Sorunun Ortaya Konulması

Kur’an’ın pek çok âyetinde Allah’ın canlıların rızkını yarattığı, buna kefil olduğu, tek rızık verenin Allah olduğu belirtiliyor. Bu âyetlerden anlaşıldığına göre hiçbir varlığın rızıksız kalmaması, rızık elde edememe sebebiyle ölmemesi gerekir. Oysa biz etrafımıza baktığımızda açlıktan ölen binlerce insan ve hayvan görüyoruz. Açlıktan ölmese bile dünya üzerinde milyonlarca kişinin yeterince beslenemediğini görüyoruz. Şu halde insanların rızkı Allah tarafından ezelde mi takdir edilmiştir? Rızık artıp eksilir mi? Açlıktan ölen insanlar rızkını elde edememiş mi oluyor?

Rızık Nedir?

Bu sorulara cevap vermeye geçmeden önce “rızk” sözcüğünden ne anlamamız gerektiğini netleştirelim.

Rızk, Allah Teâlâ’nın canlılara yeme içme ve başka hususlarda yararlanmak üzere verdiği her şeyi ifade eder. Bir diğer ifadeyle rızk, bir canlının varlığını sürdürebilmesi için ihtiyaç duyduğu şeylerdir. Mesela insanları ele alalım. Bizler bu hayatta varlığımızı sürdürebilmek için hava teneffüs etmeye, yemek yemeye, su içmeye, sıcak ve soğuktan korunmaya ve barınmaya ihtiyaç duyarız. Bu ihtiyaçlarımız karşılanmadığı takdirde varlığımızı devam ettirmemiz mümkün olmaz. Aynı durum bütün canlılar için de söz konusudur. Denizin altındaki bir balık, gökyüzünde uçan bir kuş ya da ormanlarda yaşayan bir solucan da varlığını devam ettirebilmek için beslenmeye, barınmaya ihtiyaç duyar. Balığı denizin dışına çıkardığınız takdirde orada varlığını devam ettiremez, kısa bir süre içinde ölür. İnsan da havasız yaşayamaz, havasız bir ortamda kısa bir süre sonra ölür. O halde canlı varlıkların hayatlarını sürdürebilmeleri için Cenâb-ı Hakk’ın onlara verdiği her türlü imkân “rızık” kelimesi ile ifade edilebilir.

İnsanlar söz konusu olduğunda Kur’an “rızık” kavramını sadece bedensel canlılığın devam etmesi için sunulan nimetlerle sınırlamaz. İnsanı insan kılan aslî unsur olan ruhunun doğru dürüst bir hayat sürebilmesi için sunulan imkânlar da rızık olarak ifade edilir. Buna göre hidâyet, vahiy, İslam, Kur’an da mümin bir kimse açısından manevî birer nimet ve rızıktır.

Rabbimiz de hayat sahibi bir varlık olmakla birlikte O, hayatını sürdürmek için rızka muhtaç değildir. Rızka muhtaç olmak âcizlik ve çaresizlik göstergesidir. Bu konuda Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum. Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.” (Zâriyât, 56-58)

“De ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden, [canlılara rızkını] yedirdiği halde [kendisi] yedirilmeyen Allah’tan başkasını mı dost edineceğim!” (En’âm, 14)

Rızkı Veren Allah’tır

Kur’an pek çok âyetinde rızkı verenin yalnızca Allah olduğunu, Allah dışında başka bir rızık veren olmadığını belirtir. Bu âyetlerin bir kısmı şöyledir:

“Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; Allah’tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? O’ndan başka tanrı yoktur. Nasıl oluyor da (imandan inkâra) çevriliyorsunuz!” (Fâtır, 3)

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah’ın üzerinedir.” (Hûd, 6)

“Nice canlı var ki, rızkını (yanında) taşımıyor. Onlara da size de rızık veren Allah’tır. O, her şeyi işitir ve bilir.” (Ankebut, 60)

Kur’an’da buna benzer pek çok âyet bulunmaktadır. Bu âyetlerin verdiği mesaj şudur: Canlıların hayatta kalabilmek için muhtaç oldukları rızkı yaratan Allah’tır. Allah dışında başka bir rızık verici yoktur.

Hiçbir Canlıya “Açlıktan Ölmeme” Garantisi Verilmiş Değil!

Allah Teâlâ tarafından hiç kimseye açlıktan ölmeme garantisi verilmiş değildir. Tek tek fertlerin ecelleri olduğu gibi toplumların da ecelleri bulunmaktadır. Gerek fert gerekse toplumların ecelleri Allah tarafından takdir edilmiş olup ne bir an öne alınır, ne de bir an geri bırakılır. Bu dünyada her şeyi bir takım sebeplere bağlayan Rabbimiz, fertlerin ve toplumların ecellerini de bir takım sebeplere bağlamıştır. Deprem, yanar dağ patlaması, Tsunami gibi tabii sebeplerle fertler ve topluluk halinde ölümler gerçekleştiği gibi trafik kazası, iş kazası, savaş, cinayet vb. sebeplerle de ferdi ve toplumsal ölümler söz konusu olmaktadır. Açlık da gerek fert gerekse toplumların ölüm sebeplerinden biridir. Geçmişte ve günümüzde binlerce, on binlerce hatta kimi zaman milyonlarca insan nasıl ki savaş, deprem vb. sebeplerle ferdi olarak veya toplumsal olarak ölmüşlerse yine geçmişte ve günümüzde binlerce ve milyonlarca insan ferdi ve toplumsal olarak açlık sebebiyle ölmektedir. Açlıktan ölen insan ya da hayvanların öldüğü zamana kadar ki rızıklarını da Allah vermiştir. O halde gerek insanlardan gerekse diğer canlılardan bir kısmının açlıktan ölüyor olması, Allah’ın her canlının rızkını verdiği gerçeği ile çelişmez.

Açlık da Allah’ın İmtihanlarından Bir İmtihandır

Allah, dünya hayatında kullarını –onlar açısından- bir imtihandan geçirmektedir. İmtihanın söz konusu olduğu hususlardan birisi de rızkın bollaştırılması veya kısılması, insanların bazen aç kalmasıdır. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurur:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 155)

“Görmediler mi ki Allah, rızkı dilediğine bol bol vermekte, dilediğininkini de daraltmaktadır. Şüphesiz imanlı bir kavim için bunda ibretler vardır.” (Rum, 37)

“Bilmiyorlar mı ki Allah, rızkı dilediğine bol bol verir, dilediğinden de kısar. Şüphesiz bunda inanan bir kavim için ibretler vardır.” (Zümer, 52)

“İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde “Rabbim bana ikram etti” der. Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise “Rabbim beni önemsemedi” der. Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz, yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz, haram helâl demeden mirası yiyorsunuz. Malı aşırı biçimde seviyorsunuz.” (Fecr, 15-20)

Bu âyetlerden de anlaşılacağı üzere gerek bireysel gerekse toplumsal imtihanlarımızdan birini de açlık oluşturmaktadır. Kıtlık, kuraklık, tabii afetler, savaş vb. bir takım sebeplere bağlı olarak bireysel ya da toplumsal planda açlık söz konusu olabilmektedir. Bu ise Allah’ın rızık verici olmasına aykırı değildir.

İnsanlara Niçin Bol ve Eşit Rızık Verilmiyor?

Allah’ın kimi insanların rızkını bol kimilerininkini daraltması ya da bir kimsenin rızkını bazen bollaştırıp bazen daraltmasının bizim bilebildiğimiz ve bilemediğimiz pek çok hikmetleri vardır. Kur’an bu hikmetlerden ikisini şu şekilde ortaya koymuştur:

“Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarının haberini alandır, onları görendir.” (Şûra, 27)

“Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.” (Zuhruf, 32)

“Allah kiminize kiminizden daha bol rızık verdi. Bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere verip de bu hususta kendilerini onlara eşit kılmazlar. Durum böyle iken Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?” (Nahl, 71)

Bu âyetlerden anlaşıldığına göre insanlara rızkın her zaman bol bol verilmemesinin bir takım hikmetleri bulunduğu gibi herkese eşit rızık verilmemesinin de bir takım hikmetleri bulunmaktadır.

Rızkın her zaman bol bol verilmemesinin hikmeti insanların azgınlaşmasının önüne geçmek, insana acizliğini, muhtaçlığını hatırlatmaktır. İnsan her istediği rızkı hiçbir zahmete katlanmadan elde etse kendisinin rızka muhtaç olduğunu unutur. Nitekim orucun farz kılınma hikmetlerinden birisi de insana muhtaçlığını ve âcizliğini hatırlatmaktır. İnsanların rızık konusunda eşit seviyede olmamasının hikmeti de insanların birbirine iş gördürebilmeleridir. Bu dünya hayatında herkes aynı zenginlik seviyesinde ve herkes aynı rızka sahip olsaydı yaşam dururdu. Çünkü o zaman hiç kimse insanlığın hayatının devamı için zorunlu olan zor meslekleri seçmezdi. Mesela hiç kimse asfalt işçiliği, kömür madeninde çalışma, demir eritme vb. zor meslekleri seçmez, bu ise insanlığın yaşamının tehlikeye girmesiyle sonuçlanırdı. İnsanlar arasında rızık ve zenginlik farkının bulunması, onların birbirlerine iş gördürmeleri ve meslek sahalarının açılmasını sağlamıştır.

Rızıkların eşit dağıtılmamasının sebep ve hikmetlerinden birisi de kulların ellerindeki rızkı muhtaç olanlarla paylaşıp paylaşmayacakları konusundaki imtihandır. Rabbimiz başta zekât, fitre ve kurban gibi ibadetler olmak üzere her vesile ile rızkı bol olanların rızkı dar olanlara yardım etmesini emretmiş, cimrilik eden, infaktan kaçınanları ise azap ile tehdit etmiştir.

Kur’an, kâfir olup da rızkını fakirlerle paylaşmaktan kaçınan bazı zenginler hakkında “Allah dileseydi bu fakirlere kendisi rızık verirdi. O bunların yaratıcısı olduğu halde vermediğine göre biz niçin verelim ki?” şeklinde bir mantıkla infaktan kaçındıklarını belirtir. Rabbimiz bunu şöyle haber verir:

“Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfediniz, denildiğinde, kâfirler müminlere dediler ki: Allah’ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içindesiniz.” (Yasin, 47)

Allah’ın bir kimseye bol rızık vermesi mutlaka onu sevdiği anlamına gelmediği gibi bir kimsenin rızkını daraltması da onu sevmediği anlamına gelmez. Tarihte başta peygamberler olmak üzere nice Allah dostları, âlimler açlık ve fakirlikle sınanmışlardır. Nitekim Peygamberimiz ve ashab-ı kiram, Hendek savaşı esnasında açlıktan karınlarına taş bağlamışlardır.

Rızık İçin Çaba Göstermemiz Emredilmiştir

Kaderin bir yönü Allah Teâlâ’ya diğer yönü ise kullara bakar. Mesela hastalandığımız zaman şifayı veren Allah’tır. Bununla birlikte Allah Resûlü (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ın kulları! Tedavi olunuz. Allah hangi hastalığı yaratmışsa mutlaka şifasını da yaratmıştır. İhtiyarlık ise bundan müstesnadır.” (Ebu Davud, “Tıb”, 1) 

Rızık meselesi de böyledir. Rabbimiz rızkı kendisinin yarattığını, kendisi dışında rızık veren olmadığını belirtmekle birlikte kulların, rızkı elde etmek için helal yoldan gayret göstermelerini emretmiştir. Bu konuda şöyle buyurur:

“Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur. Şu halde yerin omuzlarında (üzerinde) dolaşın ve Allah’ın rızkından yeyin. Dönüş ancak O’nadır.” (Mülk, 15)

“Rabbiniz, lütfunu aramanız için denizde gemileri sizin için yüzdürendir. Doğrusu O, sizin için çok merhametlidir.” (İsra, 66)

“Rahmetinden ötürü Allah, geceyi ve gündüzü yarattı ki geceleyin dinlenesiniz, (gündüzün) O’nun fazlu kereminden (rızkınızı) arayasınız ve şükredesiniz.” (Kasas, 73)

“[Cuma] namaz[ı] kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Cuma, 10)

Şu halde rızkın takdiri Allah’tan ancak kazanılması kuldandır. Eğer kullar, Rabbimizin rızık elde etme konusunda koyduğu bu kurala uymazlarsa rızıklarını elde edemezler. Bir kimsenin “nasıl olsa rızkıma Allah kefil, öyle ise benim çalışmama ne gerek var?” gibi bir düşünceyle tembellik etmesi, yan gelip yatması onun kader ve tevekkül konusunu anlayamadığını gösterir.

Açları Doyurmak ve Doyurmaya Teşvik Etmek Emredilmiştir

Açlığı imtihan alanlarımızdan biri olarak var eden Rabbimiz diğer yandan, aç olanları doyurmaya insanları teşvik eder. Açları doyurmaktan ancak kâfirlerin ve dini yalan sayanların kaçınacağını belirtir. Açları doyurmamayı cehenneme girme sebepleri arasında sayar. Dahası insanlara sadece açları doyurmayı değil başkalarını da buna teşvik etmeyi emreder. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurur:

“Dini yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi itip kakar; yoksulu doyurmaya teşvik etmez.” (Maun, 1-3)

“Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz, yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz, haram helâl demeden mirası yiyorsunuz. Malı aşırı biçimde seviyorsunuz.” (Fecr, 17-20)

“[Cennetlik olanlar cehennemdekilere] Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?” diye sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik, yoksulu doyurmuyorduk.” (Müddessir, 42-44)

Rabbimizin Rızkı Tüm Canlılara Yetecek Miktardadır

Rabbimiz yeryüzünde tüm canlılara yetecek şekilde rızık yaratmıştır. Eğer yeryüzünde insanlar açlıktan ölüyorsa bu, -hâşâ- Allah’ın onların rızkını unuttuğundan, hazinesinde onlara yetecek rızık bulunmadığından, onları sevmeyip cezalandırdığından değil yeryüzündeki insanların bir bölümünün haksızlık, zulüm ve sömürü yoluyla bu kimselerin hakkını yemeleri yahut da yardım etmeleri gerekirken yardımdan uzak durmaları sebebiyledir. İnsanların kendi yaptıkları zulümlerin faturasını Allah’a kesmeleri adalet ve insafla bağdaşmaz.

Allah’ın Rızık Konusunda Yeryüzünde Var Olan Adaletsizliğe Müsaade Etmesinin Sebebi Nedir?

Allah’ın niçin bu zulüm ve sömürüye müsaade ettiği sorulabilir. Bu soru, adaletin bu yeryüzü şartlarında tam olarak gerçekleşmesi gerektiği düşüncesinin dışavurumundan başka bir şey değildir. Bu düşünceye göre zulüm ve haksızlık hemen ve şimdi cezalandırılmalıdır, aksi takdirde Allah –hâşâ- haksızlığa göz yumarak bu haksızlığın ortağı olmuş olur. Oysa gerçek böyle değildir. Rabbimiz, bir imtihan gereği yeryüzünde insanların birbirine yaptığı haksızlıklara derhal müdahale etmemektedir. Bu durum onun bu haksızlıklardan habersiz ve gafil olduğu anlamına gelmediği gibi bunları onayladığı anlamına da gelmemektedir. Nitekim Rabbimiz bu konuda şöyle buyurur:

“Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 42)

O halde bu dünya, adaletin yüzde yüz tecelli edeceği bir mekân değildir. Nitekim sadece açlık konusu değil bu husus diğer konular için de böyledir. Söz gelimi bu dünya şartlarında milyonlarca kişi haksız yere savaş sebebiyle öldürülmekte, yurtlarından sürgün edilmekte, tecavüze uğramakta, mallarından edilmektedir. Bütün bu durumlarda haksızlıkları yapanlara hemen ve derhal ceza verilmemektedir. Çünkü her haksızlık yapana bizzat ilahi müdahale ile ceza verilecek olsaydı o takdirde yeryüzünde “Allah’ı inkâr” diye bir şey söz konusu olmaz, herkes ister istemez Allah’a boyun eğer ve bu durum da imtihana aykırı olurdu.

Başta açlık olmak üzere savaşlarda ölüm, tecavüz vb. suçların mağdurunun küçük ve masum çocuklar olması meselesine gelince; burada da yukarıda belirttiğimiz husus geçerlidir. Allah, bu dünya ölçeğinde toplumların karşılaştıkları felaketlerde –imtihanın devam etmesi sebebiyle- herhangi birini istisna etmemektedir. Söz gelimi bir deprem olduğunda bu depremde çoluk-çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek binlerce kişi ölmektedir. Bir trafik kazasında çocuk-büyük birlikte ölmektedir. Bir yangında büyük öldüğü gibi küçük de ölmektedir. Bir gemi battığında gemideki büyük şahıslar boğulduğu gibi çocuklar da boğulmaktadır. Bu gibi tabii veya beşerî felaket veya toplu ölüm durumlarında eğer Rabbimiz ilahî bir müdahalede bulunarak çocukları kurtarmış olsa bu defa yine imtihanın sırrı ortadan kalkacak, herkes ilahî müdahaleyi görmüş olacağından ister istemez iman etmiş olacaktır. Nitekim Hz. Peygamber döneminde küçük kız çocukları diri diri toprağa gömülmekteydi. Rabbimiz bundan habersiz olmadığını, gün gelip diri diri gömülen kız çocuğuna “senin ne suçun vardı ki seni diri diri toprağa gömdüler?” diyerek onun intikamını alacağını belirtmektedir.

Bütün bunlardan sonra her mümine düşen şey Rabbimizin her iş ve fiilinde bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz nice hikmetler bulunabileceğini düşünerek şöyle dua etmektir:

“Rabbimiz! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.” (Bakara, 32)


Soner Duman'ın Yazısı.