Allah Rasulü bizlere Kitab’ı ve sünnetini emanet olarak bırakıp, onlara sımsıkı sarılmamızı vasiyet etmemiş miydi?

Geçen ay Kahire’deki ilk kız lisesi olan Medresetu’s-Seniyye’den bahsederek, kızlara kazandırdığı bir soruna gelmiştik ki yerimiz bitmişti. O sorun “üniversite sorunu” idi. Kız liseleri arttıkça, o ilk medresedeki kadar titizlik gösterilmez olmuş bazı konularda. Bu konuların başında ise ahlak geliyor. Dolayısıyla zamanla kızların örtüleri küçülmüş, kıyafetleri daralmış, moda tufanı esmeye başlamış.

Yazarın (Muhammed Kutup) “özünü yitirmiş davranışlar” (syf. 32) olarak nitelediği, bizim rahatlıkla geleneksel İslam diyebileceğimiz değerler, bu kültür emperyalizmi karşısında tabi ki fazla duramıyor. Ve artık “yürekli kız, ilk defa, kendisine üstü kapalı veya açıkça sempatik sözlerle laf atan çapkın gence kafasını çevirip bakabiliyor.”

“İyiliği emredip, kötülükten alıkoymak için kimsenin kılı bile kıpırdamıyor.”

Özellikle modernizm konusunda, toplumların yaşayışlarının değişmesi konusunda hep kadın figürü ön plana çıkar. Bu gayet açık, birçok plan “kadın” üzerinden yürütülmeye çalışılır. Dolayısıyla açıkça söylenmese de bu tür değişimlerden dem vurulurken, sanki fatura da kadına kesilir hep. Şimdi kız okullarının, üniversiteye giden kızların, modanın, iş hayatının vs. sosyal hayat üzerindeki, İslami yaşantı üzerindeki etkisini aktarmaya çalışırken, biz de aynı şeyi yapmak istemiyoruz. Bu kitabın güzel yanı da o. Yazar bu faturayı kadınlara kesmiyor. Evet, böyle oyunlar karşısında en çok genç kızların, hanımların uyanık olması zorunlu belki. Fakat bütün yük onların omzunda mı?

‘Kadın sorunu’nun ithal edildiği toplumlara bakalım öncelikle:

“Avrupalı kadının sorunu içinde bulunduğu toplumun Rabbani bir metod izlememesinden kaynaklanıyor (Bu anlamda, kendimizi Avrupalı sayabilir miyiz? R.G.). Çünkü yasama beşere ait. Dolayısıyla kendilerine haksızlık ettikleri gibi başkalarına da edebiliyorlar. Oradaki zulüm beşerin kendi koyduğu yasadan veya örfden kaynaklanıyor… Bir yol bulup –aslında bu yolu onlara gösteren şeytanlardır- o yolu izlemeye çalışmışlar ve sonuçta uçurumuna yuvarlanmışlardır. Ailenin parçalaması, toplumun dağılması, kadın ve erkeğin birbirlerine haksızlık etmeleri, çocukların serserileşmesi, gençlerin sapması, ahlaksızlığın artması, psikolojik ve sinirsel hastalıkların yayılması, üzüntü, delilik, intihar, içki, uyuşturucu ve salgın hastalıklar gibi birçok belaya düşmüşlerdir.”

Bu sorunlar ne yazık ki artık Müslüman ülkeler, toplumlar için de geçerlidir. Şimdi yazarın kaleminden bizim toplumlarımıza gelelim:

“Müslüman kadının sorunu ise, bulunduğu toplumun (bakın yük toplumun üzerinde, sadece kadınlarımızın değil. R.G.) akide olarak benimsediği fakat pratikte uygulamadığı Rabbani metoda aykırı davranmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca toplum bununla da kalmayıp bozuk cahiliye örflerine yönelmiştir.

Zulüm tek, aynı veya benzer olabilir. Fakat tedavisi, sebeplerin faklılığından, farklı olabilir.

Müslüman kadına oranla sorunun ilacı sağlam olan Rabbani metoda dönmek onu “akide” ve “amel” olarak benimsemektir. Aksine, ilacı, sorunun Batıdaki seyriyle bir türlü yağmurdan kaçıp doluya tutulmaktan kurtulamadığı adımları izlemek değildir.

Gerçek şu ki “Rabbani Metod”, insanlığın tüm sorunlarının yegâne ilacıdır.”

Yani Kitab’a yönelmeden, sorunlarımızı çözmenin imkânı yok. Zaten Allah Rasulü bizlere Kitab’ı ve sünnetini emanet olarak bırakıp, onlara sımsıkı sarılmamızı vasiyet etmemiş miydi? Bu kadar önümüzde duran bir çözümden, ne kadar uzağız…

“Öğretim sorunu –üniversite veya üniversite dışı- Müslüman kadına oranla bir sorun oluşturmuyor. Çünkü İslam onu ilim talebinden alıkoymadığı gibi tersine onu ilme çağıran, onu farz kılan bir sistemdir. Fakat İslam kadının eğitiminde –ve tüm etkinliklerinde- iki şeyi şart koşuyor: Dinine ve ahlakına sahip çıkması ve Allah’ın (cc) kendisini yaratış gayesine uygun birinci görevini yerine getirmesidir. Bu da ailesiyle ilgilenmesi ve nesiller yetiştirmektir. Bu çerçevede tüm konularda arzuladığı gibi hareket eder. Yüce hanım sahabeler de bu geniş çerçevede yetişmişlerdir.”

Geçen sayıda bahsettiğimiz kitabın (Kadının Özgürlük Savaşı, Muhammed Kutub, Ravza Yayınları) 38. sayfasından alıntıladığımız son paragraf konuyu ve çözümünü özetler nitelikte. Derdimiz ilim tahsil etmek mi? Bunu yaparken şaşmaz sınırlarımızın, Genç’lerin tabiriyle kırmızı çizgilerimizin dışına çıkıyor muyuz?

Toplumları berbad eden de abad eden de hanımlardır deniliyor ya işte o yüzden bu önemli noktaya atış yapılıyor hep. Hem Müslüman erkekler, hem de Müslüman kadınlar bu noktada daha hassasiyet göstermeli. Zaten mümin erkek ve kadınların birbirlerinin dostu, velisi değiller midir? (Tevbe, 71).

Geçen sayıdaki yazımızın başlığı, “Haydi Kızlar, Nereye?” idi. Bu soruya karşılık, artık rahatlıkla şunu söyleyebilir miyiz?: Haydi Herkes, Kitab’a.


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.