İslam dünyasına yönelik politikaları dendi mi orada biraz duracaksınız. Malum, yönetmek anlamayı, anlamak ise tanımayı gerektirir. İngiltere, uzun yıllar sömürgeci olarak yönettiği İslam dünyasını tanımak için az uğraşmadı. Örneğin “Şarkiyatçılık” -ki tamamen bu amaca matuf bir gayret-i İnciliziyyedir- İslam dünyasının kültürel genlerinin haritasını çıkarma amaçlı bir faaliyetin adıdır. Sonradan bizim de dönüp kendimizi “Vay be.. Biz neymişiz” şeklinde tanımamızı sağlayacak kapsamlı malzemeler sunan bu gayretin her adımında güneş batmayan imparatorluğun stratejik emel ve ihtiraslarının izleri vardır. O yüzden İngiltere`nin İslam`a ilişkin her adımının ihtiyatla karşılanması şarttır. Kural şudur: Arkasındaki uzun yılların tecrübesini ve bilgi birikimini görmek için gözlerimizi dört açmalı ama bir taraftan da bu ezeli hasımdan kolay kolay “hayır” gelmeyeceğini de bilmeliyiz. Örneğin tescilli İslam düşmanı Salman Rüşdi`ye Sir ünvanının verilmesi hadisesi? Acep bunun sebeb-i hikmeti ne olabilir diye hemen sorabilmeliyiz.

Kraliçe tarafından “bahşedilen” bu unvanın bugüne kadar yüz binden fazla kişiye verildiği biliniyor. Halk tarafından belirlenen 950 kişilik listeden seçilen Salman Rüşdi`nin kendisi de bu işe çok şaşırmış. Biz ne yapmalıyız peki?

Bir kere şaşırmamalı ve sebeb-i hikmet aramamalıyız. Durum, başta izah ettiğimiz gibidir. (Anladınız siz onu.) Sonra örneğin Pakistan`da yapıldığı gibi büyük protestolar gerçekleştirip Kraliçe`ye tersinden halife muamelesini layık görmemeliyiz. İşin Cafcaf boyutuna odaklanmalı ve unvan layığını bulmuş, adam da unvanını bulmuş diye dalga geçmeliyiz. Bunun mu yoksa Pakistan`daki Taliban yanlısı bir parti liderinin “Ladin`e de Sir unvanı verilsin” teklifinin mi daha matrak olduğunu tartışmalıyız. Peki hiç mi ders yok? Var, olmaz mı? Şövalyelik gibi bir kavramı yiğitlik, fedakarlık ve cesaret gibi kavramlarımıza iliştirmemeli ve öyle ulu orta kullanmamalıyız.


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.