Ne zaman ki Hak davaya inananlar, acze düştü, tembellik ruhlarına sindi, korkular girdi yüreklerine, cimrileştiler, gemi rotasını şaşıracaktır. Daha da kötüsü gemi su alacak, şiddetli fırtınalara tutulacak, alabora olma tehlikesi yaşayacaktır.

Hakkın Rüzgarı

Bir dava bir kişi ile başlar. Ona gönül veren insanların omuzlarında yükselir. Davaya gerçek anlamda gönül verenlerin samimiyetleri önemlidir. Zira onların samimiyetleri nispetinde dava büyür, dallanır, çiçeğe durur. Zamanla meyve verir. Öte yandan kökü derinlere iner. Sayının çok da önemi yoktur burada. İnanışın, bağlanışın, adanışın derecesidir asıl olan.

Bu dava, hak dava ise eğer; davaya gönül verenler Hakk’ın rüzgarını da alacaklardır arkalarına. Onların inançları, fedakarlıkları, feragatleri sürdükçe gemi yol almaya devam edecektir. Gönüller fethedilecek, kapılar açılacak, okyanuslar aşılacak, kıtalar katedilecektir.

Ne zaman ki Hak davaya inananlar, acze düştü, tembellik ruhlarına sindi, korkular girdi yüreklerine, cimrileştiler, gemi rotasını şaşıracaktır. Daha da kötüsü gemi su alacak, şiddetli fırtınalara tutulacak, alabora olma tehlikesi yaşayacaktır.

Hak dava, Peygamberlerin davası.. Hz. İbrahim’in putları kırma, tevhidi gönüllerde yeşertme davası.. Hz. Yusuf’un tevhidin gönüllerden fışkırıp topluma yürüyüş davası.. Hz. Musa’nın köleleştirilmiş toplumların esaret zincirlerini kırma davası.. Hz. İsa’nın insanı maddenin tasallutundan kurtarıp ruhunu yüceltme davası.. Ve Hz. Muhammed’in, İbrahimî tevhidi tüm insanlığa taşıma, yepyeni bir medeniyeti insanlığa bir armağan gibi sunma davası. Rahmet davası, merhamet davası.. Hepsine selam olsun!

Saraydaki Mümin

Evet, bu yüce peygamberler tek başlarına çıkmışlar yola. Kendilerine inanan az sayıdaki insanların destekleriyle sürdürmüşler davalarını. Hz. İbrahim, ateş sınavından geçerken iki kişi de olsa ona inananlar vardır: Biri Hz. Lut, diğeri eşi Hz. Sare. Üçü beraber dava uğruna hicret ederler, tevhid sancağını birlikte taşırlar başka beldelere.

Hz. Yusuf, hakikati anlattığı zindan arkadaşlarından birinin ve kralın desteğini görmüştür. Bunlar, bilebildiğimiz kadarıyla en azından onun dürüstlük ve asaletine inanmışlardır. Hakikat davasının Mısır’da gün yüzüne çıkmasında etkili olmuşlardır. Öyle ya “Allah, fâcir bir adamla da dinini teyit eder.” (Ebu Nuaym, Hılyetü’l-Evliyâ, VIII, 331)

Hz. Musa, Peygamber olarak gönderildiği İsrail oğullarının bile aymazlıkları ile karşılaşırken, Firavunun sarayındaki cesur bir asilzadenin desteğini almıştır. Hz. Musa, dışarıda Firavun ve halkıyla mücadelesini sürdürmüş, bu samimi mümin de gıyabında ona arka çıkmıştır. Kuşkusuz o, hakikat davasının yükselmesinde önemli bir rol oynamıştır: “Ve Firavun dedi ki: Bırakın beni, ben Musa’yı öldüreyim..” “O anda, inancını [o güne kadar] gizlemiş olan Firavun ailesinden bir mümin [şöyle] haykırdı: Bir adamı ‘Rabbim Allah’tır’ dediği için mi öldüreceksin? Oysa o size, Rabbinizden apaçık mucizeler getirmiştir.” (Mümin 40/26,28)

Biziz, Allah Yolunun Yardımcıları!

Hz. İsa, genç bir peygamber. Maddenin boyunduruğu altındaki yahudiler, dini istismarı sanat haline getirmiş din adamları, onu boğmayı en baştan kafalarına koyarlar. Hz. İsa, nefesini tutarak o şehirden bu şehre yürüyüp hakikat davasını anlatır. Bu arada bir avuç insan arkadaş olur ona: Havariler. Materyalist din bilginlerinin yüzüne bile bakmadıkları bu fakir insanlar, bütün varlıklarıyla Allah yolunun fedakâr destekçileri olurlar: “İsa (yahudilerin) hakikati reddettiklerinin farkına varınca sordu: ‘Kim Allah yolunda benim yardımcılarım olacak?’ Havariler cevap verdiler: ‘Biz [Allah yolunda] senin yardımcıların olacağız. Biz Allah’a inandık. Sen de şahit ol, biz O’na teslim olmuşuz.” (Al-i İmran 3/52)

Vaktaki, Havarilerden üçü bir şehre hakikat davasını götürdüler. Bir adam vardı, adı Habibbü’n-Neccâr. Şehrin dışında yaşar, toplumun içindeki çirkefliklere bulaşmak istemezdi. Elçiler önce ona uğradılar, hakkı anlattılar. Gönlü hakkı kabule çoktan müheyya olan Habib tereddütsüz inandı elçilere. Elçiler gittiler, görevlerini yerine getirdiler. Ancak öfke, nefret ve düşmanlıktan başka bir şey görmediler. Tam onları öldürmeye azmetmişlerken durumu haber alan bu mümin, koşarak geldi şehrin öte başından. Bir tek adam, koca bir güruha karşı. Habib, hakikat davasına destek uğruna canını vermekten çekinmedi. Şehidler kervanına katıldı. (Yasin 36/13-32) Hepsinin sa’yi meşkur olsun.

Hak Davaya Adanmış Canlar

Ve Hz. Muhammed (s.a).. İnsanlık burcunda bir güneş gibi yükselen Yüce Peygamber. Kuşkusuz peygamberler içinde en seçkin yardımcılara, en asil destekçilere sahip olan müstesna davetçi. Belki başlangıçta bir avuçlar. Ancak öyle bir inanışları var ki ona, akıl hayrete düşer, kelimeler aczini itiraf eder.

Bir Ebu Bekir çıkar. Sadakatin ve feragatin sembolü olur. Tüm varlığını bu uğurda harcamaktan çekinmez. Bir Ömer çıkar. Cesaretini, yiğitliğini, bundan daha önemlisi, ışıl ışıl zekasını, derin kavrayışını, bir davayı sonsuzluğa taşıyacak ufkunu koyar ortaya. Bir Osman teslimiyet gösterir ona, nur-ı nebevi bütün ruhuna siner adeta, mal varlığıyla güçlü bir omuz olur. Bir Ali inanır ona, fedakarlık, fütüvvet burcunda bayrak olur. Bir Ubeyde çıkar, Peygamberin sevinci, kıvancı olur. Bir Zübeyr çıkar. “Her Peygamberin bir havarisi (kendini ona adayan bir eri) vardır, benim havarim de Zübeyr’dir” (İbn Kesîr, el-Bidâye, IV, 20) iltifat-ı nebevisine mazhar olur.

Musab vardır, Bilal vardır, Habbab vardır, Talha vardır, Sad vardır, Said vardır, Halid vardır, Amr vardır. Daha niceleri niceleri vardır. Her biri ayrı bir cevher, her biri adanmış bir yürektir, candır. Ortak özellikleri, Hz. Peygamber (s.a.)’i canlarından aziz bilmeleri, onun davası uğrunda her türlü fedakarlığı yapmış olmalarıdır.

Zeyd İbn Desinne, Kureyş’in elinde esir. Ebu Süfyan onu can evinden vurmak istiyor. “şimdi” diyor, “Senin yerinde Muhammed’in olmasını, kendininse ailenin arasında olmanı ister miydin?” Zeyd’in cevabı açıktır: “Değil yerimde olmasını istemek, ayağına bir dikenin batmasına bile gönlüm razı olmazdı.” Ebu Süfyan şaşkın bir halde şöyle diyor: “Ashabının Muhammed’i sevdiği kadar, bir kimsenin bir başkasını bu kadar sevdiğini hiç görmedim.” (İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 125)

Ya Bedir günü, Ashâb-ı Kiramdan Sad İbn Muaz’ın veya Mikdad İbn Amr’ın söylediği şu söz unutulabilir mi? “Vallahi sen şu denizi gösterip dalarsan biz de seninle birlikte dalarız; İsrail oğullarının Hz. Musa’ya: “Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturup bekleyeceğiz” dedikleri gibi demeyeceğiz sana. Sonuna kadar seninle beraber savaşacağız.” (İbn Hişâm, III, 161; İbn Kesîr, III, 264) Allah hepsinden razı olsun.

Bozgun Havası Ne Zamana Kadar?

Hak dava, yüzyıllar içinde inananların samimiyet ve gayretleri ölçüsünde yükselir, zirvelere tırmanır. Kimi zaman samimiyet zayıflar, gayretler küçülür, derin bir sükuta bürünür. Ama hep vardır, yeni uyanışlar yaşayacak potansiyeli taşır bünyesinde. Davayı ayağa kaldıracak iç dinamiklere sahiptir her zaman.

İşte bir nice zamandır, yine bir sükut hali yaşanmaktadır. Küçük kımıldanışlar, yer yer kıvılcımlar yok değildir. Ancak Hak dava çok güçlü destekçiler istemektedir. Küfür cephesi güçlü, gerçekten güçlüdür çünkü. Bütün imkanlarıyla Hak davayı boğmanın gayreti içindedir. Son teknolojiyle donatılmış orduları, silahları, devlet yapıları, sermayeleri, lobileri, kafası bütün şeytaniliğiyle çalışan adamları, bizi her şeyimizle kuşatacak kuruluşlarıyla…

Böyle bir ortamda, öncelikle yine samimiyet, fedakarlık ve gönül birliği gereklidir. Farklı amaç ve hesapların yapıldığı, fedakarlık duygusunun köreldiği, gönüllerin darmadağın olduğu bir ortam başarı getirmeyecektir. Gönüller ülke sınırlarının ötesine geçemediği sürece, Hak davanın yücelmesi zor olacaktır. Öte yandan, bu güce karşı koyabilecek imkanlar gereklidir. Allah yolunda cihaddan söz edilirken, mal ve canlardan söz edilir hep. Malı olan; davaya gönül verecek, dini kavrayacak, dünyanın gidişatını anlayacak, akışa yön verecek insanların yetişmesi için müesseseler kurmalıdır. Bunların ayakta kalması için seferber olmalıdır. Bir diğeri malı yoksa da canla başla çalışmalı; aklını, zekasını, ufkunu koymalıdır ortaya. Bir diğeri, aile yuvasında sevgi ve şefkatle işlemelidir çocuklarının ruhunu. Bir diğeri ilmini, kalemini, şiirini, edebiyatını bu amaca yöneltmelidir…

Akıllar, gönüller ve imkanlar birleşince güçlü bir sinerji çıkar ortaya. Allah’ın rüzgarı da gemiyi sürüklemeye başlar bir taraftan.

Bir ütopya değil bu. Hak bir davaya inanıyoruz. İnandığımız Allah (c.c), bir yol haritası koyuyor önümüze. Yüce Peygamber ebedi örnekliğiyle, ona gönül verenler fedakarlık ve gayretleriyle bir anıt gibi duruyorlar karşımızda. Burada önemli olan, bir davamızın olduğunun bilincinde olabilmek, onun için bir şeyler yapmanın kaygısını taşımaktır. Gönlümüzde bunun heyecanını, aşkını duyabilmektir.

Bu davaya gönül vermiş, ömür vermiş bir büyüğün yıllar önce söylediği şu sözler gerçekten anlamlıdır: “şevki seçiniz. Aşkı seçiniz. Ben aşksız insanlar görüyorum. Huzur içinde uyuyorlar, gidiyorlar, gülüyorlar, vitrinlere bakıyorlar, hala büyük büyük pazarlıklar peşindeler. Türkiye’nin içinde bulunduğu felaketi idrak etmiyorlar.” (Fethi Gemuhluoğlu, Dostluk Üzerine, s.19)


Mesut Kaya'ın Yazısı.