Yollar yemyeşil, kiraz ağaçları açıp tepeleri boyamış. Bir Japon şarkısı yükseliyor radyodan. Dağlara tırmandıkça hava serinliyor. Kocaman çamlar sakuraların gölgesinde. Bahar dalları yollara sarkmış. Uzakta bir dağ karları henüz erimemiş.

Samuraylar ağaçların arasında gölge sis oldular. İz bırakmadan yol aldılar. Düşmanlarına canavar, dostlarına nefestiler. İnce porselenlerden çay içtiler. İpek kaftanlarıyla kiraz çiçeklerini seyrederken ruhlarındaki ahenk Japon bahçelerine yansıdı. Kırlarda çiçeklere zarar vermeden kılıçlarıyla dans ettiler. Tehdit edildiklerinde silahları kanlandı. Kara bir sise dönüştüklerinde korku saçtılar. Gölgeleri düşmanlarını titretti.

Shogun’un sarayını geziyorum. Bir zamanlar ulu ağaçlarla çevrili kalenin etrafında binalar yükseliyor. Üç derenin yolları değiştirilip hendekler doldurulmuş. Güçlü, kalın duvarlar yükselip içerdeki zarif kırılganlığı gizlemiş. Taş süslemeli köprülerin ve ağaçların görüntüsü durgun sulara yansıyor. Sadece balıklar bozuyor yansımaları. Kiraz çiçekleri dalları gizlerken minik bir kuş çiçeklere tünüyor. Gönüllüler sarayın bahçesini temizliyor. Maaşlı bahçıvanlardan daha dikkatliler.

Asakusa Sensoji tapınağının kapısında koruyucu tanrılar karşıladı beni. Yol boyunca sıralanmış rengârenk dükkânlarda yelpazeler, kimonolar, samuray kılıçları. Tezgâhlara mis gibi kokan tempuralar* dizilmiş. Tahta şişlere takılı kızartmalardan aldım. Karidesli kekler gözümün önünde kabardı. Makarnalar soslanırken baharat kokuları yayıldı etrafa. Her hamur parçası kızgın yağa düştüğünde neşelendi.

Sabahın ilk saatlerinde meşhur balık pazarını gezdim. Hummalı bir çalışma vardı. Ben ise fotoğraf makinası boynunda işe yaramaz bir turisttim. Ne balık satıyordum ne de alıyordum. Hayran hayran yengeçleri, ahtapotları ve hayatımda gördüğüm en büyük karidesleri seyredip, Haçiko’nun günlerce beklediği metro istasyonuna gittim. Sadece sabahları dört milyon kişinin geçtiği Shinjuku istasyonunda iticiler** göreve başlamamıştı. Günün sonunda Tokyo kulesine çıkıyorum. Tapınağın hemen yanında yükselen kule geçmiş ve geleceğin yan yana resmi. Dünyanın en uzun kendi kendine ayakta durabilen bu yapısı Japonya’nın Eyfel’i . 250 metreden ufka baktığımda Fuji utangaçtı. Kendini bulutlar arkasına gizledi. Savaş, deprem ve yangınlar Tokyo’yu ne kadar yıksa da bugün şehir acıların izini taşımıyor.

Yollar yemyeşil, kiraz ağaçları açıp tepeleri boyamış. Bir Japon şarkısı yükseliyor radyodan. Dağlara tırmandıkça hava serinliyor. Kocaman çamlar sakuraların gölgesinde. Bahar dalları yollara sarkmış. Uzakta bir dağ karları henüz erimemiş. İşte bu dağ yıllar evvel rengârenk bulutlarıyla bir rahibi büyülemiş ve eteklerine Japonya’nın en romantik şehri Nikko kurulmuş. Ülkenin üç meşhur şelalesinden biri olan Kegon’da mola verdik. Kayaların altına gizlenmiş karlar nisan ayının geldiğinden habersiz.

Taşogu tapınağı ulu ağaçlar arasında büyülü bir mabet. Tokugawa Lemitsu’nun mozolesine ulaşmak için ormanda yüzlerce basamak çıktım. Ben tırmandıkça ağaçların boyu uzadı. Yağmur taneleri sık dallara çarparak düştü yüzüme. Dakikalarca yürüdüm gökyüzü görmeden. İncecik işlemeleriyle göz alıcı bu tapınak dağa sırtını dayamış. Yüzünü kuzeye dönmüş. Oymaların arasında ki üç maymun süslemesi dikkatimi çekti. Burası bir Şinto tapınağı, girişteki kapı bunun göstergesi. Hemen yanında beş katlı pagoda yükseliyor. Onlarca buhurdanlık sıralanmış. Aylardır bir mum bile yakılmamış, yosunlanmış kandillikler. Birkaç kişi huzurla tanrılarına secde ederken ben sessizce arkalarından süzüldüm. İbadete gelenden çok turist var tapınakta. Farklı dinden olanlar da hayallerini bir çaputla dilek ağacına bağlarken paraya kıyanlar tahta levhalara dileklerini yazıp asıyorlar. Her rüzgâr estiğinde birbirine çarpan tahtaların sesi gökyüzüne yükseliyor.

* Üstü hamurla kaplanıp kızartılan sebze ve karidesler

** Kalabalık saatlerde metroya daha çok insan sığdırmak için insanları sıkıştıran belediye görevlileri.


Hande Berra'ın Yazısı.