Temmuz 2013 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı

Yazı Hakkında Metin Karabaşoğlu`nun Yorumu: Hayata dair, riskin hayatlarımız için aynı zamanda imkân anlamına da geldiğine dair, kısa, sade, basit, ama yazarı ne demek istiyorsa onu gayet güzel anlatan bir yazı kaleme almışsın. Bir kurgu ve anlam bütünlüğü de gördüm yazında. Elbette, sabırla yazdıkça daha da iyilerini yazacaksın ümidindeyim; ama bu yazını da ‘Ayın Yazısı’ olacak kıvamda gördüm ve o şekilde seçtim. Yolun açık olsun.

Betül Başöz

Hayata gelmek demek risklere merhaba demektir. Can ilk düştüğünde anne karnına, risk de onun yanına düşer. Haberimiz olmadan ne badireler atlatırız. Mucizelerden basamak basamak geçeriz, hayata tutunuruz. Milyonlarca seçenekten bizim seçilmiş olmamızın verdiği gururla...

Dünyaya gelip ilk nefesimizi ciğerlerimizde hissettiğimiz andan itibaren, risklerin bir bölümünü atlatmışızdır fakat daha büyükleri bizi beklemektedir. Düşündüğümüz zaman her şey risktir aslında. Düştüğümüzde kalkmak bile bir risktir, tekrar düşme ihtimalinden dolayı. Ama çocuk aklımız henüz bu kadar ince hesapların peşinde değildir. Programlanmışçasına daha doğrusu programlandığını ispat edercesine dur durak bilmeden bu yeni hayatı öğrenmeye, anlamaya çalışır, uygulamaya geçer, keşif macerasına yorulmadan devam ederiz. Baktığımız zaman ne de çok şey öğretir çocukluk halleri: Riyasız, içten, sözünü sakınmadan söyleyen, tembellik nedir bilmeyen halleri bizi adeta özümüze çağırır mahiyettedir.

Büyüdükçe muhatap olduğumuz sorulardan ikiyüzlülüğü öğreniriz. İlkin “anneni mi daha çok seviyorsun yoksa babanı mı?” sorusu afallatır bizi. Bu soruya anne yokken “babamı”, baba yokken de “annemi” demeyi akıl ederiz, ama hesabımızda ikisi de aynı ortamdayken ne söyleyeceğimiz yoktur. Sonraları “ikisini de çok seviyorum” demeyi akıl etsek de pek faydası olmaz. Çünkü bu seferde kurnaz teyzelerin –genelde amcalar olmaz pek- “aaa olur mu öyle şey, birini daha çok seviyorsundur illaki!” şeklindeki kurnaz cümlesi muhatabımız olur. Velhasıl zor da olsa seçeriz ebeveynimizden birini, ne de olsa önden gelen büyükler koymuştur kuralları. İtiraz edecek altyapımız da olmadığından boyun eğeriz otoriteye, içimiz farklı söylese de...

Otoriteye uymamak da başlı başına bir risk unsurudur. Yalnız kalmak, mahalle baskısı ve topluma göre değişen maddi manevi cezalar bizi bekler. Ya hep ya hiç, ya beyaz ya siyah mantığıyla yetiştirildiğimiz için orta yolu bulmamız da hiç kolay olmaz. Bu nedenle ya anarşist diye damgalanırız ya pısırık diye. Tabi biraz iyimser olanları ise bizi yaramaz ya da suskun diye isimlendirirler. Hayatta grilerin de mümkün olduğunu, bazen her iki seçeneği de seçebileceğimizi ya da ikisini de seçmek zorunda olmadığımızı öğrendiğimizde azımsanamayacak bir ömrümüzü geride bırakmış oluruz.

Yaftalandığımız, törpülendiğimiz, ön yargılarla dolduğumuz, ideolojilerin kurbanı haline getirildiğimiz hayata rağmen, isteyince doğruları bulmamız veya doğruların bizi bulması fıtratımızın sağlamlığını gösterir görene. Çok düşününce “akla ziyan” derler ya işte öyle.

Büyürken karşılaştığımız bütün risklere rağmen Allah korur bizi. Yoksa aklım alası değil risklerin çokluğuna rağmen, nasıl yaşadığımızı! Ne farkımız var ki uçurumun kenarında yürüyen bir insandan, pekâlâ da ömrümüz sonlanabilir basit bir sinek vasıtasıyla, arabanın çarpmasıyla veyahut başımıza bir saksının düşmesiyle. Maddi manevi neyimize güveniriz ki kârımız pişmanlıkken? Ne diyebiliriz ki “bizi bize rağmen yaşatan Allah’a hamd olsun” sözünden başka?


Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.