Safları Sıklaştıralım Beyler!
Biz, akıp gitmeyiz. Suya dahil olmayız yani. Çünkü “tehlikeli sularla” karşılaşırsak o “akıp giden suda” şiarlarımızı kaybedebiliriz. Biz, “yoldan gidenler” olmaya çabalarız. Yol güvenlidir, kara emniyettir.
Saflarınızı sıklaştırınız ve birbirine yaklaştırınız. Boyunlarınız da bir hizada olsun. Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki şeytanın siyah küçük koyunlar gibi safın boşluklarına girdiklerini görüyorum.” (Hâdis-i Şerif)
Soğuktu. Ama caminin dış bölümünde kılmamızı önerdi namazı. Peki dedim. İmam oldu, arkasında saf tuttum. Sonra bir kişi geldi, sonra üç kişi, sonra iki kişi daha...
Bütün ideolojiler, hayat terkipleri, bunlara öykünen yorumcular, ‘’dinde reform’’ safsataları ve buna benzer her şey, aklımdan silinip gitti namazdan sonra.
Bir çözüm ve tatmin vesilesi olarak aradığımız, peşinden koştuğumuz, uğruna vakit harcadığımız, okuduğumuz, fiili olarak dahil olmaya çabaladığımız bütün modern disiplinlerin sonunda hüsran bulacağız. Bunu farketmemiz hiç de zor değil aslında. Çünkü, ahireti önemsemeyen, Allah’ın ‘’planını’’ kendi planlarının üstünde tutmayan ne olursa olsun, (kişi, kurum, ideoloji) vasattır, baştan yeniktir. Bir defa, aklınla çizdiğin planlardaki aklın sahibi Allah’tır, senin de sahibin O’dur. Onun için, bu izah herhalde yeterlidir. Dolayısıyla, helal dairesi ve sana ‘’fayda’’ getirecek, seni hüsrana uğratmayacak olanlar Allah’ın planına sadık kalanlar, buna göre hareket edenlerdir.
İşte onlar, safları sık tutanlar oluyor. Her şey basit aslında biliyor musun? Bu kadar işte, safları sık tutanlarla beraber olmak. Hiç tanımadığın kişiler, gelip yanında saf tutuyor, bir ünsiyet kuruyorsun. Bunu devam ettirme şansın da var. Namazdan sonra, artık ‘tanışsın’ o kimselerle. Namazlarına şahitlik ettin. ‘’Emin’’ olduklarına...
Dünyada, içinde “çıkar’’ olmadan, içine ‘’riya, haset, fesat’’ karışmadan oluşan bir birliktelik var mı? Olsaydı, haşa Allah’ın hükmüne aykırı olurdu zaten. Onun için, mantığın, aklın sınırlarını zorlamaya falan gerek yok, ‘’saf tutmak’’ bize yeter. On saniyede bunun doğruluğunu kavrayabilirsin.
‘’Onlar, Rablerinin dâvetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri kendi aralarında istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar.’’ (Şûra Sûresi: 38.)
Bediüzzaman Hazretleri de bir sözünde şöyle buyuruyor: “Asya kıtasının ve istikbalinin keşşafı ve anahtarı şûrâdır.” (Hutbe-i Şâmiye, s. 66)
Dolayısıyla, gelmek istediğimiz nokta, ‘’meşveret’’ idi. Rabbimiz ne buyuruyor? Önce, “namazı dosdoğru kılar onlar.” Sonra? “Onların işleri kendi aralarında istişare iledir.”
Biz, namazı dosdoğru kılsak, geriden zaten işlerimizi de “dosdoğru” halledebileceğiz. Bunu anlamamakta ısrar ediyoruz. Abdest ile maddi vücudunu temizleyip hazırlık yapıyorsun, sonra Rabbine tazimde bulunuyorsun. Allah seni hiç boş bırakır mı böyle yaptığında!? Ki zaten, bunu başarabiliyorsan, gerek kendin, gerekse sosyal ilişkilerin, bütün hayatın bir tertibe ve huzura kavuşacaktır. Senin bu hazırlığını, tazim gösterişini uygulayan “dostların” var. Onlarla konuşacaksın, dertleşecek, fikir alışverişinde bulunacaksın. Buradan hasıl olan bereketin fazlasını hiçbir yerde aramana gerek yok!
Namaz için hazırlandığında, nefsin bir şekle bürünse de ortaya koysan onu, nasıl inleye inleye, çıldırarak bağıracak! İstemiyor çünkü senin Rabbine tazim göstermeni. Senin, dünyayla sarmaş dolaş, kolkola bir hayat yaşayıp, yaşlanınca ‘of of, gitti gençlik’ demeni istiyor. Zaten, o zaman terkedecek seni, onu dövmenin de bir faydası kalmayacak. Bir tarafta gençlikte “süslü gösterilen” dünya nimetleri var, bir de yaşlılıkta elden ayaktan düşüp, bunlara ihtiyacın kalmadığı zamanın var. Sence, hangisinde yaptığın ibadetin değeri daha fazla?
Keşke, özellikle biz gençler, ‘meşveret’i kendi aramızda, namazlardan sonra yayabilsek. Bu yolu takip edebilsek. İnanıyorum ki, buradan hasıl olan bereket, bizi daha diri kılacak, işimize gücümüze değer katacak. Önce safları sıklaştırıp, sonra bunu uygulamak gerekiyor. Çünkü savruluyoruz. Birileri ‘herkes gelsin, herkes gelebilir’ diyor, bir gidiyoruz ki, aynı safta “yürüdüğümüz, ortak dava sahibi olmamız istenen kişiler, gruplar vs” bırakın Allah’ın planını başta tutmayı, onu “tanımıyorlar” bile. Bundan kaçınacağız. Çünkü, derdimiz, davamız bellidir.
Bir tarafta, akıp giden hayat için güya, “çözüm sunan” ideolojiler, birliktelikler var, diğer tarafta ise namaz kılan ve dosdoğru olan müslümanlar var. Biz, akıp gitmeyiz. Suya dahil olmayız yani. Çünkü “tehlikeli sularla” karşılaşırsak o “akıp giden suda” şiarlarımızı kaybedebiliriz. Biz, “yoldan gidenler” olmaya çabalarız. Yol güvenlidir, kara emniyettir.
Onun için, “yolda olanlar” her namaz için durduklarında, aralarındaki ünsiyeti artırmalı, bütün hayat meseleleri hakkında konuşmalıdırlar. Ancak böyle çözüm bulabiliriz. Çünkü, ortaklığımız Allah’a karşı...
Taha Süren'ın Yazısı.