M. Nedim Tan

Timothy John Winter, İslam ve Hıristiyanlık, Etkileşim, 2007

Gayr-ı insanîlikle nitelenebilecek nice olayla/olguyla karşı karşıyayız. Varlığa sadece duyularıyla bakan; aklı, hayali, keşf ve ilhamı, bin yılların birikiminde kaynak bulan ortak mirası hiçe sayan; kendini sadece siyasî partilerin bölücü sloganlarında, silahlı kuvvetlerin korku merkezli caydırıcılığında, kurumların insan tekini hiçe sayan gözü kapalı mutlakçılığında arayan tipler çoğunlukta çünkü... Böylesi tiplerin ürettiği ortamlar için en uygun nitelik, gayr-ı insanî olmalarıdır: Birleştiriciliğe karşı dışlayıcılığı, çeşitliliğe karşı tektipliği, çok merkezliliğe karşı tek boyutluluğu getirmek isteyen, bunun kavgasını veren her oluşum gayr-ı insanîdir. Dünyayı yegane değer kabul edip çizgisel zamana mutlakmışçasına yaslanan, gördüğünden ve ölçtüğünden öte bir gerçeklik tanımayan, madde seviyesinde kendini boğmuş bir insanlık: Bu yüzden sadece dünyada yaşayan, sadece maddî ilişkiler ağına yatırım yapan, ihtiyaçlar ekseninden tüketim eksenine doğru savrulmuş, sayıların, puanların ve oranların egemenliğinde el yordamıyla yol alan, madde merkezlilikten ötürü dili ifadesizleşen, kavramları boşlaşan, idealleri kayıp, değerleri kof, üslupları sahte bir insanlık durumu. Her gün her yerde, siyaset sahnesinde, akademik kurumlarda, medya organlarında bu hali haykıran bir gayr-ı insanîlik...

Peki nasıl oluyor da bu hale düşüyoruz? Ne tür bir hengamedir ki bu küremizi esir edebiliyor? Tarih bilgimizi ve sosyal bilincimizi, hamasetin geçici ve seviyesiz çağrışımlarıyla değil de felsefede karşılık bulan kalıcı prensiplerle irtibatlandırırsak eğer, akıp giden ve bizi de sürükleyen zaman içerisinde ne olup ne bittiğinin ayırdına varabiliriz. İnsan anlamak zorundadır her şeyden önce. Yaşadığımız dünyayı anlamak, soylu bir çabadır, kendinden bir değerdir: Günübirlik olana saplanıp kalmamak, ilk anda gözükenle yetinmemek, insanlığı var olmanın sonsuzluğu içerisinde bulmak, benliği kendi darlığından kurtarıp ona nefes aldırmak... Anlama çabası böyle bir şey. İnsan, olup bitene anlam verdikçe kendini bulur çünkü. Anlam duygusu taşıyoruz; farkında olarak veya olmayarak eşyaya anlam veriyoruz; dolayısıyla metafizik yakamızı bırakmıyor. Metafizik: Yani aklın yaslandığı prensipler, hayatın kaynak bulduğu gerçeklik, insanın ulaşabildiği bir yüksek seviye, yoksa cin-peri işleri değil. Siyaseti, ekonomiyi, sosyal duyarlılıkları ve disiplinleri, hatta tabiat bilimleri ve teknolojiyi bu uğurda dönüştürme çabası içinde olmak, en azından bu bağlamda düşünmeye çalışmak önemli. O hep dilimizde dolanan medeniyet lafı da, yaşamanın sorumluluğunu üstlenmiş ve varlığın yaslandığı prensipleri kavrayarak hayat süren insanın ortaya koyduğu bir tasavvuru anlatıyor nihayette.

Bu arayış çerçevesinde sözü Teoman Duralı’nın Çağdaş Küresel Medeniyet’ine getiriyoruz: Felsefe ile tarihin metafizik bir çerçevede buluştuğu, olayların çokluğunu sergilemek yerine olup bitenleri anlamaya odaklı müstesna bir eser. Dünyanın nasıl böyle bir hengame içine düştüğü, hangi insanî meyillerin bu hengameye katkı yaptığı üzerine yazılmış, nedenleri ortaya koyan, ön kabulleri sorgulayan ve farklı düşünme zeminlerinin varlığından dem vuran, üstelik Türkçe’de pek örneği bulunmayan bir kitap. Düşünme uğruna emekçiliği seçenler için olmazsa olmazlardan...


GENÇ'ın Yazısı.