Emr Bi`l-Ma`ruf Nehy Ani`l-Münker İslam`ın Sosyal Otokontrol Sistemi
Emr bi’l-ma’ruf, Müslümanın genel karakteridir. Hatta onu inanmayanlardan farklılaştıran ayırıcı bir vasıftır. O, iyiliklerin yaygınlaşması, kötülüklerin bertaraf olması için çaba gösterir. Bu bakımdan peygamber yolunun yolcusudur.
Daha Türkçesi iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak… 54 farzın içinde yer alıyor. Bir başka ifadeyle namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetlerden sonra gelen ikinci dereceden bir ibadet… Ahmed b. Hanbel, emr bi’l-ma’rufun Kur’an ve sünnetle sabit bir farz olduğunu söyler. Mutezile de, emr bi’l-ma’rufu, beş temel prensibinden biri olarak kabul eder. Müslüman için aslî bir sorumluluk olarak görülmüş olmalı ki, bu tür tespitlere konu olmuştur, emr bi’l-ma’ruf.
İbadetler, Rabbimizle olan bağımızı güçlendirir. İbadetlerin bu yönüne deruni boyut diyebiliriz. Bunun yanı sıra, her ibadetin toplumsal bir yönü de vardır. İbadet ederken bir yandan da Müslümanlar ve diğer insanlarla bir tür iletişime ve etkileşime gireriz. Namazda cemaat ruhu, ramazanda paylaşma şuuru, zekâtta fakir-zengin diyaloğu, hacda ümmet bilinci…
Emr bi’l-ma’rufta ise doğrudan bir toplumsal iletişim var. Bundan amaç, toplumda iyilik ruhunu canlı tutmak, iyiliği hâkim kılmak; kötülüklerin yaygınlaşıp toplumu istila etmesini ve vicdanları sakat bırakmasını engellemek. Emr bi’l-ma’ruf, huzurlu bir toplumun emniyet supabı, toplumun kendi kendini kontrol ettiği bir sistem. Kötülüğün toplum içinde yayılıp, toplum denen organizmanın kangren olmasını engelleyen bir operasyon. Bu amaçla toplumu önemseyenler, emr bi’l-ma’rufu göz ardı edemezler.
Ma’ruf’u, kadîm Kur’an sözlüğü müellifimiz Rağıb el-İsfehânî, akıl ve din yoluyla güzelliği bilinen her şeydir, diye tarif etmiş. (İsmün likülli şey’in yu’rafü bi’l-akli evi’ş-şer’i husnühû.) Türkçe mantıkla düşünürsek, aklın ve dinin iyi ve güzel gördüğü her şey. Münker de tam tersi. (Müfredât, A-r-f maddesi)
Dolayısıyla, Müslüman fiil ve davranışları iki perspektiften değerlendirir. Bir başka deyişle onun fiil ve davranışları vuracağı iki mihengi vardır. Birincisi akıldır veya eskiden beri denegeldiği gibi, akl-ı selîm. İkincisi dindir. Din, Allah ve Rasulünün emrettiği, Müslümanların güzel göregeldiği şeyler. Yani din tarifimizin içine örf de girer. Zira mecelle kaidesidir: Örf ile tayin nass ile tayin gibidir. Örf ve ma’ruf aynı kökten gelir zaten. Müslüman’ın güzel gördüğü Allah katında da güzeldir.
Emr bi’l-ma’ruf, peygamberlerin sanatıdır. İlk peygamberden Peygamberimize bütün peygamberler, iyiliği emir ve tavsiye etmişler, kötülükten sakındırmışlar. Peygamberimiz (s.a) de iyiliği emreden Peygamber olarak nitelendirilir. Yani emr bi’l-ma’ruf, Peygamberimizin risalet görevinin bir parçası: “Onlar ki yanlarındaki Tevrât ve İncil’de yazılı buldukları Elçiy’e, ümmi Peygamber’e uyarlar. O (Peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri harâm kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar.” (A’raf, 157)
Emr bi’l-ma’ruf, Müslümanın genel karakteridir. Hatta onu inanmayanlardan farklılaştıran ayırıcı bir vasıftır. O, iyiliklerin yaygınlaşması, kötülüklerin bertaraf olması için çaba gösterir. Bu bakımdan peygamber yolunun yolcusudur. Hem bu, erkek olsun kadın olsun, her Müslümanın sorumluluğudur: “İnanan erkekler ve kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Elçisine itaat ederler.” (Tevbe, 171)
Her Müslümanın kendi iktidar alanında emr bi’l-ma’ruf sorumluluğu vardır. Aile içinde, okulunda, iş yerinde vb. Bunun yanında, iyiliği emretmek, kurumsal bir sorumluluktur da. Toplum içinde bu işi deruhte eden bir grup bulunmalı; toplumsal sürekliliği sağlamalıdır. Bu grup, aklın ve dinin güzel gördüğü şeylerin yaygınlaşması, bunların kabul etmeyeceği kötülüklerin de önüne geçilmesi için çaba göstermelidir. Bu bakımdan Allah Teâlâ: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten meneden bir topluluk olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir” buyurur. (Âli İmrân, 104) Bu grup bu iş için donanmış, bu iş için seferber olmuştur. Yoksa toplum günbegün bir çöküşün ve tükenişin içine sürüklenecektir.
Kur’an’da bunun çok hazin bir hikâyesi vardır aslında. İsrailoğullarından bir topluluk, çeşitli hilelerle cumartesi yasağını çiğnemektedir. İçlerinden bir grup onlara mani olmaya, çeşitli tavsiyelerle onları bu yasak fiilden alıkoymaya çabalamaktadır. Bir grup da vardır ki tamamen sorumsuz davranmakta, kötülük yapanlara engel olmaya çalışmak bir yana, kötülükten alıkoymaya çalışanlara da: “Adam siz de, bırakın ne yaparlarsa yapsınlar!” mantığıyla hareket etmektedirler. Sonunda bu topluluk ibretamiz bir biçimde helak edilir. Kötülük yapmasalar da buna engel olmaya çalışmayanlarla birlikte! (Bakara, 66, 67; A’raf, 163-166)
Peygamberimiz (s.a): “Bir kötülük gördüğünüz zaman, onu elinizle düzeltin, buna gücünüz yetmezse, dilinizle düzeltin, buna da gücünüz yetmezse, kalbinizle buğzedin. Zaten bu da imanın en zayıf noktasıdır” buyurur. (Müslim, İman, 78)
Bu hadis-i şerifin yorumunda, eliyle iyiliği emretmek, devlet ve iktidarı ellerinde bulunduranların; diliyle kötülükten alıkoymak, âlimlerin; kalbiyle buğzetmek de halkın sorumluluğudur, denmiştir. Elhak bu yorum doğrudur. Zira devletin iyiliği emr, kötülükten nehy yolunda ortaya koyacağı irade ve yaptırıma hiç kimse sahip olamaz. Yasaların bu noktada kesin bir belirleyiciliği vardır. Üstelik bu, “emr” kelimesinin literal anlamına da tamı tamına uygundur.
Ancak bu tek başına yeterli değildir. Peygamberin varisi âlimler, iyiliğin hâkim olması noktasında özel bir sorumluk üstlenmelidirler. Ki bu, ayet-i kerimede sizden “iyiliği emreden bir topluluk bulunsun” biçiminde sözü edilen prensibe de uymaktadır. Burada da “emr”, irşad, tebliğ, tavsiye anlamına dönüşecektir. Ancak her ikisinde de “gücünüz yetmezse” ifadesinin kullanılması manidardır. Zira oğluna iyiliği tavsiye etmesini öğütleyen Lokman’ın dediği gibi, bu, azmi gerektiren zor işlerden biridir. (Lokman, 17)
Kalbiyle buğzetmek de halkın işidir. Ancak bu, yabana atılacak bir şey değildir. Bir kere bu, iyilikten yana tavır almaktır. Safını belirlemektir. Kötülüğün yanında yer almadığını, onu kabullenmediğini vücut diliyle deklare etmektir. Bir duruş ortaya koymaktır. Burada da “emr” işaret anlamı kazanmıştır.
Emr bi’l-ma’ruf, bireyselleşmenin ve sorumsuzluğun etkin olduğu günümüzde, sorumluluk üstlenmek adına işlenecek önemli bir prensiptir. Yani Müslüman içinde bulunduğu durum ve şartlara göre bu sorumluluğu yerine getirecektir. Elindeki imkân ve fırsatları bu amaç doğrultusunda kullanacaktır. Yönetim ve idare yanında, sivil toplum kuruluşları, vakıflar, dernekler, radyo, televizyon, kitap, gazete, dergi; bütün hizmet ve iletişim araçlarını bu uğurda seferber edecektir. Kısacası iyiliğe taraf olacaktır.
Mesut Kaya'ın Yazısı.