“Aslında anlıyorum tabi, anlıyorum, damarlarınızdaki genç ve sıkılgan kanın kendini açıklamak için nasıl delice uygun ve her şeyi deyiverecek kelimeleri aradığını ve onları bulamayınca gelişigüzel özür kelimelerine tosladığını.”

Cahit Zarifoğlu

19 Mayıs’ta NTV’de Gençlerin Coşkusu isimli gençlik programına katıldım. Sabah 8 gibi gittim kanala. Elimde bir tane Genç Dergi ile Cahit Zarifoğlu’nun Yaşamak isimli kitabı vardı. Kafeteryada otururken diğer gençler de birer birer gelmeye başladı. Kimisi ailesiyle, kimisi arkadaşıyla… Bedensel engellisi de geldi, “zihinsel” engellisi de…

Bir an kendimi çok yalnız hissettim.

Yaşamak’tan sayfa 76, 80, 191’i okudum. 2,5 saatlik uykudan sonra ancak bu sayfaların yumruk etkisi yapan etkisi uykusuzluğumu unutturabilirdi. Genciz, heyecanlıyız. Bu heyecan sesimizi de biraz açıyor. Çevremde konuşan gençlerin yüksek ses tonuyla anlattıklarına istemeden kulak misafiri oldum... Acaba diyordum, içerde de bunları mı konuşacaklar… Bu mudur kanalın bizden istediği…

İçeriye alındık. Özenle “kızlı erkekli” oturulmamız istendi, oturduk. Program öncesi yanıma oturmasıyla tanıştığımız arkadaşla oturmuştuk aslında ama ısrarla aramıza bir kız arkadaş koydular. Şaşırmadım. Program dört saat sürdü ve yapılan hiçbir yanlışlık, göze sokulan hiçbir absürt beni şaşırtmadı.

Programdan önce gençlere bazı direktiflerde bulunuldu. Kameralar ayarlandı, sonra sunucu birkaç prova yaptı ve start… Gülücükler…

Eğitimden söze girildi. Liseli öğrencilerin eline fırsat geçse tüm sınav sistemini değiştirecekleri kesin. Birçoğu sınav sistemine, birkaçı da direkt görevlileri hedef aldı konuşmasında. Eğitim konusundan en çok konuşan, Sabancı Üniversite’nden gelmiş ve özel seçildiği çok belli olan bir kızla bir erkek öğrenci oldu. Bu kişilerin yanı sıra eğitim konusunda birçok farklı düşünce dile getirildi. Ve her şeye rağmen kendimi, ‘iyi ki devlet büyükleri her şeyi düşünüyor ve bizim gibi gençlerin eline geçmiyor bu sistemler’ gibi bir düşünceden alıkoyamadım.

Popüler Kültür

Programcı eğitim konusunu zor da olsa kapattı ve “kültür sanat” konusunu açtı. Kültür sanat deyince gençlerin aklına ilk gelen şey sinema… Hemen herkes sinemadan bahsetmeye başladı. Sanat konuşulurken ki en vahim durum ise “popüler kültür” oldu. Gençler popüler kültürün içinde olmaya çalışıyor, bu akış sekteye uğradığı zamansa kahroluyorlarmış. Dersler, ödevler popüler kültürde akışı yavaşlatan şeylermiş. Vay anasını! dedim… Popüler kültürden az çok ne kastettikleri belli olan gençler konuşurken onlara baktım ve niçin?!

Sanat konuşulurken birçok gencin bir enstrüman çalabildiğini söylemesi ise çok iyiydi. Bir genç, muhakkak bir alet çalabilmeli ve müziğin, her tür müziğin içinde olmalı. Onu o atar damarlarına kadar iyi bilmeli… Müzik kültürümüz olsun be kardeşlerim!

Reklam arasında yanımda oturan kız Genç Dergi’yi incelemeye başladı. Sayfaları, başlıkları okuya okuya yavaş yavaş geçiyordu. Nazım Hikmet’in anlatıldığı yazıya gelince durdu. Okudu, göz gezdirdi biraz. Sonra hafif dalga geçici bir gülümseme ile diğer sayfalara geçti. Ayasofya yazısının olduğu sayfada Necip Fazıl’ın fotoğrafını gösterdim, “tanıyor musun?” dedim, “hayır” dedi... “Peki” deyip, şaşkın şaşkın önüme döndüm.

Bir Gençlik?

Necip Fazıl’ı hiç duymamış “bir gençlik”… Ne garip.

Program, 19 Mayıs vesilesiyle “Türkiye’deki gençlik” görüntüsüydü sözde. Mini eteklisiyle, dekoltelisiyle, küpelisiyle tam bir gençlik görüntüsü evet. Evet, bir Müslüman ülkenin gençlik görüntüsünde tüm bunlar var ama bir tane başörtülü kız yok. Onlar bilmiyorlar tabi, eylemlerde ‘Müslümanca’ bir nokta olmadığı takdirde o eylemin yarım kalacağını. Doğal olarak programdaki gençlik görüntüsü, ülke gençliğinin görüntüsü falan değildi. Bildiğin Kemalist, ya da artık ne denirse ona, onun görüntüsüydü.

Muhtemelen programa genç ayarlayanlar, Genç Dergi’nin de, bizim de çizgimizi anlayamamışlardı. Biz de programa çıkana kadar çok belli etmedik açıkçası. Neyse…

İki defa söz hakkı alabildim 40 “Türkiye gencinin” arasından. İlkinde kültür sanattan ve dergilik.com’dan bahsettim. Programın sonuna doğru tek bir soru vardı ve tek cevap istiyordu programcı. “Nasıl bir Türkiye hayal ediyorsunuz”a verilen bazı cevapların sonunda, “Kutupların daha da birbirine yaklaştığı, kimsenin kılık kıyafetinden dolayı üniversite kapılarında beklemediği ve Genç Dergi’yi daha çok gencin okuduğu bir ülke hayal ediyorum” gibi bir cevap verdim.

Başörtüsü meselesine dikkat çekmem, ön tarafta oturan bir Ermeni kızının dikkatini çekti. Kamera başka yere döndüğünde ise arkasını dönüp özellikle tebrik etti. Evet, bir Ermeni kızı… şaşırdım. Oysa şaşırmamam gerekti…

Program öncesi ve program esnasında, mikrofonu her elime alışımda ve o kameranın soğuk camını yüzümde hissedişimde, birilerinin elini elimde hissettim. Eğer o elleri hissetmesem, sanırım o yalnızlık hissiyle iki cümleyi bir araya getiremez, bir şey anlatmadan, olayımızı anlatmadan, kapardık perdeyi…

O eller… Cahit Zarifoğlu’nun elimi tutarak, “hadi bitsin de ‘biz işimize bakalım’” demesini hissettim. Sezai Karakoç’un sıcak gülümsemesini hissettim. Ve Lütfi Abi’nin dağ gibi desteğini… Nerde olursak olalım, kimlerin arasında olursak olalım, bu tür destekler, bu tür el tutuşlar bize ciddi manada yardımcı oluyor. Bunu her seferinde kendime ispat ediyorum…

7 Haziran’da vefat eden güzel insan Cahit Zarifoğlu’nu tekrar anıp bir ‘zarif’ sözle bitirmiş olalım… “Ve gördük ki mekân değildir zamandır önemli olan ve lakin o da değildir eylemdir önemli olan ve o dahi değildir kalp olmadıkça.”


Açıklama: Şubat sayımızda Mart ayında sözlüklere değineceğimizi söylemiştik ama değinmedik. Bu, özellikle şu an mevcut sözlüklerde ve internette kendi çapında bir meraka sebebiyet vermiş. Az da olsa gündeminizi gereksiz bir şeyle meşgul ettiğimizden dolayı özür dileriz. Selamlarımızla.


Yavuz Selim Güneş'ın Yazısı.