@suleymanragip
 
Kendim de dahil, orta yaşlardaki birçok insan, bitmek bilmeyen ve her geçen gün daha da artan çeşitli kronik rahatsızlıklardan şikayetçi. Zamanında yediğimiz birbirinden sağlıksız, yapay, katkı maddeleri dolu, zararlı boyalarla süslü gıdalar, bugün aslında bizlere büyük faturalar ödetiyor. Gözü olan için aşikar bir gerçek bu, yediğimiz içtiğimiz şeyler adeta kaderimiz oldu, hayatımızın gidişatına birçok açıdan tesir etti.
 
Sahiden de bugün haddinden fazla yorgunsak, hiç beklenmedik rahatsızlıklarla illetliysek, kendimizi huzurlu, dingin, enerjik ve mutlu hissetmiyorsak, sebebi büyük oranda ne yediğimizle ya da yemediğimizle ilgilidir. 90’larda gecesini gündüzünü meybuzla geçiren, merdiven altı şekerlemelerle kendinden geçen nesil, bugün bir bakıma mahvolmuş durumda. Rüzgar esse başımız ağrıyor, azıcık ağır bir şey kaldırsak bir hafta yatmak istiyoruz, vücut kırılganlığımız öyle hassas ki kış ayları kabusa dönüyor vs..
 
Kur’ân’ı Kerim’de, yeryüzünde kötülüğü, anarşiyi, sömürüyü vs. arzu edenlerin, özellikle iki alanda tuzak kurduklarından bahsedilir. Bunlardan biri nesillerin ahlaksızlıkla, sapkınlıkla, sınırsız cinsel kimlik hayalleriyle yoldan çıkarılmasıdır. Diğeri de tarım yani gıda konusunda gerçekleşen korkunç müdahalelerdir.
 
Biz bu sayımızda, hayatımızın merkezinde yer alan gıda konusunu “acil durum” çağrısıyla masaya yatırmayı arzu ettik.
 
Gerçekten de bugün hem ne yediğimiz çok önemli bir hal almış durumda hem de ne yemediğimiz üzerinde derin derin düşünmek zorundayız. Öyle bir gerçeklikle karşı karşıyayız ki şaşırmamak elde değil. Çünkü özellikle çocuklar ve gençler, gıda konusunda çok büyük bir tehlikeyle yüz yüze. Dört bir yandan reklamı yapılan, tavsiye edilen ve nazarlarına sunulan yiyecek ve içecekler, büyük oranda hastalıklara davetiye çıkarıyor, temiz fıtratları bozuyor.
 
Diğer yandan da doğal olan, fıtri olan cazibesini kaybetmiş, albenisini yitirmiş durumda. Maalesef ki incir yemese, tereden haberi olmasa, bamyanın tadına bakmasa, barbunyayla tanışmasa, hiçbir şey kaybetmemiş olacağını düşünen milyonlarca insan var artık. Allah’ın yarattığı ve her birine eşsiz şifalar yüklediği sayısız nimete, “olmasa da olur” edasıyla burun kıvrılabiliyor, ne acı..
 
Evet, gıda meselesi milli güvenlik meselesi gibi önemlidir esasında, bunun farkına erkenden varanlar hem kendilerine hem de yakın çevrelerine en büyük iyiliği yapmış oluyorlar. Bu hassas meselede şuurla hareket edenler hayatlarına büyük güzellikler kattıklarının farkındalar. Bize de düşen, içinde bulunduğumuz sağlıksız hayat tarzından bir an önce firar edip, gıda konusunda ölçüyü kaçırmadan, ilkeleri unutmadan, nezih bir hayat sürmektir.
 
Son olarak, şu ibretlik anekdotu da paylaşarak yazımı bitirmek isterim.
 
Bugün mimari anlamda büyük bir Osmanlı mirasından bahsediyorsak eğer, bu hususta en büyük payın Mimar Sinan’a ait olduğu açık bir gerçektir. Hazret hatıralarında, şöyle önemli bir not düşmüştür: “Gençliğimde şu hayatta en değerli varlığın vücudum yani sıhhatim olduğunu anladım, hayatım boyunca ben ona çok iyi baktım, o da bana baktı ve sayısız hizmetimi gördü.”
 
Hazretin 86 yaşında ustalık eseri olan muhteşem Selimiye Camii’ni yaptığını düşünürsek, gençliğinde aldığı sağlıklı beden kararının ne bereketli neticeler doğurduğunu çarpıcı bir şekilde görmüş oluruz.
 
Hazır gıdalardan uzak durabilenlere, cipsleri kenara itebilenlere, hamburgere mesafe koyabilenlere, şeker ihtiyacını doğal meyvelerle giderebilenlere, mümkün mertebe dışarıda yemek yemeyip evde abdestle pişen yemekleri tercih edenlere ne mutlu..
 
Eylül ayında görüşmek üzere, sıhhatle, muhabbetle, hürmetle..


Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.