Ayhan Işık

Bu iş çoluk çocuk işidir. İslam’ın ilk yıllarına bakarsanız, ağırlıklı olarak çocukları ve gençleri görürsünüz. Hiç kimse kusuruma bakmasın çocuklukta yapılmaz ve öğrenilmez ise 40 yaşından sonra olmaz. Olursa da aynı olmaz.

Cuma hutbesi öncesi vaazda hoca efendi; Peygamberimizin çocuk sevgisi ile bizdeki uygulamaları anlatırken tüylerim diken diken olmuş vaziyette “Bu toplumdan bunu bile gizlediler. Sadece bu dinin çocuk sevgisini, çocuklara verdiği önemi anlatmış olsalardı günümüz sıkıntılarının önemli bir bölümünü diskalifiye edecek, en kıymetli varlıklarımızın birçoğunu zayii etmemiş olacak, bugün artı değer olarak daha güçlü, özgüveni daha yüksek, idealleri daha ulvi bir toplum olacaktık.” diye düşündüm.

Bilen bilir. Baba kucağında, baba sevgisiyle yetişenler, babalarıyla her şeylerini paylaşabilenler varsa aranızda kendilerini bahtlılar grubundan sayabilirler. Zira; nerden geldiği anlaşılamaz bir kültürle yetişen birçok talihsizimiz bu sevgiden mahrum kaldık. Babaların çocuklarına sevgi gösterileri hoş karşılanmaz, baba çocuğunu özellikle büyüklerin olduğu ortamlarda kucaklayamaz, çocuğunu sevip okşayamaz, öpüp koklayamaz, kendi çocuğu ile çocuk olup oynayamazdı. Baba; asık suratlı, otoriter olmalı idi ki aile denen o kurumda gerekli hiyerarşik düzen ve disiplin sağlanabilsin. Birçoğumuz böyle yetiştik. Bugün babalar ile evlatlar arasındaki iletişim kopukluğunun en temel sebeplerinden birisi de budur.

Böylece ailedeki en temel dayanaklardan biri, diğer aile fertlerinin karşısına, en yakınındaki en büyük engelleyici, hakem, cezalandırıcı, en yetkili tek karar mercii olarak çıktı. Kararları ve tutumu sorgulanamaz, lafının üzerine laf konulamaz, yorumlanamaz ve tartışılamaz, mahkeme duvarı gibi soğuk yüzlü bir baba figürü, evlatlar ile aralarındaki bütün iletişim bağlarını kopardı. Bu sosyal davranış bozukluğu yıllarca bu ülkenin dört bir tarafında salgın halinde hüküm sürerken, hiç kimsenin aklına “Peygamber uygulamalarına” bakmak gelmedi.

Konuya geçmeden önce fiilen yaşadığım birkaç ibretlik hadiseyi de buraya almak istiyorum. Komşu dairede Sosyal Hizmetler Kurumu’nun açtığı ve yetiştirme yurtlarından çocukların kaldığı, adına ‘Sevgi Evleri’ dedikleri yeni ve çok hoş bir uygulama olan, sığacak bir sıcak yuva bulamadıkları için bu toplumun sinesine emanet edilmiş yavrularımız var. Yaradan’ın haklarında ayetler gönderdiği bu en sevgililer zaman zaman çeşitli etkinliklerde bulunurlar ve bu etkinliklere bizleri de çağırdıkları olur. Davete icabet ettiğimiz bir etkinlikte, çocuklardan birinin “baba, baba” şeklinde bana seslendiğini eşimin ikazı ile fark ettim. Babaya muhtaçlığı bu kadar açık ve saf olarak ortaya döken bu yüreğin ateşini ne söndürebilir?

Kendi anne babası başında ve yanında olduğu halde, çalıştıkları için bizimle daha çok vakit geçiren üç yaşlarındaki bir başka çocuğun ise eşime anne, bana da baba diye seslenmesine de artık alıştım. Ya da “Benim annem olur musun?” sorusunun altında yatan derin ihtiyacı daha iyi görebilmek için bu tecrübeleri bizzat yaşamak gerekiyor.

Son örnek ise çok acı. Ancak ibret-i alem olsun diye buraya yazacağım. Lise çağlarındaki bir çocuğun arkadaşına şu sitemde bulunduğunu duyunca söyleyecek kelam bulamadım. Çocuğun kullandığı cümle aynen şöyle. Aynen diyorum çünkü ömrüm boyunca unutamayacağım bir iz bırakıp geçti üzerimde.

- Oğlum; dua et hiç olmazsa senin bir baban yok. Biz akşam eve gidince bir de babayla uğraşıyoruz!

Artık şu tespiti çok net yapabilirim. Hiçbir çocuğun bir anne babaya ihtiyacı yok. Çocuğun ihtiyacı olan şey anne baba sevgisi, şefkati, merhameti, duası, kokusu, sıcaklığı…

Malum yaz aylarında camilerimiz farklı bir telaşenin içerisinde. Ortamda, çoğunlukla alışık olmadığımız farklı sesler ve bir hareketlilik hakim. Namaz kılarkenki alışageldiğimiz durgunluğu bozan, statiği harekete dönüştüren, dur durak bilmeyen, sustan anlamayan bir yığın afacan var. Hal böyle olunca bu konuda ufak tefek rahatsızlıklarını farklı şekillerde ortaya koyan cemaate hoca efendinin kaçıncı ikazıdır hatırlamam ama en son ikazını buraya mealen alıyorum.

“- Yaz Kur’an kurslarımız başlamadan önce sizlere Diyanet İşleri Başkanımızın selamları ile birlikte bazı ricalarını da iletmiştim. Ancak cemaatimizden bazılarının bu konudaki tavır ve tutumlarını tekrar gözden geçirmelerini rica ediyorum. Bizler omzundaki torunu rahatsız olmasın diye namazını uzatan, torunu ile birlikte hutbeye çıkan, çocuk sevgisi konusunda tutum ve örnek davranışları ile bir benzeri daha olmayan bir Peygamber’in ümmetiyiz. Haliyle geçenlerde vaizlik yapan çocuklarımızdan birisinin hatasına, “Bu iş çoluk çocuk işi mi?” diye sitem ve kızgınlıkla seslenildiğini duydum. Bazen de çocukların ön saflardan gerilere doğru itildiğine şahit oluyorum. Mü’minler: Buradan hepinize bir kez daha hatırlatmak istiyorum ki; Bu iş çoluk çocuk işidir. İslam’ın ilk yıllarına bakarsanız, ağırlıklı olarak çocukları ve gençleri görürsünüz. Hiç kimse kusuruma bakmasın çocuklukta yapılmaz ve öğrenilmez ise 40 yaşından sonra olmaz. Olursa da aynı olmaz. Sabah namazına gelen cemaat sayısı bir saf etmez iken aramızda iki-üç tane çocuk oluyor. Sabahın dört buçuğunda kalkıp safımıza katılan o günahsız çocuklarımızın yüzü suyu hürmetine Rabbim namazlarımızı da dualarımızı da inşallah kabul edecektir. Bırakın çocuklar bizi rahatsız etsin. Ama biz o çocukları rahatsız etmeyelim.”


GENÇ'ın Yazısı.