Şehitten Geriye Kalan Vasiyet
Büyük bir umutla Ebu Ömer’e Numan’ın hayatta olup olmadığını sordum. Ebu Ömer kısa bir süre sustuktan sonra “Numan şehit oldu” dedi. Numan’la ilgili günlerdir yaşatmaya çalıştığım umut birden yok olmuş, içimden bir şeyler sanki uçurumdan aşağı düşmüştü.
Dağ başında rastladığımız Afgan köyünde yaşlı âlimin yanımıza verdiği silahlı gençlerle uzun bir süre yolculuk yaptık. Kimi zaman dağlara doğru tırmanıyor kimi zaman da vadilerden geçiyorduk. Uzaktan köylerin ışıkları görülüyor, gece sabaha doğru yaklaşırken biz yol almaya devam ediyorduk. Sonunda köyden ziyade kasabayı andıran bir yerleşim merkezinde mola verdik. Burada yaralarımızı göstereceğimiz bir doktorun evini arıyorduk. Gece sabaha dönerken doktorun evine girdik. Bizi kapıda önce doktorun yardımcıları karşıladı. Evin içindeki tüm perdeler kapalıydı ve odalar lüküsler vasıtasıyla aydınlatılıyordu. Evin içinde bizim gibi başka yaralılar da vardı. Kısa zaman içinde buranın Afgan direnişçiler tarafından bir klinik olarak kullanıldığını fark ettim. Doktorun yardımcılarının bize gösterdiği odaya girer girmez Halid ve ben kendimizi yatağa attık. Buraya gelmeden önce çatışmanın yaşandığı bölgeyi birlikte terk ettiğimiz Afgan yol arkadaşlarımızla ayrılmış, artık Halid’le baş başa kalmıştık. Halid’in gözlerinden uyku akıyordu. Ben de bir an önce uyumak istiyordum. Bulunduğumuz odanın sıcaklığı her geçen saniye biraz daha uykuya davetiye çıkarırken artık dayanamadım ve kendimi günlerdir ihtiyacım olan uykunun kollarına attım.
Afganistanlı Lokman Hekim
Ne kadar uyuduğumu hatırlamıyorum. Fakat uyandığımda odaya ancak rüyada karşılaşabileceğiniz saçları ve sakalları bembeyaz bir adam girdi. Bir ara kendi kendime “acaba rüyada mıyım?” diye bile sordum. Odadaki diğer kişilerin elbisesi, hatta sarığı bembeyaz olan bu ilginç adama duydukları saygı da gözümden kaçmadı. Daha sonra ak sakallı adamın bulunduğumuz bölgenin saygın doktorlarından biri olduğunu öğrendim. Bir süre Halid’in yaralarını inceledikten sonra gülümseyerek yanıma geldi. Ben bu sırada bir taraftan adama bakıyor diğer taraftan da içimden “kitaplarda, hikâyelerde anlatılan Lokman Hekim muhtemelen bu ilginç adamın ikizidir” diye geçiriyordum. Ak sakallı Afgan kolumu açıp omzumdaki yarayı inceledi. Sonra da bomba parçasının şimdilik bana bir zarar vermeyeceğini, fakat ilk fırsatta ameliyatla kolumdaki parçayı aldırmam gerektiğini söyledi. Ameliyatı duyunca biraz moralim bozulsa da ağır bir ameliyat olmayacağını öğrenmek beni teselli etti. Buradaki şartlar ameliyat için elverişli değildi. Bundan dolayı bir süre hayatımı kolumdaki bomba parçasıyla sürdürmek zorunda kalacaktım.
Beklenmeyen Misafir Ebu Ömer
Ak sakallı Afgan doktor odadan çıktıktan sonra Halid’le baş başa kaldık. O da ben de artık iyice kendimize gelmiş, yorgunluğumuzu üzerimizden atmıştık. Cephedeki mücahidleri merak ediyorduk. “Acaba Numan hâlâ hayatta mıydı? Başka yaralılar da var mıydı? Mücahidlerin ABD Üssü’ne attıkları füzeler işgalcilere ciddi bir zarar vermiş miydi? Bulunduğumuz yer Türk mücahidlerin bulunduğu kampa uzak mıydı? Kampa tekrar nasıl geri dönecektik?” Halid’le kendi aramızda konuşup bu sorulara cevaplar ararken odaya giren görevlilerden biri ziyaretçimiz olduğunu söyledi. İyice meraklanmıştık. Acaba misafirimiz kimdi? Bizi kendimizin bile neresi olduğunu bilmediğimiz bu dağ başında kim ziyarete gelmişti? Birkaç dakika sonra kapı tekrar açıldı ve içeriye Ebu Ömer girdi. Ebu Ömer bize bakıp tebessüm ediyor, biz de Halid’le hiç beklemediğimiz bir anda Ebu Ömer’i karşımızda görmenin şaşkınlığını yaşıyorduk.
Ve Acı Gerçek…
Ebu Ömer kapıdan içeri girer girmez yanıma doğru geldi. “Geçmiş olsun” dedikten sonra “Gazeteci, kardeşim sende de ne nasip varmış. Bazı mücahidler onlarca yıl savaşmalarına rağmen hiç yara almıyor, gazi bile olamıyorlar. Sen katıldığın ilk operasyonda yaralandın. Allah bu yaranı cennette senin için bir süse dönüştürsün ” dedi. Ebu Ömer’in yaptığı dua çok hoşuma gitmişti. Ben de yüksek sesle “inşallah” dedim. Ebu Ömer’in bu sözleri aslında mücahidlerin hayata nasıl baktıklarını, mücadele anında çektikleri zorluk ve sıkıntıları nasıl anlamlandırdıklarını özetliyordu. Ebu Ömer bir taraftan yarama bakıyor diğer taraftan da acı çekip çekmediğimi, nasıl olduğumu soruyordu. Gayet iyi olduğumu söyledim ve aklıma Numan geldi. Büyük bir umutla Ebu Ömer’e Numan’ın hayatta olup olmadığı sordum. Ebu Ömer kısa bir süre sustuktan sonra “Numan şehit oldu” dedi. Numan’la ilgili günlerdir yaşatmaya çalıştığım umut birden yok olmuş, içimden bir şeyler sanki uçurumdan aşağı düşmüştü. Ebu Ömer yaralarını kontrol etmek için Halid’in yanına geçerken ben de Veziristan’a geldiğimden beri Numan’la yaşadıklarımızı düşünüyordum. Numan’dan geriye içime oturan büyük bir acı ve birlikte yaşadığımız ve her biri artık daha da değerlenen hatıralar kalmıştı.
Çalılıklar Arasına Saklanan Ceset
Komutan Ebu Ömer kendimizi eğer iyi hissediyorsak yola çıkmak için hazırlanabileceğimizi söyledi. Kolumu çok fazla hareket ettiremediğim için yeleğimi giymem için bana yardımcı oldu. Sonra da birlikte Halid’in üstünü giydirdik. Yola çıkmak için hazırlık yaparken Ebu Ömer’e biraz da çekinerek bu sefer diğer mücahidlerin durumunu sordum. Acaba Numan’ın dışında başka şehit veya yaralı var mıydı? Sorduğum soru üzerine Ebu Ömer konuşmaya başladı: “Numan’ın dışında başka şehidimiz yok. Allah’a şükür başka yaralılarımız da yok. Mücahidler Numan’ın şehadetinin ardından cesedini getirmek için çok uğraşmışlar. Cesedinden mis gibi bir koku geliyormuş. Herkes bu kokuya şahit olmuş. Belli bir yere kadar cesedi taşıdıktan sonra bombalardan kurtulmak, daha hızlı hareket etmek için cesedi çalılıkların arasına bir yere saklamışlar. Sonra da geri dönmek için yola koyulmuşlar” Ebu Ömer bir süre durakladı. Daha sonra tekrar devam etti: “Numan çok uzun zamandır emek verdiğim iyi bir gençti. Artık Vezirilerin yerel dili olan Peştucayı bile konuşmaya başlamıştı. Onun şehadeti bizim için çok büyük bir kayıp olacak. Fakat takdiri ilahi böyleymiş, eceli buraya kadarmış. Şehadeti mübarek olsun.”
Şehidin Vasiyeti…
Kliniktekilerle vedalaşıp yola çıkmak için aşağıya inince Ebu Ömer’in yalnız olmadığını fark ettim. Yanında ona yol arkadaşlığı yapan başka Türk mücahidler de vardı. Bu Türk mücahidlerle daha önce hiç karşılaşmamıştım. Onlar Ebu Ömer’e bağlı olan başka bir kampta kalıyorlardı. Ebu Ömer ayrılacağımızı, bizim yeni bir kampa kendisinin de Numan’ın cesedini getirmek için yola çıkacağını söyledi. Ebu Ömer yanındaki birkaç mücahidle dağlara doğru yol alırken biz de diğer mücahidlerle kampa ulaşmak için arabalarımıza bindik. Her şey sanki bir film senaryosu gibiydi. Yaşadığım her şey ruh dünyamda büyük izler bırakırken Afganistan’da hayatın bambaşka bir yüzüyle karşılaşıyordum.
3-4 saatlik bir araba yolculuğunun ardından bundan sonra kalacağım Ebu Ömer’e bağlı yeni kampa ulaştık. Bu kamp diğer kampa göre çok daha büyüktü. Çoğunluğu Türk olmak üzere 50’nin üzerinde savaşçının kaldığı kampın etrafı içerisi görülmesin diye kalın duvarlarla çevrilmişti. Biz kampa girer girmez yoğun bir hareketlilik yaşanmaya başladı. Mücahidler Halid ve bana geçmiş olsun dileklerini sunuyor, her biriyle ayrı ayrı kucaklaşıyorduk. İçlerinden biri “Şehidimiz var mı?” diye sorunca “Numan şehit düştü” diye cevap verdim. Ben “Numan şehit düştü” der demez mücahidlerden biri yere düştü. Daha sonra isminin Yunus olduğunu öğreneceğim Bursalı bu mücahid Numan’ın en yakın arkadaşlarından biriydi. Aldığı acı habere dayanamamış ve bayılmıştı. Numan’ın şehadet haberi herkesi çok üzmüştü. Herkes bir tarafa çekilip gözyaşlarını saklamaya çalışıyordu. Sonra kamptaki Türk mücahidlerden biri “Arkadaşlar Numan’ın şehadetinden önce yazdığı vasiyeti okunacak, herkes mescidde toplansın” diye bağırdı. Numan’ın bir vasiyetinin olduğunu ilk kez duyuyordum. Vasiyeti aracılığıyla hepimize son bir kez bir şeyler söylemek istemişti. Herkes gibi ben de Numan’ın vasiyetini merak ediyordum. Heyecanlanmıştım. Acaba Numan’ın vasiyetinde neler yazılıydı?
Adem Özköse'ın Yazısı.