Adem Ergül İLAM (İlmi Araştırmalar Merkezi) Eğitim müdürü. Aynı zamanda yazarımız ve yayın kurulu üyemiz. Geçenlerde bir Orta Afrika ülkesi olan Burkina Faso’ya gitti. Hoş intibalarla döndüğünü gördüğümüz Adem ağabeyimize seyahatinin nasıl geçtiğini sorduk. O da bu ay yazamadığı yazısı niyetine bize intibalarını anlattı.

Burkina Faso’ya ne amaçla gittiniz?

Bundan yaklaşık dört ay önce, Suriye’de tahsil gören, Burkina Fasolu Nuh Sava Dobo isimli arkadaş, yanında Seyfullah ismindeki bir kardeşle İLAM’a (İlmi Araştırmalar Merkezi) geldi. Gelmelerindeki en büyük sebep, Suriye’de Arapça eğitimi için bulunan Hüdayi Vakfı öğrencilerinin ahlakını çok beğenmeleri olmuş. Gelip bu arkadaşların yetiştiği mektebi ve bu arkadaşların üstadını görmek istemişler. İLAM’da tanıştık kendileriyle. Ardından Osman Nuri Topbaş Hocamızla bir görüşmeleri oldu. Hocamız da çok sevdi arkadaşları. Derken çok memnun bir şekilde ayrıldılar ve iki ay sonra tekrar geldiler. Biz de, dört arkadaş, ziyaretlerine mukabele etmek için Burkina Faso’ya gittik.

Burkina Faso hakkında okuyucularımızı genel bir bilgilendirsek önce?

Burkina Faso coğrafi olarak Orta Afrika’da bulunan küçük ama huzurlu bir ülke. Afrika’nın geneli konuşulurken Burkina Faso hakkında “barış adası” deniyor. Neden? Çünkü sömürgecilikten kurtulduktan sonra hiçbir zaman iç çatışma ve benzeri bir kavga-gürültü ortaya çıkmamış. Zaten Burkina Faso “dürüst insanlar” anlamında bir kelime. Uzun yıllar Fransız sömürgesi altında kalmış. 1960 yılında bağımsızlığını kazanmış. Yüz ölçümü itibarıyla ülkemizin üçte biri kadar. Nüfusu on beş milyon. Ömür ortalaması 52-53 sene. Ölüm oranları bebeklerde çok yüksek. Tüm ülkede toplam 380 kadar doktorun olduğu tespit edilmiş. Otuz beş bin kişiye bir doktor düşüyor yani. Dünya gelişmişlik sıralamasında 177 ülke arasında 174. ülke. Çok fakir ve muhtaç bir ülke yani. Fakat buna rağmen, onurlu insanlar. Bakıyorsunuz bir şekilde doyuyor insanlar. En ilkel bir şekilde yapılsa bile tarım, bir şekilde geçiniyorlar. Oraya has mahalli bir dil kullanıyorlar. Yönetim şekli Cumhuriyet. Tabii şöyle bir durum söz konusu: Fransızlar zahiren çekilmişler ama işin içi başka. Yüzde yirmilik bir hristiyan nüfus var ve tüm memleketin yönetiminde onlar söz sahibi. Suyun başındakiler onlar. Müslümanların doğru dürüst bir liseleri yok, orta öğretim kurumları yok. İlk okul yaşındaki çocukların okula gitme oranı yüzde yirmi dokuz. Yani yüzde yetmişlik bir kesim ilkokula gidemiyor. Lise oranı çok daha düşük. Toplam on sekiz tane lise var. Bu liselerin birçoğunu hristiyanlar yönetmekte fakat eğitim görenlerin yüzde sekseni müslüman öğrenci. Üniversiteye ise çok varlıklı ailelerin çocukları gidiyor. Cumhurbaşkanından diğer yöneticilere kadar, oradaki hâkimiyet hristiyan azınlıkta. Yüzde altmışı müslüman olmasına rağmen hâkimiyet tamamen o yüzde yirmilik azınlıkta. Diğer yüzde yirmi de yerel dinler. Putperestlik devam ediyor.

Müslümanların durumu sömürgeyle doğrudan bağlantılı değil mi?

Evet, uzun yıllar zulüm görmüş mazlum bir halk olmanın verdiği bir özgüven eksikliği var. Bunu tekrar kazanmak çok kolay değil. Böyle dışarıdan imdatlar ve örnek duruşlar gerekiyor.

Bu anlamda örnek duruş sergileyen ya da onlar için anlamlı olan ülkeler, kurumlar var mı?

Özellikle hristiyan misyonerler çok ciddi bir şekilde çalışıyor orada. Ülke halkını imrendirecek tarzda binalar yapıyorlar. Açtıkları müesseseler daha kaliteli görünüyor. Müslüman sivil toplum kuruluşlarından ise bugüne kadar daha çok Araplardan giden olmuş. On-on beş yıldır orada çalışma yapan Arap kuruluşları var. Bu anlamda, dini hayatta etkin olanlar Arap ülkeleriden gelenler. İranlılar gelmiş ama çok az sayıda grupla. Çalışmaları var. Türkiye’den ise 2002 yılında Fethullah Hocaefendi’nin talebeleri bir okul açmış. Bugün iyi bir seviyeye gelmişler. 250 kadar öğrencileri var. İyi bir itibarları var. Şimdi onlar yeni bir yer almışlar ve orayı da eğitim kurumu haline getirecekler. Bir diğer önemli hizmet, 2006 yılında İHH’nın oraya gitmesi olmuş. İHH orada kuyular kazmış, mescidler yapmış. İHH, bizim Nuh’un orada kurduğu Nasrallah Cemiyeti vesilesi ile yardım ulaştırmış. Bu yüzden Nasrallah Cemiyeti’nin de itibarı büyümüş. Bin kadar çocuğa on beş ayrı camide ilkokul eğitimi veriyorlar. Altı yıllık bir eğitim planlamışlar. Halk memnun, devlet memnun. Biz oradaki mezuniyet törenine katıldık. Nuh bize şöyle dedi: “Sizin buraya sedece gelmeniz, bir selam vermeniz, birçok insanın İslam’a kalbini ısındıracak, birçok kişinin İslam’a girmesine vesile olacak.”

Orada sizi en çok şaşırtan ne oldu?

En çok şaşırdığımız şu oldu: Öyle bir atmosferde, yokluk ve fakirlik içinde dahi hırsızlık ya da kargaşa hadiseleri yaşanmıyormuş. Sorduk hatta, burada böyle şeyler olmaz dediler. Çok az meydana gelirmiş bu tür hadiseler. Hatta o okullardan birinin müdürü, ben iki yıldır buradayım ama kavga eden adam görmedim dedi. Hakikaten, herhangi bir eğitim almamalarına rağmen, bunca yokluğa rağmen çalma-çırpma, öldürme gibi hadiselerin yaşanmayışı bana çok şaşırtıcı geldi. Doğrusu o kadar beklemiyordum. İsmine uygun bir memleket, dürüst insanların ülkesi.

Oradayken eseflendiğiniz, gördüğünüzde üzüldüğünüz bir tablo var mı?

Şu gücünüze gidiyor: Orada Allah diyen, Resulullah’ın ismini anan, müslüman kardeşlerimiz, yüzde yirmilik bir azınlığın hâkimiyeti altında, ezik bir şekilde yaşıyorlar. Bu insana çok dokunuyor. Diyorsunuz ki izzet müslümana yakışır. İzzet, Allah’a ve Resulüne inanan insana yakışır. Böyle aziz bir dinin mensupları olarak yakışmıyor diye düşünüyorum. En çok o sizin gücünüze gidiyor. İnsan aç kalabilir, çıplak kalabilir ama oradaki yöneticilerin huzuruna girerken adeta titremek insanın çok gücüne gidiyor. Bu ruh hali tüm ülkeye yayılmış ve kolay geçmiyor. İşte belki, eğitimle o insanlara bir özgüven aşılamak gerekiyor. Mesela Nuh gibi arkadaşlar orada çok önemli bir işlev görüyorlar bu manada. Biraz daha özgül ağırlığı artmış, kalitesi yükselmiş, biraz daha hakim insanlar haline dönüşmeleri gerekiyor. Çok zeki insanlar var ama ellerinden tutmak gerekiyor. Bir başka şeyi daha ilave etmek istiyorum: Bin tane talebenin önünde mezuniyet programı yapıyorlar. Orada hediye olarak amme cüzü dağıttılar. Otuz tane talebeye dağıttılar. Dedim ki, niye her talebede yok? Burada çok pahalı dediler. Ne kadar dedim? Bir dolar dedi. Demek ki bir dolarlık bir kitabı talebeye veremediğiniz bir yer. Ümmet adına, müslümanlar adına aslında bu çok büyük bir eksiklik. Bugün bir memurumuz, elli ytl verse, elli talebeyi çok sevindirecek demektir.

Peki, Burkina Faso ile ilgili, gençlere neler yapması gerektiğini söylemek istersiniz?

Gerçekten herkesin yapabileceği çok şey var orada. Özellikle gençlerin. Orada adanmış gençler gördük. Türkiye’den Bilal isminde bir delikanlı, sadece kurban faaliyeti için gitmiş ve demiş ki ben burada kalacağım. Altı aydır oradaydı. Her dilden biraz öğrenmiş ve herkesle irtibat kuruyor. Orada toprak bir evde oturuyor. Gitmiş oradaki yarayı görmüş ve ömrünün birkaç senesini orada geçirmeye karar vermiş. Diğer Türk arkadaşlar orada hizmet için kalıyorlar ve şerefle çalışıyorlar. Büyük bir özgüvenleri var. Böyle adanmış gençlere ihtiyaç var. Tabii sadece bu da değil. Herkesin imkânı olmayabilir. Sivil toplum kuruluşları, kurban faaliyetleri vesilesiyle o bölgelere zaman zaman gençler gönderiyor. Böyle hiç olmazsa bir haftalığına, on günlüğüne, oradaki kardeşlerini görmek, onları sevindirmek, onlara hizmet ulaştırmak adına, o bölgelere seyahata gidilebilir. Onları ziyarete gidilebilir. Bir takım sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla. Gidilmelidir de. Bir insana böyle bir gidiş, böyle bir ziyaret kitaplarla kazanamayacağı bir hizmet şuuru, bir ümmet şuuru yükler. Bu çok önemlidir diye düşünüyorum. Gitme fırsatı da olmayanlar olabilir. Biraz önce ifade ettim. Burada elli lira bile kırk bir tane amme cüzü ediyor. Belki bir on lira bile oradaki insana çok şey ifade ediyor. Biz bir merasim vesilesiyle bisiklet hediye etmiştik, üç tane başarılı talebeye. Orada bir bisiklet otuş beş dolar. Orada talebeye devlet bile böyle bir hediyeyi vermezmiş. Şimdi demek ki bir üniversite talebesi, hatta bir lise talebesi, ordaki başarılı kardeşine bir bisiklet gönderebilme imkânı bulabilir.

Mesela neden böyle bir Afrika hareketi başlatmasın gençler? Yani bin tane gencimizin her biri on tane delikanlıyı bir yıl okutabilecek mali imkanı bulabilir. Çünkü bir talebenin orda aylık gideri belki 10 dolar. Hatta yıl boyu on dolar verip okuyan talebeler var. Şimdi bir delikanlı düşünün, genç bir adam düşünün, çok rahat, Afrika için halasına gitse, teyzesine gitse, amcasına gitse, dayısına gitse toplam yüz dolar bulabilir mi? Beş yüz dolar da bulur, bin dolar da bulur değil mi? Yani böyle bir insan dese ki ben Afrika’da on tane kardeşime el uzatacağım ve yüz dolar, iki yüz dolar, üç yüz dolar, beş yüz dolarak bularak oradaki insanın eğitim masrafına harcansın dese, oradaki insana çanta alınsın dese, öyle ümit ediyorum ki kıyamet gününde ummadığı bir şekilde defterinde çok farklı şeylerle karşılaşır. Çünkü önemli bir harekettir diye düşünüyorum. Mesela kuyular kazılmış. Bir kuyunun maliyeti aşağı yukarı yedibin beş yüz dolar. Ama bir kuyu bir köyü kurtarıyor. Neden? Çünkü sular hep açıkta ve hastalıklar oradan yayılıyor. Beş tane genç adam bir araya gelse, deseler ki, biz Afrika’da bir kuyu kazacağız. Bir kuyumuz olacak bizim. Bir mescit on bin dolar. Hatta merasim de bir kadıncağız geldi dedi ki: “Bizim köyde bin iki yüz müslüman var ama köyümüzde bir mescit yok. Ne olur dedi, bize bir mescit yapar mısınız?” Allah razı olsun bir hayırsever bir emanet vermişti bize, biz de hemen o mescidi başlattık. Ramazan’da bitecek inşallah. Kırk günde bitiyor. Yüz metre karelik bir mescit on bin dolara karşılık kuruluyor. Ben öyle inanıyorum ki bir talebe evi, önüne hedef koysa beş ayda on bin doları bulabilir. Dolayısıyla Afrika’nın bir köyünde bir mescidimiz olabilir, çok rahat olabilir. Bu bakımdan önemlidir diye düşünüyorum. Bir sağlık ocağımız bile olabilir. Orada doğum oranı çok yüksek ama bebek ölümü çok fazla. Fakat bir sağlık ocağının işletilmesi de önemli paralar değil. Önemli olan bir şeyi yapmaya niyetlenin. Cenab-ı Hak önünüze daha birçok projeler çıkartır Burada Hüdayı Vakfı olarak bir takım Fransızca, yerel dillerde kitaplar yayınlacak. Yani o kitaplar yayınlandığı zaman birisi dese ki; ben yüz tane kitap gence vereceğim ya da on tane kitap benden dese, öyle ümit ediyorum, orada on tane insanı, on tane yavruyu, o yavru vasıtasıyla on tane aileyi dinle buluşturmuş olacak. Resulullahla tanıştırmış olacak. Dolayısıyla gençlerin yapacağı çok şey var. Ama Afrika’yı gündemimize almamız gerekiyor. İslam ümmeti adına orayı gündeme almamız gerekiyor diye düşünüyorum.


Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.