Musa Gibi Kekemeyiz Dilimiz Çözülsün Diye Dua Ediyoruz
Musa’nın kekemeliğinden öğrenmemiz gereken çok şey var. Bu, bütün kaleleri zapt edilmiş bir ülkeden bile daha önemli bir şeydir. Musa kekemedir ve dilimi çöz diye dua eder. Dili çözüldü mü çözülmedi mi onu bilmeyiz, dua ettiğini biliriz. Dilimi çöz, çünkü ben bu dille bu ifadeyle, bu kekemeliği üzerimden atarsam işte şu kavmi hizaya sokacağım. Musa’nın Allah kurban edilmesi istenen o buzağıyı kavmine tarif ederken yaşadığı sıkıntı beni çok alakadar ediyor. Şimdi bu kavmin karşısında kekemeyiz ve dilimizin çözülmesi için dua ediyoruz, dolayısıyla Musa benim şiirimin vazgeçilmez kahramanlarından biri olacak.
Yeni kitabınız hayırlı olsun.
Eyvallah. Çok teşekkür ederim.
İsmini çok beğendim ben kitabın: Amerika Sen Busun! Amerika’ya neden “sen busun” diyorsunuz?
Çünkü Amerika tam bir o.çocuğu gibi davranıyor. Bunu üstelik kelimenin tek anlamında değil, olumsuz bütün anlamlarıyla kullanıyorum. Çünkü dünyada kendisinden başka hiç kimseye hayat hakkı tanımamak gibi bir dehlize girdi uzun süredir; ve buradan çıkamıyor. Çıkmayı istiyor mu; bundan da emin değilim. Zihinsel olarak Amerika kendi imkanlarını bile yok etmeye ayarlanmış bir ölüm makinesi gibi davranıyor. Amerika sen busun’da benim işaret ettiğim şey bir ülke değil bir anlayış, zihniyet. Dolayısıyla Amerika sen busun’un Türkiye’de de muhatapları var, devamını hak eden.. Amerika’nın yerli işbirlikçileri olarak kötü solcular gibi isimlendirmek istemiyorum ama zihni bir Amerikalı gibi çalışan insanlarla dolu bir ülkede yaşıyoruz.
Ve burdan Amerikan Rüyası diye çıkan koskocaman bir şey var. Amerika şiirinizin devamında buna çarpan şeyler söylüyorsunuz..
Şimdi Amerikan rüyasını kim yaşıyor, kim yaşamıyor sorusu var ya. Mesela ben Irak’ta Ebu Gureyb cezaevinde aldığı emirle Iraklı mahkumlara insanlık dışı işkenceler yapmak zorunda kalan bir siyasi Amerikalının o rüyayı değil tam tersine bir kabus yaşadığını düşünüyorum, Ve o çöle lanet ettiğini.. Çünkü adamın bir şekilde çıkışı kalmamış, biraz buradan bakmak lazım. Mesela Amerikan rüyasını burada Akmerkez’in altındaki o meşhur lokantada ya da Ankara’daki şubesinde yaşayan gazeteciler, milletvekilleri, bürokratlar, işadamları falan var. Amerikan rüyasını için Amerika’da olmak gerekmiyor. Hatırlayalım, tezkere geçmedi, Irak’ı vurmadık ve buna çok üzülen insanlar oldu Türkiye’de. Tezkerenin çıkmasını ellerini ovuşturarak bekleyenler oldu. Şu an Kuzey Irak’ta kimlerin iş yaptığını, kimlerin milyonlarca milyarlarca dolar para kazandığını, Türkiye’den insanları kastediyorum, bir araştıralım bakalım hangi çarpıcı sonuçlarla karşılaşacağız. Kimler bölgede danışmanlık yapıyor, kimler Amerika’nın partneri bölgede, zihinsel anlamda. Bunları gözden geçirmekte büyük fayda var.
Türkiye’deyiz. Amerikan rüyası ve her konuda Türkiye’den yaptığımız bakış öncelikle önemli. Bahsettiğimiz çelişkinin, gerilimin buradaki gençlik üzerindeki görünümü. Bu çelişkiler, gerilimler, cinnet modern’e getiriyor bizi. Kitapta “Cinnet Modern” diye bir şiiriniz var..
Cinnet modern sanılanın aksine çok bireysel, kendimle ilgili bir şiir. Bunun toplumsal bir karşılık bulması benzer şeyleri çok hisseden insanların da aramızda yaşıyor olmasıyla ilgili. Modern cinnet durumu hepimizde az ya da çok var, bir ucunun anarko-primitif tavra kadar götürülebildiği bir modern cinnet yaşıyoruz. O kadar çok uyaran var ki etrafımızda. Bu kadar uyaran karşısından delirmiyorsak, Van Gogh gibi kulağımızı kesmiyorsak parmağımızı tavada kızartmıyorsak çok ciddi sorun var demektir, olana bitene alışıyoruz demektir. Alışmamamız gerekiyor. Bizi modern cinnete götüren şey bu alışma. Alışıyoruz alışıyoruz alışıyoruz ama bir yerde patlıyor, bir yerde ‘insan’ olduğumuzu hatırlıyoruz.
Mesela siz..
Mesela tv.de seyrettiğimiz herhangi bir ses yarışmasının jürisinin davranışları... O davranışları görüp eğer biz o izlediğimiz ekranı kucaklayıp pencereden atmıyorsak ciddi bir sorunla karşı karşıyayızdır, basit bir örnek olarak. Ya da Boğaziçi’nde başörtülü kızları okula almamak için kendi ayarlamış kurmuş rektöre karşı, İslamcı siyasetin tırnak içinde İslamcı siyasetin, verdiği cevapları görüp, her ikisini de büyük bir şaşkınlıkla hatta dilimizde küfürle izlemiyorsak orada bir sıkıntı vardır. Gene Cinnet Modern’de “abdullah gülün ülkemize cumhurbaşkanı seçilmesi” diye bir dize de var. Ya bir adamın ülkemize cumhurbaşkanı seçilmesi süreci insanı delirtecek bir süreç haline getirilebilir mi? Türkiye’de getiriliyor. Daha da delirtici şeyi Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi için cansiperane mücadele eden beyefendilerin başörtüsü yasağının kaldırılması konusunda ne türden bir mücadelesizlik örneği sergilediklerini de görüyoruz. Yani her iki ucu da bizi cinnete götürmez mi, oturup sağlıklı düşünmeyi başarabilirsek.
Şairsiniz. Bütün bu olup bitenler içinde sizi şiir yazmaya yönelten sebep nedir?
Bu sorunun cevabını neredeyse kesinlikle bilmiyorum. Beni şiir yazmaya yatkın kılan şey, ‘eğer şimdi şu an bu dizeyi yazmazsam galiba ben ölürüm’ dedirten şey ne, tam olarak bilmiyorum. Fakat bu şiire karşı agnostik bir tavır geliştirmeyi istememden kaynaklanmıyor. Şiirler yazdıktan sonra farklı farklı sonuçlar ve ruh halleri yaşadığım için şiirimin sebebini bu sonuçlarla ya da ruh haliyle açıklayamadım. Ben yolda yürüyordum ve yolda yürüme halini yazabileceğim aklıma geldi. Yazmaya başladım. Son derece doğal ve bana ait bir şey bu, bu yüzden açıklayamıyorum, sonucuna ulaştım. Sorduğun sorunun ne denli değerli bir soru olduğunu biliyorum; ama maalesef cevabım yok.
Anladım. Şiiri yazma süreciniz de doğallıkla ve doğal ortamlarda oluşuyor sanırım?
Vapurda yazabilirim, cep telefonuma yazabilirim, bilgisayarda yazabilirim etrafımda 150 bin insan varken, bir stadyumda yazabilirim. Aman uzletime çekileyim bir İstanbul manzarası seyrederken yazayım durumu yok. Aynı zamanda bütün modern uyaranlara açık olarak da şiir yazabilen biriyim, bu da galiba şiirin bende nasıl bir etki oluşturduğunu bilememekten kaynaklanıyor.
Yani şiir üst bir haldir, ilham gelir, kütle olarak bir şey bana geldi döktüm onu gibi bir şey yok yani...
Yani öyle yazan arkadaşlar da vardır belki, haksızlık etmeyelim ama ben öyle yazmıyorum.
En azından gerçekçi, toplumcu şiirler pek öyle olmuyor herhalde. Konu var konunun üzerine gidiyorsun..
Ben ona politik şiir demeyi tercih ediyorum. Hatta Hakan Arslanbenzer’in terimleştirdiği haliyle neo-epik. Ben giderek daha siyasi bir şiir yazdığımı fark ediyorum yani. İyi mi yapıyorum bilmiyorum.
Bizce iyi yapıyorsunuz.. Yani şiir ortamındaki dağ, ırmak, patika, hayal imgelemi baydı hepimizi, klişelerle taştı o. İhtiyacımız olan toplumda karşımıza çıkan şey, onu yazmak. Neo-epik şiiri ayrı tutarsak, 5 tane edebiyat dergisini önümüze koyup okuyalım, gerçekten sokağa çıkıp yürüdüğümüzde karşılaştığımız herhangi bir şey neredeyse hiç yok yani..
Yok, çünkü şiirin bir başka katmanda yazıldığını ve bir üst durum olduğunu var sayıyorlar. Hayır, şiir bir üst durum değil, edebi türlerin en üstünüdür sadece. Niçin bir üst katmanda duygulanayım ki. 2008 yılında şu sokaklarda yaşıyorken, şurada yürüyen ve biraz önce bir doz kokain çekmiş kızın yüzüne bakarken niçin divan edebiyatı şairlerin cumbalarından bakan kadınlara bakarken hissettiklerini hissedeyim ki. Öyle bir hayat yok ki abi, var mı böyle bir hayatı olan. Gerçek olan bu, bunu anlatmayacaksak niye şiirin peşinde koşalım ki. En nihayetinde Fuzuli mesela, politikadan bağımsız bir şiir mi yazıyordu sanki?
Şiirlerinizle ilgili ne tür tepkilerle karşılaşıyorsunuz?
Bana özellikle sağdan ve soldan muhafazakar kesimlerin gelen en net eleştiri: “İyi de şimdi bu kelimeler buraya olmuş mu yani?” Peki çocuklarınız hangi dille konuşuyor. Senin 18 yaşındaki oğlun prezervatifi prezervatif olarak tanımıyor mu? Kelime dağarcığında herhangi bir küfür yok mu? Yapma bunu yani. Bu kadar steril bir toplum hayalin varsa senin Hitler’le bir akrabalığın olabilir mi? Ki olabilir yani, bu kadar sterillik istediğine göre. Şiire dair kafalarında üst bir konumlandırma var ve mutlaka söğüt olur, ırmak, gül, bahçe olur ama bir şiirde prezervatif geçemez, lanet kelimesi geçemez.
Şiirlerinizden okuduğum mısralarla devam edelim istiyorum: “ali yok, murtaza yok, kahramanlık öyküleri yok bilmiyorsun hiçbir şey”. Artık kahramanlık yok mu sizce, kahraman ölümü fikrine mi katılıyorsunuz?
Kahraman var mı? Sokaktaki kavgada şiir var, ama kahramanlık var mı ondan emin değilim. Kahramanlık şudur: Hz. Ali’nin kılıcı tam adamın boğazına dayamışken adamın yüzüne tükürmesi üzerine, biraz önceye kadar seni inandığım dava için öldürecektim ama artık kişisel bir şey olduğu için öldürmeyeceğim. Bu tavırdadır kahramanlık. Kahramanlık, meseleni savunurken ahlakı ve vicdanı hiçbir zaman elden bırakmamaktır. Böyle adam sayısı Türkiye’de bir elin parmaklarını geçmez. Ece Temelkuran mesela Cumartesi Annelerini savunurken bir kahramana dönüşür, ama başörtülü kızları savunurken düştüğü komikliğe inanamazsınız. Nasıl olur da işkence altında ölmüş bir üniversiteli çocuğu anlamakta bu kadar derin bir isabet kaydederken, üniversite kapısından döndürülen başörtülü bir kızı anlamakta nasıl bu kadar hödükleşebilirsiniz. Bu düzlemde tartışacaksak kahramanlık yok.
Şöyle bir mısra: “bu yenilgiden yeni bir yenilgi onardık ve düştük, sürdükçe sürdü yalnızlığımız”. Bu mısralar bir öz eleştiri mi İslami camia bağlamında?
Son derece politik ve bugüne ait bir göndermesi var bu dizenin. 28 Şubat bütün imkanlarıyla ve bütün tanklarıyla Türk İslamcılığının üzerinden geçmişken, bir yol ayrımına gelindi. Ya o dünyevi yenilgiden yeni bir yol, şahlanış gerçekleştireceklerdi; ya da Ak Parti’yi kuracaklardı. AKP’yi kurdular. AKP bütün biçimleriyle bir yenilgidir. Ve şu an zihinsel olarak AKP’li olmayan İslamcı sayısı da çok azdır. Yenilgiden yenilgi onarmayı böyle anlıyorum. Bizi Abdülkadir Aksu’nun, Cüneyd Zapsu’nun, Cemil Çiçek’in, Egemen Bağış’ın falan yönetmesine müsaade ettiler.
Bazı İslamcılar da vahşi kapitalizmi acayip, derin bir şekilde keşfettiler. Ve ifrat hep tefriti doğuruyor. Kimse kızmasın bana, İsmailağa Cemaati’nden ayrılmış pek çok insan tanıyorum, bir diğer uçtalar şimdi, normalde değiller. İslamcılar 80’ler 90’lar boyunca hayatlarını normalize etmediler, dolayısıyla normalleştirmedikleri hayatları şu an onları uç bir yere getirdi. En nihayet başbakanın eşinin dükkan kapattığını duyuyoruz alışveriş etmek için. Bunu bir de Britney Spears yapıyor…
Şiirinizde Musa peygamber çok geçiyor. Musa adına sizi bağlayan nedir?
Çünkü kekeme. Musa’nın kekemeliğinden öğrenmemiz gereken çok şey var. Bu, bütün kaleleri zapt edilmiş bir ülkeden bile daha önemli bir şeydir. Musa kekemedir ve dilimi çöz diye dua eder. Dili çözüldü mü çözülmedi mi onu bilmeyiz, dua ettiğini biliriz. Dilimi çöz, çünkü ben bu dille bu ifadeyle, bu kekemeliği üzerimden atarsam işte şu kavmi hizaya sokacağım. Musa’nın Allah kurban edilmesi istenen o buzağıyı kavmine tarif ederken yaşadığı sıkıntı beni çok alakadar ediyor. Şimdi bu kavmin karşısında kekemeyiz ve dilimizin çözülmesi için dua ediyoruz, dolayısıyla Musa benim şiirimin vazgeçilmez kahramanlarından biri olacak.
Söyleşi için teşekkür ederiz.
Eyvallah. Ben de teşekkür ederim.
Ali Düz'ın Yazısı.