Şunu hiç karıştırmamak gerekiyor ki şu yeryüzünde insanın neler yapıp neler yapamayacağı nesnelerle alakalı değil; insanın bakışı yani nazarı ile alakalıdır. Amelimizin sonucunu nesne değil, bizim nesneye bakışımız kurgular!

Bazen hayıflandığım olur, şu kafirlerdeki imkanlar bende olsa… Sonra hızlıca toparlarım kendimi; tevbe neuzubillah derim. Kafir kim, imkân ne! Kafirin bir mü’minin yanında imkan ne haddine.

Şunu hiç karıştırmamak gerekiyor ki şu yeryüzünde insanın neler yapıp neler yapamayacağı nesnelerle alakalı değil; insanın bakışı yani nazarı ile alakalıdır. Amelimizin sonucunu nesne değil, bizim nesneye bakışımız kurgular!

Amelimizin mahiyeti bizim “bakış tarzımız”la yani niyetimiz ile oluşmaya başlar.

Bir kafirin şu yeryüzüne bakışı bir mü’mininki kadar heybetli, bereketli olamayacağına göre o halde neyin eksikliğini taşıyoruz ki üzerimizde?!

Bütün Fikri Gerek!

Evet, büyük güç içimizde. Lakin içimizi ören yapıtaşlarını dış dünyadan alıyoruz. İçimiz, ruhumuz bir enfüsi alem ise, mana ise; şu yollar, şu gökyüzü, şu dağlar, şu kainat, şu kitaplar, şu bütün insanlar dış alemdir, afaki alemdir, maddedir. Madde ve manayı birbirinden ayırmak ise bizi hastalıklı bir algılayışa mahkum eder. Bir bütün fikrine sahip olmanın gerekliliğini bilmektir en çok ihtiyacımız olan. Hele hele üzerimizden sekülerizm hastalığının; laiklik hastalığının geçtiği şu devirde bu o kadar şart ki.

Bölmeli Kafaya Sahip Dindarlar

Madde ile mananın birbirinden ayrı olduğu zannı madde ile mananın birbiri arasındaki bitmeyen münasebetliliği fark edemeyişimize ve kainatın hayatiyetini sürdürüyor oluşuna muhteşem tesirini göremememize sebep oluyor. Hayy ism-i şerifinin büyük sırrının bu irtibatlılıkla alakalı olduğunu göremememize sebep oluyor.

Çok dindar arkadaşlarımız bakıyoruz ki bölmeli kafalara sahipler. Potansiyel laikler olarak aramızda dolaşıyorlar. Laikliğin yerleşmesi, oturması sonucuna ulaşılabilmesi için kendilerine verilmiş, sunulmuş kurgusal dindarlık alanını gerçekleştirme rolünü adeta bir cihad, bir şevk ile yerine getiriyor birçok arkadaşımız. Bunu yer yer kendimiz de yapıyor olabiliriz farkında olarak olmayarak. Çoğunlukla farkında olmadan kendimiz de düşüyoruz bu rollere.

Derdimiz Suçlamak Olmamalı

Sizin hiç dindar arkadaşınız laik, sekülerist baktı mı dünyaya? Benim baktı, kör oldum. Çok yıkıcı bir haldir bir kardeşimizin o hallere düşmesi.Arkadaşlarını neden suçluyorsun Asım? Onları suçlamak için demiyorum ki bunu. Kendimin de bu yanlışa düştüğümü söylüyorum. Diyorum ki milyonlarca kardeşimizle pozitivist şablonlardan geçiriliyoruz yüzyılı aşkın bir süredir. Bu yürüyüşle, bu perspektiflerle sünneti seniyyeye uygun bir nesil gelmez. Dindar görünümlü modernist tipler ortaya çıkar ancak. Namazsız, dindar strateji uzmanları ürer; demokrasi kültürünü yerleştirmeye çalışan, “pozitivist”, “akılcı”, “başarılı” dindarlar çıkar karşımıza. Hani hep örnek verilir ya; amelde problemi var ama itikadı sağlam. Bu bahsettiğimiz tipin ise amelde problemi yok ama itikadı bozuk.

Gavurun Her Şeyi Var Ama…

“Kafirdeki imkânlar bizde olsa” diye hayıflanmak bir bakış bozukluğudur. Elinin altındakini görmeyip bütünüyle zararda olan birilerinin peşinden gitmeye çalışmak; onlara özenmek; onların iyi bir halde olduğunu zannetmek büyük bir yanılgıdır. Bir gavuru düşünsenize her şeyi var adamın; para, teknoloji, imkân, her türlü konformist tüketim alışkanlıklarına da imkânlarına da sahip ama bir namaz saadeti yok; nasib olmamış. Bir kelime-i şehadet getirememiş. Nesine özeneceksin bu adamın?!

Haa, diyorsan ben de namazda saadeti duyabilenlerden değilim o zaman ne duruyorsun, önüne çıkan ilk vakitte aşk ile dur namaza!!

Sen hiç Rabbini özlemez misin?

Bak, o gavur “Rabbin kim”, duymamış bile…


Asım Gültekin'ın Yazısı.