Emine Şimşek

Aradığını bulamadığını söylüyorsun, adın hiçbir şeyle yetinmeyen birine çıkıyor. Kendimden endişeliyim.

Üyesi olduğum bir sitenin forumuna, `Işık ben küçükken ılık süt içiyordu, şimdi ne yapıyor acaba?` yazdım. Gelen cevaplar ilginçti. Kimi Işık’ın evlendiğini, eşinin evine bakmadığını, onun da çocuğuna süt almak için fabrikada çalıştığını yazmıştı, kimi bir mitingde en ön sıralarda durduğunu, gözaltına alındığını. Felaket senaryosu gibiydi yazılanlar. Herkesin böyle kapıları kapadığı anda iyi bir şeyler olmalı, "İyi günler ilerde anneanne" şiirini okumanın tam zamanı belki de diyorum, tam zamanı. Ama şiir de "İyi günler yok! İyi günler yok anneanne!" diye bitiyor. Işık, saçlarını okşayıp ‘ Büyüyünce ne olacaksın?‘, diye soranlara ne cevap vermişti acaba? Fişleri hecelere ayırırken gözümde devleşen bu kahraman için bile olumsuz bir şeyler düşünmek istemiyordum. Ama öyle şeyler yaşadım ki, gerçeklere çarpıp dağılan hayaller sonrasında Pollyanna bile artık iyimser değil, diye iç geçirmemek elimde değil.

Hayallerle başladığım günler, uyuya kaldığım kanepe köşelerinde bitti. Üşüme sardı sonra. Usul usul kemiren bir duygu. Mezun durumunda bir işsiz olmak, çevreden sürekli ‘ Ne iş yapıyorsun, daha bir iş bulamadın mı ‘ gibi sorularla defalarca karşılaşmana sebep oluyor ve sürekli aynı türden cevaplar vermek insanın canını sıkıyor. Aradığını bulamadığını söylüyorsun, adın hiçbir şeyle yetinmeyen birine çıkıyor. Kendimden endişeliyim.

Bakışlarım caddenin iki tarafında da aynı yoğunlukta bulunan kalabalığın üzerinde geziniyor. Onlarca insan arasından biri gelip ümide çağırmıyor beni. Hiç kimsenin sızımın farkına vardığı yok, herkes ilerlemeye devam ediyor. Simitçiye takılıyor gözüm, sonra soğuk su satan çocuğa, ayakkabı boyacısına, beş tane temizlik bezini 1 liradan satan ve sesini duyurmaya çalışan adama. ‘Ekmeğini kazanmak‘ diye söylenirdi bu durum eskiden, şimdilerde ‘ekmek kavgası’ deniliyor. Herkesin derdi aynı, çoluğuna çocuğuna bakmak. Kendi hayallerime dalıyorum sonra. Hayalden, ‘Ne iş olsa yaparım abi.‘ boyutuna geçmek, işte tam bu yaşadığım. İstanbul’ un taşı toprağı altın, sözüne hala inandığını söyleyen arkadaşa, İstanbul bir kazan ama içine girmek için büyük bir kepçe olmak lazım. Küçük kepçeler kayboluyor.’ diyerek verdiğim cevap onu düşündürüyor. ‘İnanmak başarmanın yarısıdır.‘ sözü yazardı ÖSS hazırlık kitaplarının kenarlarında, evet ben hep inandım. Hayatımın slogan cümlesini sorsa birileri bunu söyleyeceğim: Ben hep inandım! Hayallerini gerçekleştirmek için bir yerlerden başlamalısın, tamam, bunu da anladım; hem de çok inanarak anladım; ama o bir yer nerede sahi?

O bir yer (!) her nerdeyse, oraya adım atmak yetecek sanki. Sadi Şirazi’ nin bir sözü var hani, “Uzak denizlere açıl demiyorum; lakin bir kez açılmışsan tufandan korkma!”, evet bir kez adım atsan sonrası gelecek. Güzel olacak her şey, güzel, diye düşünürken ‘Ya o adım senin gitmek istediğin yöne doğru değilse’ , gibi bir karamsarlık ilişir içine. Hele ki yaptığın işle yapmak istediğin iş arasında bayağı bir uzaklık varsa vay haline! Şimdi ben kendimi nereye koymalıyım?

Duruşumuzun ölçüsü belli aslında: ‘Havf ve reca arası’. Korku ile ümit. Bu noktada dengeyi iyi sağlamak gerekiyor. O ince çizgi üzerinde kalmak en doğrusu. İpin ucunu biraz kaçırınca ya hayal kahramanı oluyorsun ya da depresyon hapları içip ayda bir kontrole gidenlerden. Atiyi karanlık görüp azmi bırakmadan yani. Bu azim gösterme sırasında karşılaşılanlar da tuhaf doğrusu. Okulunu bitirmişsin, bir yerlerden başlamalıyım deyip bilgisayar başına geçiyorsun. İş bulmak için bir sürü iş bulma sitesine üye oluyorsun. İlgili olduğun alana bakıyorsun en az 2- 3 yıl tecrübe istiyor, yeni mezunsun. Daha sonra mail geliyor üye olduğun iş bulma sitelerinden, heyecanla açıyorsun. Senin alanında stajyer arıyorlar. Mail derdini anlamıyor.

Ümidini kaybetmeden çeşitli yerlerin sitelerinde insan kaynaklarını tıklıyorsun. Tıkladığın her insan kaynakları sana yeni bir CV doldurma olarak dönüyor. Bu ayrı ayrı CV doldurma esnasında ilk kez kişisel bilgilerinizi hazırlarken uzun düşünceler sonucunda hatırladığınız ilkokula başlama – bitirme, liseye başlama- bitirme tarihini ezberliyorsun. O sırada aklına ilkokulda yerli malı haftasında arkadaşlarınla ve ilk kahramanın olan öğretmenle çektirdiğin fotoğraf geliyor. Şimdi onlar nerde, ne yapıyor diye düşünüyorsun. Üniversitedeyken, aman olsun da bitsin, diyerek çok da önemsemediğin staj yaptığın yerin ne kadar önemli olduğunu, senin için referans olarak CV’ne geçerken anlıyorsun. Bu CV var ya, eli öpülesi bir kavram. İlle referansların yani abilerin, ablaların olmalı. Hatta onlar elinden tutup seni götürmeli, ‘Bizim çocuk iyidir, hoştur. ‘demeliymiş. Hep mi böyle, kendi kendine bir yerlerde yapmak istediği işle meşgul kimseler yok mu, elbette var; ama işe başvuru sırasında doldurduğum Cv’lerde en sık rastladığım soru şuydu: “Kurumumuzda her hangi bir tanıdığınız var mı? Varsa adı soyadı, telefon numarası”

‘Vasıflı ya da vasıfsız eleman aranıyor.’ ilanının yapıştırıldığı camları görüp iş yerine girmeden edemediğim günler geldi aklıma. ‘Vasıflı olup olmamasının bir önemi yoksa sadece eleman aranıyor yazmanız yeterli, gözüme batıyor. Anlatımı bozuk cümleleri sevmiyorum. İyi günler.’

Işık şimdi ne yapıyor, bunu bilmiyorum; ama onun için kendimce bir senaryo yazdım ve baktım ki durum hiç iç açıcı değil. İçim mi karardı ne! Ben yine de bu aralar en çok Akif’ ten beni kendime getiren şu mısraları okuyorum:

“Yeis öyle bir bataktır ki düşersen boğulursun,

Ümide sımsıkı sarıl seyret ne olursun.

Yaşayanlar hep ümitle yaşar,

Me’ yus olan ruhunu vicdanına bağlar.”

Özel Not: ÖSS’ ye girecek olan arkadaşlar, içinizi karartmak istemedim. Bu yazının aslında sizinle ilgisi yoktu, ne var ki, hayatın gerçekleri gibi acıklı bir kavram var. Onun için şu mübarek sınav olmadan hayallerinizle gerçekleri, varmak istediğiniz yeri, buna sistemin izin verip vermediğini bir tarayın derim. Yoksa daha çok kişi acıklı hikâyelerini yazar, bundan çok korkuyorum. Hepinizin yardımcısı aynı: Mevla. Şimdiden başarılar diliyorum.


GENÇ'ın Yazısı.