En Güzel İnsan Neye Gülerdi, Niye Gülerdi?
Murat Kaya
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, genellikle beşûş çehreli, güleç yüzlü ve mütebessim idi. En sıkıntılı anlarında bile umumiyetle üzüntülerini belli etmez ve yanındakilere hüzün verecek bir tavır sergilemezdi. Hiç kimseden güler yüzünü ve güzel ahlâkını esirgemezdi. Bilhassa çok sevdiği kimselerle karşılaştığında tebessümü bir kat daha artardı.
Cerîr bin Abdullah (r.a); “Fahr-i Kâinât Efendimiz, müslüman olduğum günden beri beni huzuruna girmekten hiç alıkoymaz ve her gördüğünde tebessüm ederdi” buyurur. (Buhârî, Edeb, 68)
Hz. Ali (r.a) şöyle der: Rasûlullah (s.a.v), meclisindekilere karşı dâimâ güler yüzlü ve yumuşak huylu idi. Affı ve bağışlaması boldu. Hiç kimse ile çekişmezdi. Hep sükûnet ve vakarla hareket eder, dâimâ güzel söz söylerdi… Meclisinde bulunanlar bir şeye gülerlerse o da tebessüm eder, bir şeye hayret ederlerse o da onlarla birlikte hayret ederdi. (İbn-i Sa’d, I, 423-425)
Buradan anladığımıza göre, Peygamber Efendimiz, insanlardan farklı olduğu izlenimi verdirecek hareketlerden kaçınırdı. Onlarla tesis ettiği kalbî ve hissî irtibâtı devam ettirirdi. Farz ve haram olan durumlar hariç insanlarla iyi münâsebetler kurmak, çok dikkat ettiği bir husustu.
Bir Arap şâiri şöyle der:
“Bir gün biri, seni cömertlikte bulutlara benzetirse medhinde hata etmiş olur. Çünkü bulutlar verir ağlar fakat sen, verir gülersin!”
Abdullah bin Hâris (r.a); “Rasûlullah (s.a.v)’den daha çok tebessüm eden bir kişi görmedim” demiştir. (Tirmizî, Menâkıb, 10)
Efendimiz (s.a.v):
“Kardeşine karşı izhar edeceğin tebessümün bir sadakadır”
“Biriniz yapacağı en küçük iyiliği dahî asla hakir görmesin! Yapacak hiç bir şey bulamazsa kardeşini güler yüzle karşılasın!”
“Allah; uyumlu, yumuşak ve güler yüzlü kimseyi sever” buyurmak sûretiyle ümmetini de mütebessim olmaya teşvik etmiştir.
Efendimiz’in bu tavsiyesine uyan Ebu’d-Derdâ (r.a), bir söz söylediğinde muhakkak tebessüm ederdi. Bir gün hanımı ona:
“–İnsanların sana ahmak demelerinden korkuyorum!” dedi. Ebu’d-Derdâ:
“–Rasûlullah (s.a.v) bir söz söylediğinde muhakkak tebessüm ederdi” dedi. (Ahmed, V, 198, 199)
Ancak gülmenin de bir âdâbı vardır. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in gülmesi bir edep ve nezâket dâiresindeydi. Hz. Âişe (r.a):
“Allah Rasûlü’nün küçük dili görünecek şekilde kahkahayla güldüğünü hiç görmedim. O (ekseriyetle) tebessüm ederdi” buyurmuştur. (Buhârî, Tefsîr, 46/2)
Habîb-i Ekrem Efendimiz bir gün, kuraklıktan muzdarip olan halkın şikâyeti üzerine musallâ denen açık bir alanda kısa bir hutbe okuduktan sonra namaz kılıp dua etmişti. Çok geçmeden gök gürleyip şimşek çakmaya başlamış ve bol miktarda yağmur yağmış, seller akmıştı. İşte bu arada insanların yağmurdan korunmak için koşuştuklarını gören Efendimiz (s.a.v), azı dişleri görününceye kadar tebessüm etmişti. (Ebû Dâvûd, İstiska, 2)
Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle anlatmıştır: “Ben cehennemden en son çıkacak ve cennete en son girecek olan kimseyi yakînen bilirim. Bu öyle bir adamdır ki kıyâmet gününde, getirilir ve, «Küçük günahlarını kendisine gösterin, büyük günahlarını ise gizleyin!» denilir. Bunun üzerine ona küçük günahları gösterilir ve:
«–Sen falan gün şunu şunu, falan günde şunları yaptın değil mi?» denilir. Adamcağız da inkâr edemeyerek:
«–Evet» der. Ancak bunların ardından büyük günahlarının da gösterilmesinden korkmaya başlar. Tam bu esnada ona:
«–Senin için her kötülüğün yerine bir iyilik vardır» denilir. Bunun üzerine adam:
«–Yâ Rabbî, ben bir kısım (günah) işler yaptım ki onları burada göremiyorum» der.”
Ebû Zerr (r.a)’ın ifadesine göre Efendimiz (s.a.v) bu haberi anlattıktan sonra azı dişleri görününceye kadar tebessüm etmiştir. (Müslim, İmân, 314)
Ümmü Kays (r.a) anlatıyor: “Oğlum ölmüştü. Bu sebeple çok üzüldüm. Onu yıkayan kimseye:
«–Oğlumu soğuk su ile yıkama, oğlumu öldüreceksin!» dedim. Bunun üzerine kardeşim Ukkâşe hemen Efendimiz’e gidip benim söylediklerimi haber verdi. Rasûlullâh (s.a.v) tebessüm etti ve:
“–Böyle mi söylüyor! Onun ömrü uzadı.” buyurdu.
Hâdiseyi nakleden râvî: “Biz, onun gibi uzun yaşayan bir başka kadın bilmiyoruz” demiştir. (Nesai, Cenaiz 29)
Enes (r.a) şöyle anlatır: “Efendimiz’in son gülerinde Hz. Ebû Bekir namaz kıldırıyordu. Nihâyet pazartesi günü olunca saf saf namaza durduğumuzda Rasûlullâh (s.a.v) hücre-i saâdetlerinin perdesini kaldırıp bizi temâşâya başladı. Ayakta duruyordu. Sîmâsı Mushaf yaprağı gibi pırıl pırıldı. Sonra tebessüm etti, mübârek dişleri gözüktü. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’i görünce o kadar sevindik ki, neredeyse namazı bozacaktık. Hz. Ebû Bekir, Allâh Rasûlü’nün namaza iştirâk edeceğini düşünerek safa girmek için geri geri gelmeğe başladı. Ancak Fahr-i Kâinât (s.a.v), namazınızı tamamlayınız, diye işâret edip perdeyi örttü. İşte (bu, O’nu son görüşümüz oldu) o gün dâr-ı bekâya irtihâl etti.” (Buhârî, Ezân, 46)
Her hususta olduğu gibi gülmede aşırıya kaçmak da zararlıdır. Zira aşırı gülmek şakacılığın, nüktedanlığın veya güler yüzlü olmanın değil, Allah’tan gâfil olmanın bir netîcesidir. Nitekim Fahr-i Kâinât Efendimiz:
“Çokça gülmeyiniz! Gülmenin aşırısı kalbi öldürür” buyurmuştur. (Tirmizî, Zühd, 2)
GENÇ'ın Yazısı.