Boynu Bükük İstasyonlar
Birinci sınıf kompartımanındaki deri koltuklar yerine arkada oturmayı tercih ediyorum. Busra’dan Şam’a yaptığımız bu tren yolculuğunda tahta koltuklar üstünde sağa sola yalpalarken kendimi yüz yıl kadar eskide Hac yolunda hissettim.
Hicaz Demiryolu…
1 Eylül 1908’de açılmıştı. Tek amacı Allah rızası ve kutsal topraklara daha fazla hacı taşımaktı. Doksan beş yıl sonra yine 1 Eylül’de yüz yıllık bir trendeyim.
Abdülhamit Han tarafından düşünülen bu projenin dört milyon dolara çıkacağı varsayılır. Ama para bulunamaz. Müslüman halkın ve İslam Dünyası’nın bağışları yardıma yetişir. İlk bağışı Abdülhamit bizzat kendisi yapmıştır. Böylece Batılılara göre mümkün olmayan bir rüya gerçekleşir. Abdülhamit’in ruhunu kattığı bu proje İslam dünyasında coşkuyla karşılanır. Sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçekleştirdiği en son ve en görkemli eser değildir ama bu demiryolu. Kutsal bir hattın, inancın yoludur.
Kimi yerde eseri bile kalmamış olan Hicaz Demiryolu, Suriye ve Ürdün topraklarında bugün bile işlemekte. İşte bizde bu eski buharlı trenlerle tarihin derinliklerine doğru seyahat ettik. Viraneye dönmüş, kullanılmayan eski istasyonlar ümitle hacı ağırlamak ve onun sevabından nasiplenmek için bekliyor. 1919’a kadar kısa bir süre hacı taşıyarak amacına ulaşsa da o günden beri boynu bükükler.
Tren bir türlü istasyonu terk etmeyince telaşlandık. Oysa tek hat olan tren yolunda trenler bir birini yol vermek için beklemek zorunda. Tren tam yol almaya başlamışken çıkan bir koyun sürüsüymüş meğer sebep. Birkaç dakika sonra ise tren arıza yapıp duruyor. Neyse ki makinist aynı zamanda treni tamir edebilecek kapasitede. Treni tamir ediyor ve yola devam ediyoruz.
Birinci sınıf kompartımanındaki deri koltuklar yerine arkada oturmayı tercih ediyorum. Busra’dan Şam’a yaptığımız bu tren yolculuğunda tahta koltuklar üstünde sağa sola yalpalarken kendimi yüz yıl kadar eskide Hac yolunda hissettim. Açık camlardan içeri toz dolarken yeşil kubbeye kavuşmayı hayal edip yol alan Hatice nineleri, Mehmet amcaları düşündüm.
Hamidiye Çarşısı, Osmanlı’nın klasik kapalı çarşısı mimarisine sahip. Rengârenk ışıltılı çarşıdan dondurma yemeden ayrılmamak lazım. Çarşının sonundaki kapıdan çıkınca karşılaşacağınız Roma kalıntıları sizi şaşırtabilir. Emevi Camisi’nin dört minaresinden okunan dört ayrı ezanın daveti ise başka. Hz. Yahya’nın başına ev sahipliği yapan Emevi Camii aynı zamanda pek çok büyük âlimin yetiştiği bir mekân. Ak minaresi Hz. İsa’yı bekliyor. İmam- ı Gazali’nin nefesi ise Roma burcunda yankılanıyor. Burası aynı zamanda Kerbela’da hunharca şehit edilen Hz. Hüseyin’in istirahathanesi.
Avluda sekiz sütun üzerinde yükselen hazine kubbesini “Beytülmal” kamu hazinesini saklamak için Abbasiler yaptırmış. Sabah namazı çıkışı revaklar altında oturup ince işlemeleri inceledim. Koşturan insanların arasında kaybolan sessizliği aradım. Çıkışta ise otantik bir kahvede sabah kahvemi yudumladım.
Şam’da bulunan Selahaddin Eyyubi, Muhitini Arabi ve Halit-i Bağdadi gibi pek çok büyük zatı ziyaret ettik. Boşuna Şam-ı Şerif denmemiş buraya. İnsanın içine işleyen bir yanı var.
Hande Berra'ın Yazısı.