Atomu parçalayabilen teknoloji, enerji santrali kurmak yerine Hiroşima’ya bomba attı. Yarın bunun benzerinin olmayacağını, insanın son gelişmelerle insanlığın hayatını karartmayacağı ne malum.

Geçen ay yeni bir bilgisayar aldım. Dizüstü, 13 inç ekrana sahip ve öncekine göre oldukça hafif bir bilgisayar. İnsanın hayatında yolculuk önemli bir ayrıntı olunca, daha küçük bilgisayarları düşünür oluyor. Bu bilgisayar işi neredeyse bir yıldır gündemde. Neden sonuçlanması bu kadar gecikti biliyor musunuz? Her şey bir yana, biraz da Cern deneyi yüzünden. Teknoloji çökebilir fısıltılarına “ya tutarsa” diye bakmam sebebiyle.

Bilgisayarı aldım ama yine de gözüm bilim-teknoloji haberlerini aynı kısık hali ve şüpheciliği ile seçerek okuyor, kaçırmıyor.

Milenyumu geçeli sekiz sene bitmiş, dokuzuncu seneyi ortalıyoruz. Ben daha ortaokuldayken, iki binli yıllara dair öngörülerimiz vardı. Şimdinin uzay çağı hayallerinden pek farklı değil. Her şeyin metal rengine ve soğukluğuna büründüğü bir gelecek.

Özellikle gençlerin hayatının büyük bir bölümünde teknolojik ürünler mevcut. Biz mesela diyelim ki hafta sonu için bir plan yaptık arkadaşlarla… Muhakkak diz üstü bilgisayarımızı da yanımızda götürüyoruz. Mp3 çalarımız, ses kayıt cihazlarımız, birer ikişer telefonlarımız hep yanımızda. Uğraşan arkadaşlarımız yanlarına bir de dijital fotoğraf makinelerini alıyorlar. Bunlarla bile ortalık bir anda kablo cennetine dönebiliyor. Olmazsa olmazlarımız haline gelen bu alet edevat, hayatımıza gireli ne kadar az bir süre oldu hâlbuki…

Peki bu hızlı ilerleyiş nereye gidiyor? Şundan çok değil bir on-yirmi yıl sonrasına dair tahminler bile hayli inanılmaz ve bir o kadar da korkutucu bence. Sabah öğrendiğin bilgi akşama eskiyecek deniliyor. Peki o zaman biz, yenilenmiş bilgiyi takip edemez yaşlılar (yaşlılık da belki teknoloji takip hızımıza göre belirlenecek) mı olacağız, yoksa bu hıza yetişmek için nefes nefese mi kalacağız?

Çizgi filmlerden alıntı değil, gerçekten ilerleyen yıllarda yemek niyetine haplarla besleneceğimizi ileri süren insanlar var. Mesela Bursa iskenderi yerine, beynimizde benzer etkiyi uyandıracak bölgeyi uyaran ve aminoasit zengini haplarla mı besleneceğiz? Belki de böylece mutfaklarda ve sofralarda harcadığımız(!) zamanı kutsal bilgi peşinde koşturarak değerlendireceğiz.

Belki de sadece düşünerek yazımızı yazacağız, beynimizi okuyan bilgisayarlar sayesinde. Gözümü kırparak vereceğiz komutla da saliseler içinde yazı dergide olacak (bu kısmını yazı işleri sevebilir).

Gen haritamız deşifre edildiği için hangi hastalıklara karşı önlem almamız gerektiğini biliyor olacağız. Belki böylelikle hastalanmadan tedavi olacağız.

Daha besleyici, daha kolay yetişen tarım ürünleri olacak. Açlık dünyadan kalkacak..

Arabaların, saatlerin, tencerenin tavanın akıllı olanı üretilecek. Bizden çok onlar düşünecek ve hep bizim için düşünecekler. Bizim iyiliğimiz, sağlığımız için. Kullandığımız eşyalar iyice küçülecek, portatif olacak belki, hatta kullanıp işimiz bitince çöpe atabileceğiz.

Nano teknoloji, genetik ve klonlama sayesinde yepyeni bir dünyada yaşayacağız ve bu dünyada açlık, hastalık, savaş, kıtlık olmayacak. Öyle mi?

Belki de gerçekten böyle olur. Hayat daha kolay, ucuz, herkes için kaliteli ve sağlıklı olmaya başlar. Peki ama bu hiç hastalanmayan, güzel, sağlıklı, güven içindeki akıllı bireyler, sürekli ilerledikleri bilim ve teknoloji dünyasında ne yapacaklar? Biraz sıkıcı görünüyor. Kim bilir o zaman belki sıkıntı genini de izole ederler. Belki de…

Yine de kaygılanmadan edemiyor insan. Hele ki bu satırların yazarı.

Atomu parçalayabilen teknoloji, enerji santrali kurmak yerine Hiroşima’ya bomba attı. Yarın bunun benzerinin olmayacağını, insanın son gelişmelerle insanlığın hayatını karartmayacağı ne malum.

Hatırımda kaldığıyla, Einstein’a atom bombası icadından sonra soruyorlar. Durum bu, 2. dünya savaşı böyle bir yıkımla bitti. Peki, acaba 3. dünya savaşında ne olur? Bu yıkım nasıl bir sıçrama geçirir? Einstein “Onu bilmiyorum ama 4. dünya savaşı mızraklarla(taş ve sopalarlar) biter” demiş. İşte bütün bu teknolojik gelişmeler bizi o sona doğru sürüklüyor gibi geliyor.

O kadar hızlı ilerliyor ki bu “teknoloji, buluşlar, son gelişmeler” denen şeyler, bir yerde muhakkak sağlam bir duvara toslar gibi geliyor. Duvara toslar ve çelikten, parlak bedeni çıtır çıtır kırılıverir.


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.