“Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak!” diyebilmek, bilgi ister, cesaret ister, basiret ve firâset ister ve bunların ötesinde derin ve sağlam bir iman ister. Bir çoğumuz, yolumuzu kalabalığın gittiği yöne doğru oluştururuz. Kalabalığın niteliği değil, sayısının çokluğu bizi iknâ eder. Böylesi bir iknâ, bilgi ve idrâke değil, algı ve görüntüye ve belki dışlanma korkusuna dayanır. Kitle psikolojisi uzmanlarının tespitine göre kitlenin akıl ve idrak seviyesi, henüz rüşd çağına (fayda ve zararı gereği gibi değerlendirebilme olgunluk yaşına) ermemiş kimseler seviyesindedir. Rabbimiz bu hakikati hatırlatarak şöyle buyurur:

وَاِنْ تُطِـعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ

“Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna (kesin bilgiye dayanmayan kanaatlere) tabi olurlar ve sadece tahminlerine dayanıp atar tutarlar.” (En’âm Sûresi, 116)

Gerçek bilgi ve delilden yoksun kimselerin yegâne tutanakları, kalabalıkların yapıp ettikleridir. Tutarsız davranışlarının temel gerekçesi, kitlelerin genel kabulleridir. Zanlarına kalabalıkları delil gösterip güçlü ve sağlam temeller üzerinde durduklarına kendilerini ve muhataplarını inandırmak isterler. Sorgulamaya, akıl ve idrakle değerlendirmeye yanaşmazlar. Böylelerinin ilâhi hakikatler karşısında tek savunmaları, kitlelerin yaşayageldikleridir. Bu gibi kimseler hakkında Kur’an-ı Kerim’de çok sayıda uyarı vardır. Bunlardan biri şöyledir:

“Onlara, «Allah’ın indirdiğine tabi olun!» denildiğinde, «Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!» derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?” (Bakara Sûresi, 170)

Sadece geçmişe değil, bugünkü kalabalıklara da dayanmanın ve onlar gibi hareket etmenin gerekçesi, çoğu zaman çokluktur. Bilgi, delil, değer ve basiret merkezli bir hayat tarzı zora talip olmaktır. Kendini kalabalığa bırakmak ise kolaycılıktır. Selde sürüklenen kütükler misali nereye yuvarlanacağına aldırmadan akar gider insan. Kitleye böylesi bir teslimiyet, iradeyi felce uğratır, akıl melekelerini köreltir ve etkisizleştirir. Kur’ân-ı Kerim, uydum kalabalığa anlayışı ile hareket edilmesini doğru bulmaz. Hatta “Mezara kadar olan hayat yolculuğunuzda, sizi hep çokluk duygusu ve arzusu hakikatlerden alıkoyup oyaladı” (Tekâsûr Sûresi, 1-2) tespitinde bulunur.

Her insan, kendi içinde sürekli kötülük fısıldayan bir benlik (nefs) taşır. Bu benliği iyilik ve güzellik telkin eden bir kıvama eriştirmek ciddi bir eğitim sürecine girmeyi (tezkiye) ve gayreti (mücâhedeyi) gerekli kılar. Böylesi bir yolculuk, yokuş aşağı inmek değil tepeye doğru çıkmaktır. Bu ise zordur. Bu sebepledir ki insanların çoğu ham nefsinin arzuları (hevâ), insan ve cin şeytanlarının vesveseleri ile hareket ederler. Neticede ise büyük akış, hak ve hakikate doğru değil, nefsin arzularına ve batıla doğrudur. Hak ve hakikat yolcuları ise çoğu zaman yalnız ve azınlıktadırlar. Kur’ân-ı Kerim bu gidişata şöyle işaret eder:

“Şeytan dedi ki: “(Rabbim) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım. Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.” (A’râf Sûresi: 17-17)

“(Allah buyurur ki:)Şeytan onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. İnananlardan bir grup dışında hepsi ona uydular.” (Sebe’ Sûresi: 20)

Bugün teknolojinin ulaştığı imkânlar ve sosyal medyanın istilası neticesinde oluşan küresel kitlenin nefsânî ve şeytânî rüzgârı karşısında, zihinlerin ve gönüllerin bulanmaması ve alabora olmaması zorun zorudur.

“Kitle Psikolojisi” yazarı Gustave Le Bon’un şu tespitleri dikkat çekicidir:

“Kitleyi meydana getiren bireyler kimler olursa olsun; yaşama biçimleri, işgüçleri, karakterleri yahut zekâları ister benzer, ister ayrı olsun, kalabalık haline gelmiş olmaları onlara bir nevi kolektif ruh aşılar. Aşılanan bu ruh onları, her biri tek başına, ayrı ayrı bulundukları halde duyacaklarından, düşüneceklerinden ve yapacaklarından tamamiyle başka hissettirir, düşündürür ve yaptırır. Bazı düşünceler, bazı duygular ancak kitle halinde bulunan bireylerde kendini gösterir veya hareket alanına çıkar.”

“Kitle içinde bulunan kişi, sadece çokluğun, sayı fazlalığının verdiği bir duygu ile, tek başına olduğu vakit frenleyebileceği nice içgüdülerine kendisini bırakıverir. Kitleler isimsiz ve dolayısıyla mesuliyetsiz oldukları için, fertleri daima, her yerde kuşatıcı rol oynayan kendi sorumluluk duygularından bütünüyle uzaklaştırırlar ve onları içgüdülerine daha kolayca teslim ederler. Bu durumda bir kitleye bağlı olması yüzünden insan, medeniyet merdiveninden birçok basamak aşağı iner. Yalnız bulunduğu zaman terbiyeli ve münevver bir kimse iken, kitle içinde içgüdüleriyle hareket eden bir yaratık, bir vahşi olmuştur. Artık ilkel bir adamın davranışına, şiddetine, merhametsizliğine ve heyecanlarına sahiptir.” (Kitle Psikolojisi (ter. Yunus Ender), sh. 23-29)

Bugün ailesinden uzaklaşıp büyük şehirlerin kalabalıklarına karışarak üniversite kampüslerinin harman yerlerinde, ırmaklar misali akan sokak ve caddelerin kaldırımlarında, on binlerin toplandığı saha ve arenalarda kendi olmaktan çıkıp tanınamaz hale gelen nice kimselerin bu değişimlerinde, kitlelerin dönüştürücülüğünü açıkça görmek mümkündür.

Boşuna yaratılmadığını ve kendi haline bırakılmayacağını bilen mümin bir insanın, kalabalıkların akışına teslim olup da kendisini kaybetmeden kişiliğini koruyabilmesi için elbette yapacakları şeyler vardır. Bunlardan bazıları şöyle sıralanabilir:

1. Rabbimizden gelen ilmî hakikatleri doğru bir şekilde kavramak,

2. Lutfedilen akıl ve idrak melekesini gereği gibi çalıştırıp sorgulayıcı ve hakikat arayıcısı bir zihne sahip olmak,

3. İzzet ve itibarını sahip olduğu Rabbânî, nebevî ve fıtrî değerlerde görüp onunla öz güvenini pekiştirmek,

4. Kınayanın kınamasından korkup çekinmeden cesaretle hak ve hakikat yolunda sebat etmek,

5. Yalnızlığın zayıflık olduğu bilinciyle Allah’a dayanıp sâlih ve sadık hakikat erleriyle dayanışma içinde aktif faaliyetler içinde yer almak.

Peygamberlerin izinde onların mirasına sahip çıkma idealini sürdürenler, sıradan kalabalıkların adamı değil, Hakk’ın adamları olarak kitlelere yön verme davasının sebatkâr erleri olmuşlardır.


Adem Ergül 'ın Yazısı.