Sümeyra Aktaş

Erasmus; üniversite öğrencileri için hazırlanmış, AB üyesi ya da üyeliğe aday ülkelerdeki üniversiteler arasında yapılan eğitim ve kültür değişim programı. Erasmus’a katılan öğrenciler bir sene yahut yarım dönem, kendi tercih ettiği üniversitede eğitim görüyor ve orada alacağı dersler, döndüğü zaman kendi okulundaki derslerin yerine sayılabiliyor. Erasmus’a katılmak için 1. sınıfta olmamanız gerekiyor. Peki her isteyen bu programa katılıp yurtdışında okuma ve gezme fırsatını elde edebiliyor mu? İsteyen arkadaşlar elbette bunu yapabiliyor fakat belli kriterler var. Herşeyden önce Ulusal Ajans’ın bu program için ayırdığı belli bir kontenjan mevcut. Sonra yapılacak İngilizce sınavını geçmek gerekiyor. Not ortalamınızın ikinin üstünde olması (bazı üniversitelerde 2.30 ya da 3.00 olabiliyor) ve sözlü mülakat sınavını geçmek de diğer şartlar. Tüm bunları aşacağınıza inanıyorsanız o zaman bu programa katılmamanız için bir sebep yok demektir. Elbette yanınıza büyük bir cesaret almayı da unutmayınız. :)

Bendeniz epey bir işlemin ardından hedefime ulaşmanın hazzını yaşıyorum. Şu an Erasmus kapsamında Polonya’nın Lodz kentinde eğitim görüyorum. Erasmus deyince ekseriyetle arkadaşların aklına gelen eğlence, gezme ve parti oluyor. Erasmus kapsamındaki üniversitelerin amacı üniversitelerini ve ülkelerini tanıtmak olduğu için dersler çok fazla zorlayıcı olmuyor. Bu sebeple yurtdışına çıkan öğrenciler bir anda kendilerini bu renkli dünyaya fazlasıyla kaptırabiliyorlar. Biz bu devranı tersine çevirme gayretiyle buradayız. Erasmus kanalıyla hem ülkemizi hem dinimizi anlatma gayretini cebimize koyup geldik. Burada Türk ve Müslüman olmakla gurur duyması gereken bazı arkadaşlar gereksiz bir komplekse kapılıyorlar. Avrupa’daki gençleri taklit etme gibi bir gaflete düşüyorlar. İçmek, kızlı erkekli dans etmek bizde de gayet normalmiş gibi davranıyorlar. Türk arkadaşlarla otururken konuşulan tek konu akşamki parti. Bu tür şeylere katılmadığımızı belirttiğimizde söyledikleri söz ise acı: ALIŞIRSIN.

Avrupa ülkesinde Müslüman olmanın bir sıkıntısı da yemek konusunda. Burada ancak bazı yiyecekler yenilebiliyor ve her şeye çok dikkat edilmesi gerekiyor. Her yer kebap dükkanıyla dolu ama hiçbiri gidilecek gibi değil maalesef. Çünkü helal kesim yapılmıyor. Kebap dedikleri de bildiğimiz Türk döneri. :)Sıkı bir irade gerekiyor burada, Erasmus’a niyet eden arkadaşlara duyurulur. :) Ben irademe güvenemem diyorsanız ona da çare var, o zaman da sizi Almanya’ya gönderiyoruz. :)

Burada başörtülü olmak ise hem zor hem de çok gurur verici. Biraz mahalle baskısı olmasına rağmen resmi bir engelleme asla yok. Bu noktada üniversite ortamları gayet rahat. Dekanlarla, profesörlerle gayet rahat diyalog kurabiliyorsunuz. Fakat sokaktaki insanların pek çoğu önyargılarla yaşıyor, bizleri sadece başörtümüzden dolayı İranlı olarak algılıyorlar. Zaman zaman sokakta insanların nahoş sözleri, alaycı bakışları, laf atmalarıyla karşılaşabiliyorsunuz ama o güzel ayeti hatırlayıp gülümsüyorsunuz: “Rahmân`ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler...Kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) “Selam!” derler (geçerler)” (Furkan 25/63)

Polonya çok homojen bir topluma sahip olduğu için, yabancı insanlara alışkın değiller. Otobüs, tramvay, tren vs. taşıtlarda en az beş çift göz sürekli sizi izliyor mesela. Bazısı küçümseyici bakışlarla, bazısı meraklı bakışlarla... Örtünmemizin geleneklerden kaynaklanan bir şey olduğu zannını taşıyabiliyorlar. Bunun öyle olmadığını anlatmak da bize düşüyor.

Arkadaşlarla Vorşava’yı gezmeye çıktığımız gün Türk konsolosluğuna uğruyoruz. Çok büyük ve güzel bir mekan. Pazar günü ve kapalı olmasına rağmen bizi karşıladılar ve içeri aldılar. Ülkemizi tanıtmak için görevliden broşürler istedik. Sekiz kişi ellerimizde ikişer dolu Türkiye poşetiyle çıktık; tramvayda, otobüste, yolda gidene kadar ülkemizi anlattık. Broşürler hem İngilizce hem Lehçe. Şehirler arası trende ülkemizin slaytını izlettik ilgilenenlere. Bu inanılmaz bir şey. Gören herkesin ilgisini çekiyor zaten. İlk başta başörtümüze bakıp yadırgıyorlar ama sonra iletişime geçiyoruz, ülkemizi anlatıyoruz, İslam’ı anlatıyoruz. Her şey bir yana bir kişinin bile önyargısını kırsak kâfi. Otobüste yaşlı bir teyze bize bakıp güldü: “Nerelisiniz” diye sordu, biz de Türk olduğumuzu söyleyip eline broşür verdik. Aslında “Türküz” deyince değil de “Osmanlıyız” deyince anladı teyze kim olduğumuzu. Nedenini merak eden arkadaşlar meraklarını yenemeyip araştırırlar artık.  Teyze otobüsten inerken bile gülüyor bize, el sallıyor. Bu işte her şeye değiyor.

Erasmus’un çehresini değiştirmek kendi adıma bir görev artık. Ben buraya gelmek için epeyce gayret sarfettim. “Sen orda sıkılırsın, yapamazsın, ezilirsin” diyenlere aldırmadım. Rabbime şükür ki bize burada görev verdi. Yazdığım olumsuz şeyler asla korkutmak için değil, aksine yapacak çok işimiz olduğunu hatırlatmak için.

İşte böyle genç arkadaşlar. Okuyucularımızın büyük çoğunluğu üniversiteli yahut üniversiteli adayı. Eramus’a, Ulusal Ajans’a bu noktada katılma gayreti sarfetmeliyiz. En iyi İngilizce, en iyi Fransızca, en iyi İtalyanca bilen bizler olmalıyız. Her ne biliyorsak en iyisini bilmeliyiz, gerisi biraz cesaret ve gayret. Hicret ve fetih ruhunu taşımalıyız ve artık oturduğumuz yerden kalkmalıyız. Niyet bizden gayret her şeyin sahibi Allah`tan...


GENÇ'ın Yazısı.