Hatice Yaltırak

1987 Haziran`ında Rahmet-i Rahman`a uğurlanan Cemil Meriç`in “Bu Ülke”sine dikkat kesilmenin, önümüze konulan gündemleri doğru okumamıza yardımcı olacağını düşünüyorum. Her kitap kendini okutacağı zamanı bilir inancında olmama rağmen bu kitabı okumak için yirmidört yaşıma gelmem gerekmeseydi diye hayıflanmadan edemiyorum. Şimdiye dek hayatımdan gelip geçmiş tüm öğretmenlerime sitem edemeden de duramıyorum haliyle.

u Ülke`yi okumadan bu ülkeyi anlayamazsın” demişti bir güzel insan. Haklıymış.

***

Cemil Meriç… Münzevi bir aydın… Arı duru bir üslup.

Sunulanla yetinmeyen, hep bir üçüncü yol arayan tavrı, Aliya İzzetbegoviç`i anımsattı bana.

Kelimeleri tarif etmeden girişilecek her tartışmanın kısır kalacağını savunan Meriç`in kitabının, sıklıkla kullandığımız fakat anlamları ve nereden geldikleri üzerine hiç kafa yormadığımız kavramları yeniden tanımladığı ilk bölümüne Nefi`nin Siham-ı Kaza(Kaza okları)` sının adını vermesi çok manidar. Buradaki hicivleri Nefi gibi katline sebep olacak olsa bile hakikati haykırmaya niyetli olduğunu gösteriyor bu isimlendirme.

Müstağripler bölümünde çıktığı yumurtanın kabuğunu beğenmeyen aydınların(!) bir bir ifşası ve kendi halkından, kendi ülkesinin sokaklarından bihaber bu güruhun ateşli savunucu ve temsilcilerinin halen varolduğunu farketmenin elemi. Münzevi Yıldızlar bölümünde ise bir entellektüelin gözünden Said Nursi`yi, Kemal Tahir`i, Tagor`u okumanın keyfi. “Biz ve onlar” bölümünde Aydınların dini “izm”ler, Fildişi Kuleden yeryüzüne salınan kelime ve kitaba dair cümleler ve Baki kalan`dan kısa ve sarsıcı metinler…

Kitaplara olan meftunluğu kitabın dokusunu oluşturuyor desek yanılmış olmayız. Ayrıca Doğu`nun görmezden gelinmesine olan incinmişliği de okunuyor her bahsinde. Yine okurken farkedeceğiniz gibi sürekli kendiyle didişen bir aydın Cemil Meriç. Görme yetisini kaybetmeseydi bir aksiyon adamı olur muydu bilmiyorum; zira bir tarafıyla da kalabalıklarla arasına mesafe koymuş biri. Elbette ki bu, hakikatin kendini kalabalıklarda göstermek istemeyeceği inancından da ileri gelebilir.

Yazdıklarının kıymeti bilinmiyor ve bilinmeyecek diye endişe ediyor, ancak kendisine, dehasına olan inancını yitirmiyor hiçbir zaman. Yazmaktan hiç vazgeçmemiş gözardı edilmesine rağmen. Efradı adeta sükut cinayeti işlemeye azmetmiş fakat işte sene 2010 ve Meriç`in cümleleri zihnimizdeki bulanıkları gidermeye devam ediyor.

Peki Meriç neler yapıyor Bu Ülke`de?

***

Bize yığın ve millet arasındaki farkı öğretiyor:

“Yığın düşünmez, maruz kalır. Nezleye yakalanır gibi tutulur bir fikre. Ateşi yükselince arslanlaşır, nöbet geçince her mukaddesi unutuverir.”

Okuduklarımızdan kendi fikrimizi devşiremezsek ortada bir zekadan söz edemeyeceğimizi savunan Proust`un bu görüşünü formülize ediyor bizim için:

“Zihin arı, kitap çiçek, dış dünya kovan”

Bir övünç nişanesiymişcesine kullanılan polemik ustası tabirini taca çıkarıyor :

 “Polemik zekaların savaşıymış. Zekalar birbiriyle savaşmaz. Kinlerin, peşin hükümlerin, gizli çıkarların savaşı polemik.”

Kalem sahiplerine tavsiyeler sıralıyor:

“Kalem sahiplerine düşen ilk vazife: telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcısı olmamak. Halkı okumaya, düşünmeye, sevmeye alıştırmak”.

Yazdığı köşeden, oturduğu koltuktan, çıktığı ekrandan yani sokakla hiç temas etmeden kendi gettosundan sokak hakkında ahkam kesenlere oklarını gönderiyor:

“Sokakta insanlar boğazlanırken düşüncenin asaletine sığınarak elini kolunu bağlamak düşünceye ihanettir”.

Düşünceye sonsuz hürriyet tanınması gerektiğinin üstünde duruyor, tüm ideolojileri tanıdıktan sonra kendi tarihi mirasımıza dayanarak bu ülkenin kaderini inşa etmemiz gerektiğini savunuyor. Yerli olmanın üstünde duruyor:

“İzm`ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşeilerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı.”

Aydın nedir`in cevabını avuçlarımızın içine bırakıp bizi bu ülkede aydın sıfatıyla ortalıkta dolaşanlar üzerinde bir kez daha düşünmeye sevkediyor:

“Aydın olmak için önce insan olmak lazım. İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur, maruz kalmaz seçer. Aydın kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi.”

Gerici kimdir`i anlatıyor:

“Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.”

Kitaba meftunluğumuzu anlatmak isteyip de dilimiz dönmediğinde onun cümlelerine başvurabilme imkanı sunuyor:

“Bu susam, kapıları açan büyü. Harami mağaralarının kapılarını değil, hükümdar hazinelerinin kapılarını: Kitap”

“Ben o yazarı anlamıyorum” cümlesiyle işin içinden sıyrılan ve kıymetli yazarları yalnızlaştırmakta bir beis görmeyenlere sesleniyor:

“Bir kitabı okurken  “Ne güzel kitap” deriz, “yazar da tıpkı benim gibi düşünmüş” Yanlış, şöyle dememiz gerekirdi: “Bunu daha önce hiç düşünememiştim ama, galiba doğru” Yahut, “Belki şimdi anlayamıyorum, birkaç gün sonra anlarım.” Önce teslimiyet, anlama cehdi. Sonra hüküm. Yazarın gerçekten değeri varsa, düşüncesini, bir hamlede kavrayamazsınız. Söylemek istediklerini bütünü ile söyleyemez yazar, söylemek de istemez. Gizler, istiarelere başvurur.”

Sağ-sol nedir`in, ideoloji nedir`in cevabını veriyor; yobazlığa övgü diziyor.

***

Öyle ki “Bu satırları yazan bize iyilik mi yapmış oluyor?”un cevabını bile veriyor:

 “Akıl doğruyu gösterir; iyi ile kötüyü ayıran gönül”


GENÇ'ın Yazısı.