Sevgili GENÇ İyi ki Varsın!
içimden dedim gömülü bir ırmağın yalnızlığıdır bu
beraber yürüyelim olur mu..
(İbrahim Tenekeci)
Sevgili GENÇ, sayfalarının içinde kendinden ve geçmişinden en çok bahseden yazar benimdir herhalde. Okuyucu ile samimi bir kontak kurmaya çalışmanın bu demek olmadığını uzun yıllar sonra öğrendim. Kişinin kendinden bahsetmesi kendi hayatını aktarması tecrübelerini paylaşması iyi olsa da bunu sürekli yapması seviyenin düşmesine sebep olabiliyormuş. Leyla İpekçi öyle diyor. Bu tür yazılar bu yüzden çok okunabiliyormuş. Magazin barındırdığı için. İtiraf ve açıklamaların dozajına göre, kendini anlatan yazar kendi kendini yok edebiliyormuş.
Gördüğün gibi ne güzel bir girişte bulundum. Normal bir yazar bu tür tespitlerde bulunduktan sonra ortaya en hafifinden bir mesele koyar, bir çıkarım yapar, bir duygu itekler...
Normal yazarlar öyle yapadursun ben yine kendimden bahsedeceğim.
Sevgili GENÇ; hayatın beni yüzlerce insan ile aynı koşu bandına koyduğunu ve durduğum yerde koşup, koştuğum yerde durduğumu anladığım o anda çıktın karşıma. Muhtemelen mutfakta hamur kızartıyordum, o zamanlar mail kutularına mesaj düşünce duyalım diye devasa bilgisayarların sesini açardık (görmemişin bilgisayarı da diyebilirsin). Bir mail alındı sesi geldi ve koştum geldim mutfaktan. Mesaj sendendi. Bir sitede yayınlanan yazımı telif etmek istiyordun. Mutfakta hamur kızartan işsiz bir üniversite mezunu için “telif” lafı çok havalı duruyordu doğrusu. Telif teklifi, teklif iltifatı, iltifat marifeti tetikledikçe seninle kesişen halka sayımız çoğaldı. “Gençler böyle istiyor”, “sektörde bunlar gerekli” diye habire sırtımıza yumruk indirip semeliğimizi kabulden sayan medya elemanlarına inat kalbî bir yayıncılık yapıyordun. Muhatabından önce kendini yetiştirme telaşındaydın. Gençler bunu istiyor diyerek ortaya kendi hayasızlıklarını ve seviyesizliklerini döken insanlar, tekrardan dolayı oluşan bir alışkanlığı “istek” olarak nitelendirirler daima. Medya bu yüzden en tehlikeli silahtır. Aslında istemediğimiz, aklımızın ucundan geçmeyen ne varsa bir ekran veya renkli sayfa ile özümüze şarj edilir. Sonuç , kendi beynini satan sonrada kendi parasıyla geri alan bir nesil. Ama sen kibarca(!) özetlemek gerekirse ensemize şırrak diye patlatılacak sopayı seçme özgürlüğünü gençlere veren medyanın karşısında bir yiğit gibi dikiliyordun. Kullanacağı parfümden, izleyeceği filme, dinleyeceği müziğe kadar; su içerken çıkaracağı sesten, yatarken ne giyeceğine kadar sürekli emirler tazyiki altında kalan gençlere özünde var olanı keşfetmeyi öneriyordun. “Gençler bunu istiyor” diyerek gençlerin zeka seviyesini aşağıya çeken ve onların hormonlar ve aidiyet duygusu arasındaki sıkışıklığından nemalanan bu devasa sektörde, ayakları yere basan bir dergiydin. İnsanı aptallaştıran, zihni semelikte depar attıran her türlü malzeme karar verme mekanizmamızı çökertmek için elinden geleni yapıyor ve böylece biz karar veremeyince bizim yerimize başkaları karar vermeye başlıyordu. Tüm bunları algılamak için dahi olmaya da gerek yoktu. Yaptığın işin “mal” olduğunu düşünürsen onu reklamla satar, manipülasyon ve aldatmaca ile amacına doğru yürürsün. Yaptığın işin bir “değer” olduğunu düşünürsen tüketilmesi için değil çoğaltılması için uğraşırsın. İşte sen, kapitalizmin şakağımıza dayadığı silahların önüne kendini atan bir kahraman gibiydin. Mutfağa dönerken muhtemelen bunları düşünmüş olmalıyım. Ve hamurlar yanmış olmalı. Emin değilim. Hamur, mutfak, yağ ne varsa o günden sonra benim için ikinci plana düştü çünkü.
Sevgili GENÇ; hayatıma anlam kazandıran noktadasın. Senin başlangıç noktanı kendime mihenk noktası kıldım zamanla. Beslendiğin kaynağı kendime pınar bildim. Sevdim. Sevmek; kaynakları gün geçtikçe tükenen bir dünyada tutumlu olmak gibi bir şeydir sanırım. Sevmek üzerine bir düzine şey yazılabilir. Ama yazılan her ne varsa “sevilmek” zarfına konulmadıktan sonra yarım kalacaktır. Sen “pazarlamanın”, “satılmışlığın”, “maşa olmanın” yaklaşamadığı ve uyuz olduğu bir gençlik dergisi olarak sevmeyi ve sevilmeyi büyütmeye devam ediyorsun. Karşılıksız severek değil, karşılık bularak, büyüyerek ve katlanarak. Çünkü karşılıksız olduğunda işe yaramayan tek şey sevgidir. Karşılığı olmadığında yüktür sevmek. Bir akrabam oğlunu evlendirirken şöyle dua etmiş “Allahım gelinim ve ailesi ne olur bizi çok sevsin”. Biliyor musun Allah duasını kabul etti. Gelini ve gelinin ailesi bu delikanlıyı çok sevdi. O kadar çok sevdiler ki boşanmamak için ellerinden geleni yaptılar. Boşanma sürecini kabusa çevirdiler. Akrabam eksik dua ettim diyor. “Biz de onları çok sevelim deseydim belki her şey çok güzel olacaktı”.. Akrabam işte taa yaşamın içinden böyle bir ders veriyor cümlemize. Sevmek ve sevilmek bir lütuf. Hele de mutfağında kızarttığı hamurlar kömüre dönüşmüş bir insan için.
Demem o ki sevgili GENÇ iyi ki varsın. İyi ki “gençler bunu istiyor” diyerek ortaya basit ve değersiz zırıltılar koymuyorsun. Sen her yeni yaşına bastığında içimi garip hüzünler sarıyor. Sebebi belli hüzünler. Çünkü varlık yokluğu hatırlatır, vuslat ayrılığı… Seninle beraber yürümek gün gelip sensiz kalmayı da hatırlatır. Varlığın yalnızlığıma usulca vurgu yapar. Gece aniden uyanıp saçma sapan yerlere yetişmeye çalışmıyorsam bu sayendedir. Elimi uzattığımda dokunduğum temiz yürekler adresim oldu sayende, görmediğim halde sinelerine dertlerimi döktüğüm kardeşlerim oldu. Onlardan özür dilemeliyim belki. Bilmiyorum. Yaşım otuz dört. Beni yoran nemli ve sıcak bir şehirde yaşıyorum. Yazı yetiştirmeye çalışmaktan kavga etmeye çalışan komşularıma zaman kalmıyor. İnsanları değiştirmeye çalışmak yerine kendimi değiştirmeye çalışıyorum. Başarılı olduğum söylenemez. İki çocuk büyütüyorum ikisi de benden ayrı iki dünya. Belki de iyilik üzerine bu kadar yazı yazmamın tek sebebi herkes iyi olsun ve onlar ileri de kötülük görmesin diyedir. Sevgili GENÇ, bastığım toprakta kendimi ait hissettiğim tek şey sanırım sensin. Aidiyet duygusu müthiş bir şey. Belki de kendimi çok önemsiyorum. En nihayetinde sıradan bir yazarım işte. Üstelik durmadan kendinden bahsedip seviyeyi düşüren bir yazar. Neyse gidip hamur yoğurayım. Sonra kızartırım belki.
Ayşegül Genç'ın Yazısı.