Batılıların kâbus’u, kapitalistleşen ve yutulan Çin, Hindistan, Rusya filan değil, farklılıklara hayat hakkı tanıyan ve hem tarihte hem de insanlık anlayışında kemâl noktasına ulaşan Osmanlı medeniyet tecrübesini eksene alarak yeniden medeniyet yürüyüşüne soyunabileceğinin ve insanlığın umudu olduğunun emarelerini gösteren Türkiye’dir.

Türkiye, son çeyrek asırdır, içeriden ve dışarıdan kuşatılıyor, kıskaca alınıyor.

Bu çift yönlü kuşatma’nın ve kıskaç’ın hedefi, Türkiye’nin yeniden İslâmî ruh köklerine dönerek oradan devşireceği ruhla ve misyonla yeni bir medeniyet yürüyüşüne soyunmasının önlenmesi.

ÇİFT YÖNLÜ KUŞATMA VE KISKAÇ

Bu çift yönlü kuşatma ve kıskaç iki şekilde gerçekleşiyor: Birincisi, 1000 yıldır, İslâm dünyasını birleştirmeyi biz başardık. Selçukluların verdiği -kabaca- 500 yıllık mücahedeyle Ehl-i Sünnet omurgayı kurduk; Osmanlıların verdiği 500 yıllık mücadeleyle de koruduk. Böylelikle İslâm tarihinde akîde, fikir ve siyaset sütunları üzerinden İslâm dünyasını ilk defa biz toparladık.

Türkiye’nin yeniden İslâm dünyasını toparlayabilecek bir rol oynayabileceğini gören Batılılar, çeyrek asırdır Türkiye’yi dışarıdan kuşatıyorlar.

İkinci olarak da, İslâm’ın Protestanlaştırılması, sekülerleştirilmesi projesini içeriden bazı aktörleri destekleyerek adım adım hayata geçirme sürecini işletiyorlar.

İşte bu iki temel yolla Türkiye’yi dışarıdan ve içeriden sofistike yöntemlerle kuşatıyor ve kıskaca alma mücadelesi veriyorlar.

Tam bu noktada izi sürülmesi ve cevabı verilmesi gereken soru şu: İyi de, Türkiye, neden kıskaca alınıyor acaba?

BATI’NIN KAYNAĞI ‘NESEP’, İSLÂM’IN KAYNAĞI ‘EDEP’

Önce temel ilkelere bakalım:

Batı hayatının, düşüncesinin, sanatının, dolayısıyla Batı uygarlığının itici gücü ve kaynağı ‘nesep’tir.

İslâm hayatının, tefekkürünün, sanatının, dolayısıyla İslâm medeniyetinin itici gücü ve kaynağı ise ‘edep’tir.

SENİN DERDİN KİMİNLE?

O yüzden, Batı uygarlığı ‘ben-merkezci’dir. İslâm medeniyeti ise, ‘sen-merkezci`.

Ben-merkezcilik, hem yıkıcı hem de yok edicidir; hem hiçleştirici hem de ‘düzleştirici’dir.

Sen-merkezcilik ise, hem kurucu hem de koruyucudur.

Batı uygarlığının ben-merkezci çocukları şöyle der: Benim derdim seninle.

İslâm medeniyetinin sen-merkezci çocukları ise şöyle der: Benim derdim benimle.

BATILILARIN KÂBUSU

O yüzden Batılılar, farklı medeniyetlerle, dinlerle, kültürlerle birarada yaşama tecrübesi geliştiremediler.

O yüzden, farklı medeniyetlerin, kültürlerin, dinlerin ve düşünce sistemlerinin kökünü kazımakta hiç bir sakınca görmediler, hâlen de görmüyorlar.

Oysa farklılıklara hayat hakkı tanımanın, farklılıklarla birlikte yaşamanın, onlardan kendi referans sistemi doğrultusunda yararlanmanın ve onların kendilerini varetmelerinin yollarını ve yöntemlerini insanlık tarihinde yalnızca Müslümanlar geliştirdiler.

İşte bu nedenle, Batılıların kâbus’u, kapitalistleşen ve yutulan Çin, Hindistan, Rusya filan değil, farklılıklara hayat hakkı tanıyan ve hem tarihte hem de insanlık anlayışında kemâl noktasına ulaşan Osmanlı medeniyet tecrübesini eksene alarak yeniden medeniyet yürüyüşüne soyunabileceğinin ve insanlığın umudu olduğunun emarelerini gösteren Türkiye’dir.

TARİH, BURADA VE BURADAN YAPILIYOR

Ayrıca şu tarihî gerçeği aslâ gözardı etmeyelim: Yazılı-kayıtlı insanlık tarihi, son üç yüzyıla kadar BURADA, merkezinde bizim bulunduğumuz medeniyet coğrafyasında yapıldı.

Tarih, son üç yüzyıldan itibaren BURADA yapılmıyor ama BURADA/N yapılıyor hâlâ.

Eğer biz yeniden BURADA olursak, tarihi biz yapmaya başlayacağız yine.

Bizim burada olabilmemizin ve tarihi yeniden bizim -bütün insanlıkla beraber- yapabilmemizin öncelikli yolu, sömürgecileri BURADAN defetmemizden geçiyor.

DÜNYAYA HÂKİM OLMANIN YOLU

Bu nedenle tarihî gerçek şu: İslâm dünyasına hâkim olan bir ‘güç’, dünyaya da hâkim olur.

Tersi de doğru: İslâm dünyasındaki hâkimiyetini yitiren bir güç, dünya üzerindeki hâkimiyetini de yitirir.

İyi de, neden peki?

Birincisi, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’dan oluşan İslâm dünyası yani Osmanlı medeniyet coğrafyası, Dünya tarihinin yapıldığı, üç kıtanın kavşak noktasıdır.

İkincisi, küresel sistemin temel paradigmalarına ve saldırılarına -her şeye rağmen- direnen tek entelektüel, siyasî, kültürel ve stratejik coğrafya, İslâm coğrafyasıdır.

Üçüncüsü, dünyanın en zengin doğalgaz ve petrol yatakları, İslâm dünyasındadır.

TÜRKİYE, NEDEN KISKACA ALINIYOR?

Buradan çıkarılacak üç esaslı sonuç var:

Birinci sonuç: Dünyayı kontrol edebilmenin ve dünya üzerinde hegemonya kurabilmenin yolu, İslâm dünyasını kontrol altında tutabilmekten geçer.

İkinci sonuç: İslâm dünyasının, bağımsızlığına kavuşmasının yolu, yeni bir medeniyet yolculuğuna soyunmasından geçer.

Üçüncü sonuç: Burada üç temel sonuçla karşı karşıyayız.

Öncelikle, uzun vadede, İslâm dünyasını bağımsızlığına kavuşturabilecek ve dün olduğu gibi yarın da birleştirebilecek tek aktör, medeniyet iddialarına sahip çıkacak bir Türkiye’dir.

Yine, herkese hayat hakkı tanıyabilecek derinlikli medeniyet tecrübesine sahip tek aktör, bu Türkiye’dir.

Son olarak, sömürgeci Batılıları bu coğrafyadan gönderebilecek tek aktör de, tarihî derinliğini, irfanî derinliğini ve zengin medeniyet tecrübesini yeniden hayata ve harekete geçirebilecek bu Türkiye’dir.

Bu yakıcı gerçek, Batılılar tarafından da, mazlum halklar tarafından da çok iyi anlaşıldı ve Türkiye’nin ‘insanlığın son adası’ olarak görüldüğü farkedildi ama yalnızca Türkiye’de görülemedi bu!

Türkiye, Türkiye’den daha fazla bir şeydir ayrıca. Bu yakıcı gerçek de Batılılar tarafından çok iyi biliniyor.

O yüzden, Türkiye, içeriden ve dışarından ‘kobay’larla köşeye sıkıştırılmaya, kuşatılmaya ve kıskaca alınmaya çalışılıyor.


Yusuf Kaplan'ın Yazısı.