Çocukluğumuz o meşhur 90’lara denk geldi. Hatırlıyorum, dünyanın gidişatıyla ve ülkemizdeki hadiselerle ilgili sayısız komplo teorisi dinler, duyduklarımız karşısında bazen şaşırır, bazen öfkelenir bazen de hayretler içinde kalırdık.

Kimileri “Amerika aslında aya ayak basmadı, gördüklerimiz tamamen kurgu” derdi, çeşitli delillerle görüşlerini desteklerdi, içten içe kendimizi kandırılmış hissederdik. Kimileri her taşın altından bir siyonist çetenin çıkacağını vurgulardı, “vay be” dedirten örnekler sıralardı, ister istemez etrafımızda olup bitenlere daha dikkatli bakardık. Bu açıdan, hadiselerin perde arkasına dair bir vizyon da sunuyordu komplo teorileri, insanın sıradan akışa kendisini kaptırmaması için yenilikçi, farklı ve bütüncül bir bakış açısı inşâ etmeyi hedefliyorlardı.

Aradan otuz sene geçse de, komplo teorileriyle ilgili taze gündemler hiç azalmadı, aksine komplo teorilerine olan ilginin arttığını bile söyleyebiliriz. Örneğin dünyayı kasıp kavuran covid virüsü karşısında önce afalladık, sonra bir adaptasyon süreci yaşandı, aşıların güvenilirliği tartışıldı, alınan ilaçlarla ilgili kafalar karıştı. Sonra bu korkunç virüs sanki sessizce hayatlarımızdan hem çekildi hem de çekilmedi gibi bir durum oluştu. Ne oldu da pandemi birden yok olur gibi oldu, nasıl oldu da bazı ülkelere sanki hiç uğramadı, sahiden merak konusu. Tüm bu olan bitenleri yaşarken, kimileri tarafından dillendirilen komplo teorilerini önce anlamsız ve abartılı bulanlar çıktı, sonrasında ise “ya haklılarsa” şeklinde cümleler seslendirilmeye başlandı.

Fransızcada complot kelimesinden dilimize geçmiş olan “komplo” kavramı, “küçük entrika” demek bir bakıma. Sahiden de yaşadığımız çağ güvensiz, tekinsiz ve birçok açıdan ürpertici, endişe pompolayan bir çağ. Hepimiz ister istemez, zaman zaman “bir entrika çevriliyor, bir fırıldaklık dönüyor ama tam olarak nedir emin olamadım” hissiyatı içinde oluyoruz. İşte tam bu noktada, komplo teorisyenleri devreye giriyor, kimi bambaşka bir komplonun parçası olarak kimi de deli saçması fikirlerle meraklı zihinleri oyalamak için fırsat kolluyor. Hani akla gelebilir, “hiç mi namuslu, akıllı ve sözüne güvenilir komplo teorisyeni yok, amma da yaptınız” diye sorulacak olabilir, onları da dosyamıza davet ediyoruz, genel bir fikir vermesi açısından çok istifadeli olacağı kanaatindeyiz.

Biz medeniyet olarak “her sözü dinlemek ve en güzeline uymakla” mükellefiz, İslam bu eşsiz düsturu Müslümana vazife olarak teklif ediyor. Yani esasında hiçbir sözü küçümsememek, her farklı fikre, her değişik görüşe açık bir iletişim hâlinde olmak genel düsturumuzdur. Ardından da Kur’ân rehberliğinde, Peygamber öncülüğünde, kalbimizle, aklımızla, istişareyle, tecrübeyle, bilgiyle, firasetle vs. tüm söylenilen sözlerin en güzel taraflarını alırız, işe yaramayan noktalarını da kenarda bırakırız. Yani peşin hüküm ve önyargı ile hiçbir bilgiye yaklaşmamak esastır.

Lakin diğer yandan, paronaya düzeyinde seyreden, insanın akıl sağlığını tahrip edecek şekilde belirtiler gösteren “komploculuk” çoğu zaman insanı yaşadığı gerçeklikten koparır, “herkesten daha fazlasını biliyorum” zannıyla kişiyi “her şeyi kötü yorumlayan, her olaya olumsuz bakan” bir ruh hâline sürükleyebilir. Bu noktada da dengeyi korumak şart.

Son olarak, şeytan ve nefsimiz el ele vermiş bizi mat etmek için büyük mücadele veriyor. Bunun yanına dünyanın kötülerini, zalimlerini, vahşilerini de ekleyin, doğrusu işimiz zor. Lakin komplo yani tuzak kuranların hakkından gelebilecek bir sığınağımız hep var; imanımız, salih amellerimiz, firasetimiz, gayretimiz bir kale gibi sağlam ve dinamik olduğu sürece Allah bahtlarımızı açacaktır. O’nun vaadi haktır, yeryüzünü salih kullarına miras bırakacak olan Rabbimiz her daim tek sığınağımız ve yardımcımızdır.

Ekim ayında görüşmek üzere.

Muhabbetle.


Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.