Meryem Duman

Ne olur bu yazacaklarım bana olan sevgini değiştirmesin, çünkü buna çok muhtacım, yazacaklarım kendi çirkinliklerim ve bunlara karşı senden imdat istememdir, yoksa sen tüm kâinatın uğruna yaratıldığı nursun.

Bu ay yılın en güzel aylarından biri. Bu ay nisan ayı, bu ay “Kutlu Doğum” ayı... Miladi olarak Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in doğduğu günün 20 Nisan olması hasebiyle, her yılın nisan ayında “Kutlu doğum haftası” kutlanır. Gene bu sene bu konuyla yakından uzaktan ilgilenen tüm Müslümanlar arasında bir kutlama telaşı başlayacak. Programlar, şiirler, slaytlar, yazılar, ilahiler, ezgiler, süprizler, hatimler, salavatlar, kırmızı güller, Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’e mektup yarışmaları, kırk hadis yarışmaları ve daha neler neler… Bu sene daha değişik neler yapabiliriz düşünceleri saracak dertli beyinleri. Önceleri, tüm sene Peygamber Efendimiz(s.a.v.) ‘i ihmal eden İslam âleminin, tövbe eder gibi bu ayda bunca aşk terennümleri etmesi bana biraz yapmacık gelirdi. Fakat zaman geçtikçe bu acımasız düşünceyi biraz yumuşatıp, bu kutlamaların yapılmasının hiç yapılmamasından daha iyi olduğuna kanaat getirdim. Sonuçta her Kutlu Doğum, Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’e sevgimizin ortak bir ispatı oluyor. O’nu, dünyayı nurlandırdığı bu ayda da unutsaydık, affedilmez bir nankörlük olurdu herhalde. Her Kutlu Doğum, mutlaka O’na olan muhabbetimizi tazeliyor, içimizdeki bazı temiz ama O’nun güzelliğinden habersiz gönüller için ciddi uyanışlara vesile oluyor, belki O’nu unutan bazı gönüllerde samimi tövbeler meydana getiriyor. “Müslümanlar ve Kutlu Doğum” konusu bayağı uzun bir mevzu, o yüzden ben fazla uzatmadan lafı asıl konuya getireyim.

O’na Mektup Yazmak...

Hâsıl-ı kelam, birkaç seneden beri, her sene bu ay kalbimi yoklayan arzu, bu ay da kalbimi yokladı ve gönlümden gene aynı cevabı aldı: “Hayır, bu sene de olmaz. Ne yazacaksın ki mektupta? Yazabilecek neyin var ki? Ya samimiyetsiz olacaksın- ki bunu hiç istemezsin-ya da yazmayacaksın o mektubu, yazabilecek kadar yandığın günü bekleyeceksin”. Karar gayet açıktı.

Bu sene de Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’e mektup yazamayacaktım. Yazmayı çok istiyordum, Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’e yazılan mektupların kalplerde ne kadar güzel duygular uyandırdığını biliyordum ve aynı şeylere ben de vesile olmak istiyordum ama O’na ait duygularımı sakladığım içimdeki sandıkta, O’na duygulu ve yana yana yazılacak bir mektup için yeterli hissiyat yoktu. Fakat kendime rağmen, bu mektubu yazmalıydım. Artık O’na karşı hissettiklerimle yüzleşmeliydim. En samimi duygularımı dökmeliydim kağıda. Sonuçta diğer tatlı, sevgi dolu mektuplar gibi olmayacaktı belki benim mektubum. Ama tamamen faydadan hâli de olmayacaktı. Bunu biliyordum ve “Bismillah” diye başladım mektubuma, bunun sadece benim, “olduğu gibi görünme” derdim olduğunun ve bu konuda bir çığır açmak istediğimin bilinmesini dileyerek:

Seni Layıkıyla Sevemedim

“Esselamü Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekâtüh Ya Rasulallah; Hakikaten sen ne büyük bir insan ki, mektubu yazmaya başlar başlamaz, aklımdan yazmayı planladığım her şey silindi. Heyecandan kalbim hızlı hızlı atıyor ve ne yazsam da O’na karşı kusur etmesem diye düşünmeye başladım. Güya açık sözlü olacağım diye yazmayı düşündüğüm şeyleri şimdi yazmaya çekiniyorum. Sana mektup yazmak düşündüğümden çok daha zor bir şeymiş. Ama şunu bil ki Ey Efendim, Peygamberim, bu mektupta senin en büyük sünnetlerinden birini yapmaya çalışacağım, dürüst olmayı yani.

Yanlış bir şey yazarım diye ödüm kopuyor. Çünkü biliyorum ki sen Yüce Rabbimizin Hâbîbisin. Ne olur yazdıklarımı bir bedevî yazıyormuş gibi oku ve tebessümünü üzerimden eksik etme. Vallahi sen bundan çok çok daha güzel mektuplara layıksın. Ne olur bu yazacaklarım bana olan sevgini değiştirmesin, çünkü buna çok muhtacım, yazacaklarım kendi çirkinliklerim ve bunlara karşı senden imdat istememdir, yoksa sen tüm kâinatın uğruna yaratıldığı nursun. En güzel sözlerle seni anlatmaya gücü yetecek kadar seni tanımış ve idrak etmiş olmayı çok arzu ederdim. Ama değilim.

Ben seni layıkıyla sevemedim Ya Rasulallah. Sana âşık değilim ben. “Titredim Efendim, seni andım bu gece” ilahisini yazan kişi gibi, hiçbir gece vakti seni anıp titremedim. “Ruhum sana âşık, sana hayrandır Efendim” ilahisini çok sevsem de, o mübarek sevgiden uzağım. “Leblerinle emrine âmâdedir canım benim” diyemem. Hissiyatım sadece o ilahileri dinlediğim zamana aittir. Dursun Ali Erzincanlı şiirleri hep bir özenti uyandırır içimde, o kadar. Sakal-ı şerif’i öperken, senden uzak olmamın bana neler kaybettirdiğini anlar, ama ertesi gün nedense o kıvılcımı söndürmüş olarak kalkarım yeni güne. Gülü koklarken çoğu zaman senin teninin kokusu olduğunu unuturum, salavât çekmem âşıkların gibi. Buyuruyorsun ki: “Kıyamet günü bana en yakın olanlar, bana en çok salavât getirenlerdir”. Her salavâtta o kişilerin ismi ulaştırılır elbette ki sana. Seni her gün defalarca hatırlayan mı daha yakındır sana, yoksa benim gibi arada bir ananlar mı? Ben sana kendimi yeterince tanıtamadım ki, kıyamet günü bilmem bana nasıl davranacaksın.

Hâlbuki ben seni çok seviyorum Rasulallah. Ama biliyorum ki sen bana dünyada en çok sevdiklerimden daha sevgili olmalısın. Sana âşık o sahabelerinin menkıbelerini duydukça utanıyorum kendimden. Kocasını, oğullarını savaşta kaybettiği halde, ancak senin sağ olduğunu duyunca rahatlayan o hanım sahabe gibi olabilir miyim ben? Allahım bu ne büyük sevgi, bu nasıl aşk havsalam almıyor? Sen, dar-ı bekaya irtihal ettikten sonra gözlerini yitirmek isteyen sahabe… Bilal (r.a.)’in Medine’yi terk etmesi, bir daha ezan okuyamaması… Enes(r.a.)’in her gece seni rüyasında görmesi. Veda haccında sen tıraş olurken sahabelerin sakallarını kapışması… Dünyanın en vakarlı, en karakter sahibi, en kâmil insanlarını senin sakallarını kapışmaya yönelten şey senin eşsiz büyüklüğün değil de nedir ki? Asırlarca buna benzer nice âşıkların oldu, hala da var. Mevlid-i şerif, Su Kasidesi, Kaside-i Bürde ve binlerce Naat-ı şerif. Evet, sonunda anladım ki, ben yıllardır senin hayatını, hadis-i şeriflerini okuyorum, 6 yaşımdan beri adını, anne ve babanın adını, dedenin adını, doğum tarihini ve yerini ezbere biliyorum ama meğerki ben seni hiç tanıyamamışım Ya Rasulallah. Sen yıllardır ezbere bildiğim bir şiir gibisin, manasını hiç bilmeden tekrar ettiğim. Tüm erdemlerini ezbere sayabilirim, fakat bunları o kadar normalleştirmişim ki gözümde. Sen mükemmelsin, hepsi bu. O insanların gördüğü, bildiği şeyi, ben göremiyorum, bilemiyorum. Çünkü muhabbet bambaşka bir şey, bilgiden öte bir şey. “Ey Muhammed, kimi seni uzaktan tanır. Kimi yaklaşır da kör olur gider.” Ey Habibullah ben bu gerçeği bile daha yeni fark ediyorum.

Fakat dünyanın en sevilesi varlığının muhabbeti niye içimi dolduramıyor, niye uyuşmuş yüreğim? Bu sorunun cevabını yakınlarda tevafuken aldım. “MÜSTEHAKKINA NEFRET OLMADAN, LAYIKINA MUHABBET OLAMAZ!” diyordu bir Hak dostu. Meğer ben yıllardır kendimce masum görerek muhabbetimi ne yanlış yerlerde harcamışım. Senden son derece uzak olan kişileri seyretmekten alamamışım gözlerimi. Sevmesem de onları, günahlarından layıkıyla nefret etmemişim. Hâlbuki ister ufak, ister büyük nefsi şeylere muhabbet duydukça, senin o pâk muhabbetin kaplayamamış gönlümü. Ben Allah’ın bana verdiği en kıymetli şeyi, muhabbeti ne kadar israf etmişim. Sen o kadar temiz, o kadar mübarek ve güzel bir ruhsun ki,tüm kirli bakışlardan saklıyorsun kendini. Bense ahmakça, niye rüyama girmiyorsun diye düşünüyorum. Hâlbuki seni gerçek mânada sevmek ne güzel bir şeydir. Âşık her an maşukuyla doludur. Bilirim ben, âşık olduğun kişiyle dolusundur her an. Öyle hayran olur ki ona, isteyerek ve istemeyerek ona benzemeye başlar. Suyun aktığı kabın şeklini alması gibi kolaydır bu benzeyiş. Ne yapsam da onu mutlu etsem diye düşünür. Ben de sana âşık olabilsem Ya Rasulallah; sünnetlerine hiç kendimi zorlamadan uyarım o zaman. Misvakla dişlerimi eskitirim. Her işte seni örnek alırım. Kimseye kin tutamam sonra, merhametle, infakla coşarım. Tevazu da en başı öne eğik olan olurum. Tebessüm dolu bir yüzüm, tatlı bir dilim olur. Muhabbetinle tazelenirim her gün ve gece. Seni mutlu edecek şeyleri ararım, seni anlatan kitaplardan. İslam’ı anlatırım gönlümün ulaştığı her insana ve bundan hiç yorulmam. Mazlumları, düşkünleri arar, bulur, sahip çıkarım, yetinmem hiç yaptıklarımla. Sadece Rabbimin rızasını ve tebessümle aydınlanan yüzünü düşünür ve devam ederim coşkuyla yaptıklarıma. Doya doya söylerim her an, korkmadan yalancılıktan: “Anam, babam, canım sana feda olsun Ya Rasulallah” diye. Her sana benzeyişimde daha bir severim Rabbimi ve O da sever beni, öyle buyurmuyor mu ayetinde. Rabbime ve Sana âşık olmak en büyük hayalim Ya Rasulallah.

Ey Habib-i Zişan Efendim… Ey Rahmet Peygamberi… En büyük duam şu ki… Sana layık bir ümmet olayım ve seni sana layık bir sevgiyle sevebileyim. Ve bir gün elime kâğıdı kalemi alıp sana, sana layık bir mektup yazabileyim. Bu Kutlu Doğum da gönlüme doğar mısın Ya Rasulallah?


GENÇ'ın Yazısı.