بسم الله الرحمن الرحيم

لِّلَّذِينَ أَحْسَنُوا۟ ٱلْحُسْنَىٰ وَزِيَادَةٌ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌ أوُ۟لَٰٓئِكَ أَصْحَٰبُ ٱلْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَٰلِدُونَ

“İyilik ve güzellik ortaya koyan herkese, bu davranışının ve faaliyetinin bir neticesi olarak en güzel bir karşılık kendisine  verileceği gibi (hak ettiğinden) daha fazlası da ona lütfedilecektir. Böylelerinin yüzlerine kara bir leke vurulmayacak ve  onlar, başlarını öne eğdirecek bir zillete de düşmeyeceklerdir. İşte bu gibi kimseler, cennet ehlidirler. Ve onlar o cennet  hayatında ebedîdirler.” (Yûnus, 26)

ur’ân-ı Kerîm sırların keşif rehberi gibidir. Görünen-görünmeyen âleme dâir sayısız hakikatlerin kendisinde saklı olduğu bir büyük hazinedir. Zira o, bütün varlığın yaratıcısından gelen hakikat bilgisidir. Yukarıda meâlini verdiğimiz âyet, insanlık tarihi boyunca yaşanan ve kıyâmete kadar da yaşanacak olan bir büyük gerçeğe işâret etmektedir ki, o da şudur: Güzellik, iyilik ve kalite ortaya  koyan kimseler, bu yaptıklarının karşılığını en güzel bir şekilde alacakları gibi beklemedikleri bir büyük bereketi de devşireceklerdir.

Bu âyetin yorumunda bazı müfessirler, iyilik yapan ve yaptığını güzel yapan kimselerin alacağı karşılığın “cennet” olacağını ve buna ilâve olarak verilecek ihsan ve ikramın ise “Yüce Rabbin cemâlini müşâhede nimeti” olduğunu açıklamışlardır. Belki bu yorumlar,  dünyada iken yapılan güzel amellerin, âhiretteki karşılığını ifâde içindir. Ancak âyetin ortaya koyduğu mesaj, daha geneldir. Yani bir  güzellik ortaya koymanın neticesi sadece âhirette görülecek değildir.

Görülecek karşılığın en azı, yapılanın on katı kadar bir değeri ifâde eder. Zira âyetteki ifâde, verilecek karşılığa bir sınır koymak yerine,  “en güzel karşılık” denilerek, güzelliğin ve iyiliğin oluşmasına vesile olan kimsenin beklentisinin ötesinde bir sonuç  alınacağına dikkat çekmektedir. Hatta bununla da yetinilmeyerek hayal dahi edilemeyen fazladan ikramların olacağını da  müjdelemektedir.

Önemli olan, bir iş, hizmet ya da davranış ortaya koyarken, arzulanan iç ve dış kaliteyi, güzelliği oluşturabilmektir. Âyette kullanılan “ihsân” kelimesi, bu güzelliğin çerçevesini sunmakta önemli ipuçları vermektedir.

“İhsân” kelimesi, güzellik ve arzulanan şey anlamındaki “hüsn” kökünden türemiş bir kavramdır. İki temel anlamı vardır;

1. Bir başkasına iyilikte bulunmak

2. Yaptığı işi güzel yapmak.

İşi güzel yapmanın zaruri şartları olarak da şunlar sıralanabilir:

a. Yapılan iş aklen ve şer’an doğru bir iş olmalı yani hem akl-ı selîme uygun, hem de Kur’an ve Sünnet’in izin verdiği bir çerçeve  içinde bulunmalıdır.

b. Yapılan iş sağlam bir bilgi temeline dayanmalıdır.

c. Çürük değil, sağlam olmalıdır.

d. Güzel ve sahih bir niyetle ortaya konmalıdır. Diğer bir ifadeyle Allah’ı görüyormuşçasına ya da O’nun tarafından izleniyormuşçasına  bir uyanıklıkla icra edilmiş olmalıdır.

Güzel ve kaliteli bir iş ya da davranış ortaya koyabilmek, sağlam bir karakter ve zevk-i selîm sahibi olmayı gerektirir. Bu ise bilgisiz,  sevgisiz ve hatta aşksız olmaz. “Aşk olmadan meşk olmaz” sözü, işte tam da bu mânâda söylenmiş bir sözdür. Araştırılacak olsa,  her kalitenin altında, adanmış ve işini seven bir yüreğin imzası vardır.

Yüce Rabbimiz, kullarından hem kendilerinin kaliteli bir kişilik sergilemelerini, hem de yaptıkları işi tam ve güzel yapmalarını ister.

İki yüzlü bir kişilik, Kur’an’a göre hasta bir kişiliktir.

Nezaket nedir bilmeyen, davranışlarına kabalık hâkim olan kimseler, tahsilleri ne olursa olsun gerçek câhilllerdir.

Özde, sözde, hâl ve davranışta en doğruyu ve en güzeli arayıp bulmak îmân ehlinden beklenen ve arzulanan bir hâldir.

Hatta hayatın ve ölümün yaratılış sırrı, en güzel ve en kaliteli bir hayat tarzının ve davranış biçiminin ortaya konulabilme becerisidir.

Allah Resûlünün hayatında da, bu en güzeli arama hassasiyetini açıkça görürüz. Hayatın görünen ve görünmeyen hemen bütün  alanlarında, en yüksek kaliteyi ve en güzel kıvamı yakalama arzusu, Allah Resûlünde âdetâ bir hayat tarzıdır. Nitekim şu rivâyetler bu  hakikati en güzel şekilde beyan eder:

Rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v), oğlu İbrahim defnedildiğinde, kabrin yan tarafındaki kerpiçler arasında bir açıklık görüp  kapatılmasını emretti. Hatta kerpici oraya kendi eliyle koydu, açığı kapatıp düzeltti ve:

‘‘Sizden biriniz, bir iş yaptığınız zaman, onu içine sinecek biçimde yapsın! Çünkü, öyle yapmak, musibete uğrayanın gönlünü yatıştırır. Gerçi, bunun ölüye ne zararı, ne yararı olur; fakat bu, dirinin gözünü ve gönlünü hoş eder!“ buyurdu*.

“Ebû Hureyre‘nin (r.a.) naklettiğine göre de bir adam mescide girdi, namaz kıldı, sonra da Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve  sellem-‘in yanına gelip selam verdi. Hz. Peygamber de onun selamına cevap verdi ve ona dedi ki,

“Geri dön, namazını yeniden kıl, zira sen namaz kılmadın.” Adam tekrar namaz kıldı ve geldi. Yine Hz. Peygamber ona:

- “Geri dön, namazını yeniden kıl, zira sen namaz kılmadın” dedi. Adam tekrar namaz kıldı ve geldi. Hz. Peygamber, üçüncü kez ona;

- “Geri dön, namazını yeniden kıl, zira sen namaz kılmadın” deyince, adam:

“Ey Allah’ın Reûlü! Seni hak ve hakikat üzere gönderene yemin olsun ki, bundan daha iyi nasıl namaz kılınır bilmiyorum, bana nasıl namaz kılmam gerektiğini öğretiversen!” dedi. Bu sözü üzerine Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ona şöyle dedi:

- “Namaz kılmak için kalktığın zaman önce tekbir getir, sonra ezberinde olandan sana kolay gelen ayetleri oku. Sonra rükûya  eğil ve  rükûda sukûnet ve huzur hâli gerçekleşinceye kadar dur. Sonra dimdik olacak şekilde doğrul ve ayakta itmi’nân hâli gerçekleşsin. Sonra secdeye var ve orada da sukûnet üzere bir müddet kal. Sonra secdeden iyice doğrul ve azaların istikrar bulana kadar otur ve aynı şekilde ikinci secdeni yap et ve tam yap. Bu söylediklerimi namazlarının hepsinde uygula” buyurdu. [Buhari, Ezan, 95]

Bir hadis-i şerifte de buyrulmuştur:

“Kul namaz kılar fakat, namazının yarısı, üçte biri, dörtte biri, beşte biri, altıda biri, yedide biri, sekizde biri, dokuzda biri hatta ancak  onda biri kendisi için yazılır”**

Netice olarak yazımıza serlevha yaptığımız âyet-i kerimeden yola çıkarak şu hakikati ifade edebiliriz ki, güzel ve kaliteli bir ürün ya da  davranış ortaya koyan kimse, hem yaptığının karşılığını en güzel bir şekilde alacak, hem de ummadığı bereket kapıları kendisine açılacak ve nihâyet hayatı boyunca zillet değil izzet görecektir.

* İbn Sa’d, Tabakât, I, 142; Belâzurî, Ensâbu’leşrâf, I, 451

** Ebû Davud, Salât, 123,124.


Adem Ergül 'ın Yazısı.