Eşref Aydoğmuş

Mustafa Armağan ile...

Her şeyden önce bilgiyle ve omuzlarınızın üzerinde bir baş taşıdığınızı hiç unutmadan yaşayın. Cenabı Hak size bir akıl vermiş, bunu başkalarına teslim etmeyin, sorgulayın. Beni de sorgulayın, başkasını da sorgulayın; ama bilgiyle, duyguyla değil

Uzun bir süre editörlük yaptığınızı biliyoruz. Daha sonra şehirler hakkında da ‘İnsan Yüzlü şehirler’ kitabı gibi değişik çalışmalarınız oldu. Sizi son zamanlarda tarihe iten nedir, tarihi konularda yazılar yazmanızın sebebi nedir?

Tarihin beni çekmesinden söz edebiliriz. Tarih alanının boşluğunun beni çektiğini söylemek istiyorum. Bu benim baştan fark ettiğim bir boşluk değildi. Daha doğrusu bu kadar büyük bir boşluk olduğunu da bilmiyordum içine girdiğimde. Ama şimdi girdikçe onun derinliğini çapını daha iyi görmeye başladım. Dolayısıyla hakikaten iyi ki de girmişim diyorum. Çünkü benim girdiğim zaviyeden başkası giremezdi. Onun için herkesin aslında tarihe bir şekilde kendi bakış açısını yansıtacak şekilde kendi zaviyesinden girmesi lazım. Sonuçta hangisinin değerli hangisinin önemli olduğuna okur karar verecek.

Tarih neden farklı yorumlanıyor?

Şimdi bir kere yüzyıllar öncesinden olmuş olaylardan bahsediyoruz. Bazen bin yıllar olmuş olaylardan… Şu anda etrafımızda olup biten bazı olaylar var. İşte Ergenekon soruşturması, Susurluk, 27 Nisan bildirisi, hükümetin aldığı 1 Mayıs kararı… Yani şimdi bunların iç yüzünü biliyor muyuz? Neden oldu? Mesela şu an bu olayların aktörleri yaşıyor. 28 Şubat’ın aktörleri de yaşıyor. Ergenekon olayının aktörleri de öyle ama bunlar yaşadığı halde biz bu işin iç yüzünü hala bilemiyoruz. Bilemeyeceğiz. Yaşadığımız dönemdeki olayların iç yüzünü bilemiyorsak yüzyıllar önce olmuş, aktörleri ölmüş toprak altına girmiş, kemikleri toz olmuş olaylar hakkında bu kadar tartışmanın, yorumlamalarda farklılaşmaların çıkması gayet normal. Çünkü şahitler yok. Oradan bize kalan belgeler üzerinden bir şey yapmaya çalışıyoruz. O belgeleri şöyle ya da böyle okuduğunuz zaman siz farklı düşünebiliyorsunuz ben farklı düşünebiliyorum. Dolayısıyla tartışma buradan çıkıyor.

Güncel bir konuya, Ermeni sorununa dikkat çekmek istiyorum. Öncelikle sizce Ermenilerin iddia ettiği gibi bir soykırım oldu mu?

Soykırım olmamıştır, bunu kategorik olarak söyleyebiliriz. Niye, çünkü soykırım bir felsefe, bir tasarım biçimidir. Bir milleti yok etmek için onun hakkında çok köklü nefret duyguları beslemeniz lazım. Sadece duygu değil, bunu rasyonalize etmeniz lazım. Sadece duyguyla soykırım olmaz. Ya da o anki çatışmayla soykırım olmaz. Soykırım, sistematik, bilinçli ve uzun vadeli bir yok etme biçimidir. Bugün Ermeni soykırımı diyenler bile çocukların neden öldürülmediğini, neden korunduğunu izah edemiyorlar. Bir ırkı yok etmek hedef ise en önce çocukları öldürmekten başlamak lazım. Kırk yaşındaki, elli yaşındaki insanı öldürmek mesele değil. On sene sonra ölecektir o zaten. Ama on yaşındaki beş yaşındaki çocuklar o milleti temsil edecekler. Tersine bizimkiler çocukları korumaya alıyorlar, şu olmasın bu olmasın diye çabalıyorlar. Öncelikle onları koruyorlar. Dolayısıyla soykırım olması mümkün değil. Buna bence en uygun kelime mukatele. Öldürme olayı var ama bu bir savaş ortamında karşılıklı öldürme şeklinde cereyan etti. Tabii ki olmaması, Osmanlı bakış açısından da çok önemliydi. Osmanlı böyle büyük çapta mukatelelere de hiçbir zaman sıcak bakmaz. Olmaması tercih edilirdi ama bir savaş ortamında böyle bir şeyin yapılmış olması anlaşılabilir bir durum. İkinci Dünya Savaşında Amerika ne yaptı? Kıyılarda bulunan Çinli ve Japon vatandaşları iç kesimlere taşıdı. Tehcir etti yani. Bu 1944-45’lerde olan bir olay. Dolayısıyla bu devletlerin aldığı tedbirlerden birisi…

Peki, bu tehcir durumunun günümüz Türkiye’sine mal edilmesi doğru mudur?

Başka kime mal edilecek? Kim var muhatap olarak? Bir zaman Kenan Evren çıktı ve bu 1915’te olmuş bir olaydır, Cumhuriyet 1923’te kurulmuştur, bizi ne ilgilendirir ki havasında garip bir açıklamada bulundu. Bütün Dünya buna güldü, çünkü siz 1915’teki Çanakkale’yi kabul ediyor, kahramanlıkları sahipleniyorsunuz. Ama kendinizle alakalı cereyan etmiş bir başka olayı kabullenmiyorsunuz. Bu mantık bizi bir yere götürmez. Yüzleşmemiz, hesaplaşmamız, tartışmamız lazım. Görmezden gelerek bir yere varılamayacağını da 90 yıllık bu icraat göstermiştir.

Uzmanlık alanınız olduğunu bildiğimiz Abdülhamit Han’a geçelim biraz da. Abdülhamit’in siyasi aksiyonuyla siyasi düşüncesinin farklı olması, muhafazakar bir yapıda olmasına rağmen Avrupa’daki yeniliklere açık olması, Ahmet Turan Alkan’ın sizin de bulunduğunuz bir paneldeki deyimiyle ‘çelişkilerin adamı’ olduğunu mu gösteriyor?

O zaman da itiraz etmiştim. Abdülhamit’in kızlarının dekolte kıyafetlerle pozlar verdiği gibi ifadeler oldu. O fotoğraflar Abdülhamit Han döneminde çekilmemiştir. Çekilemezdi de zaten. Bu yanlış bir bilgi. Abdülhamit, çok sıkı bir şekilde hem sarayı, hem haremi, hem de Türkiye’yi kontrolü altında tutmuştur. Harem kadınları isyan etmişlerdir hatta. “Yeter artık bu kadar baskıdan bunaldık” diye... Bu tür bilgi eksiklerini gidererek konuşmak lazım. Onun öncesinde şu da var. Bu büyük insanlar, liderler topluma çelişkili mesajlar verirler. Bugün Tayyip Erdoğan da bence aynı şekilde çelişkili mesajlar veriyor. Bir taraftan AB’ye gireceğiz diyor, bir taraftan biz ayrı bir aktör olacağız diyor. AB’ye girecekseniz ayrı bir aktör olamazsınız. Bu ikisi çelişkili mesajlar. Birisi Türkiye’ye ve Ortadoğu’ya yönelik bir mesaj, öbürü AB ve Amerika’ya yönelik bir mesaj. Bir taraftan yerli girişim vs. diyor, ama kendi çocukları Amerika’da okuyor. Bir saat firmasının sponsorluğunda okuyor çocukları. Bir Başbakanın çocuğunun bu şekilde bir saat firmasının sponsorluğunda yurtdışında okumasının açıklanabilir bir tarafı yok. Bir Başbakanın çocuğu hangi zor şartlarda kalmış olabilir de bir saat firmasının sponsorluğunda okuyabilir? Bu çelişkidir. Çelişkiler gördüğünüz gibi bugün de var. Ama biz bugün bunları çelişki olarak görmüyoruz. Niye görmüyoruz, bunun cevabını siz bulun… Dolayısıyla Abdülhamit’in hayatında da bu tür çelişkiler olabilir. Bir taraftan Sahih-i Buhari’yi bastırıp İslam alemine dağıttırır, bir taraftan kızlarına piyano çalmayı öğretir. Bu bir çelişkiyse Abdülhamit’in çelişkisidir. Ama Abdülhamit’in kafasında bu bir çelişki değildir. Tıpkı Tayyip Erdoğan’ın kafasında bunların çelişki teşkil etmediği gibi. Onun kafasında piyano çalmak dine aykırı bir durum değil, bence de değil. Nitekim Galata Mevlevihanesi’nde bizim Mevlevi dervişleri güzel piyano çalarlardı…

Gençlerle tarih ilişkisine değinmek istiyorum. Tarihe merakı olan gençler daha çok neleri okumalı, neleri okumamalı?

Neleri okumamalı bahsinden başlayalım. Tarihi sevmek, önemli bir süreç gerektirir. Değişik romanlar ve popülariteye dayalı eserlerle ilginin artırılması gerekir. Tabi bu süreçte bir takım yalan yanlış eksik bilgiler olabilir, onu çok önemsemiyorum. Onun arkasında gerçekten tarih okumak isteyenler önce internet âlimliğinden vazgeçsinler. İnternette bir kelimeyi yazıyorsunuz, yüzlerce sayfa çıkıyor. Neler varmış diyorsunuz. Bana binlerce mail geldi. Yok bilmem Seydi Beşir kampında 15 bin tane Mehmetçik’in gözleri kör edilmiş, yok bilmem Atatürk Birleşmiş Milletler’e girmek istememiş, biz girmeyiz demiş, onlar davet ederse düşünürüz demiş, yok Muş’ta bir çeşme kitabesi bulunmuş, bu çeşme kitabesinde Yavuz’un bir şiiri varmış, “Kürde fırsat verme Ya Rab, dehre sultan olmasın” şeklindeymiş. Yavuz Sultan Selim hayatında Türkçe şiir yazmamıştır, sonra bir padişahın yazdığı şiir bir kitabeye yazılmaz; kaldı ki Muş’ta niye bir çeşme yaptırsın Yavuz Sultan Selim, İstanbul’da bile çeşmesi yok… Bunları bana soran gençlere şunu söylüyorum: “Bunu bana sormayın, gidin size bunu söyleyen kişiye sorun. Bana bu çeşmenin, kitabenin bir fotoğrafını getirin.” Fotoğrafı yok. Ama böyle bir dedikodu onlarca yıldır meşgul ediyor. Dolayısıyla bu internet alimliğini bırakın kitaptan okuyun, kaynaklı kitapları okuyun, söyleyen söylediğini delillendirebiliyor mu yoksa atıyor mu ona bakın. Bunu ayırt etmek çok zor değil. Özellikle benim yazılarımı bir süre okuduktan sonra ayırt etmeniz gelişir. O yüzden ben yazılarımı bir nevi eğitici bir tarzda da yazıyorum. Sonra sitemde tavsiye kitaplar veriyorum, yirmiye yakın. Oraya bakın. Onlardan bir başlayın. Zaten tarih işi çorap söküğü gibidir, dikkatinizi çeken bir ucundan çekmeye başlayın, çok ilginç sonuçlara varacağınızı göreceksiniz.

Tarihe meraklı gençlere neler söylemek istersiniz?

Tarihle birlikte düşünmek dedim ben tarih araştırmalarına. Tarih sanki sizinle birlikte düşünüyormuş gibi yaklaşın. Size sunulanlara heyecan ya da duyguyla değil, bilgiyle karşı çıkın. Mesela Yavuz 40 bin Aleviyi öldürdü diye bir söylem var. Nedir bunun aslı? Bakın 40 bin doğru ama öldürme yanlış. 40 bin kişi yakalanmış, sorgudan geçirilmiş, onların elebaşları idam edilmiş, bir kısmı hapse atılmış, bir kısmı serbest bırakılmış. Yani her şeyden önce bilgiyle ve omuzlarınızın üzerinde bir baş taşıdığınızı hiç unutmadan yaşayın. Cenabı Hak size bir akıl vermiş, bunu başkalarına teslim etmeyin, sorgulayın. Beni de sorgulayın, başkasını da sorgulayın; ama bilgiyle, duyguyla değil.


GENÇ'ın Yazısı.