Kuşlar Uçar Senin Gönlünü Taklit İçin*
Yunus Emre Tozal
Sezai Karakoç’un “kuşlar uçar senin gönlünü taklit için” dizesini Ahmet Hocayla bütünleştirmiştim. Elinde Kuran bulunurdu bu süreçte, sanki her an açıp bakabilecek gibi tutardı Kur’an’ı ama daha bir kere Kur’an’a baktığı görülmemişti.
Kış geldi çattı. Ankara’nın kuru kara ikliminde soğuğu meşhurdur, dışardaysanız kat kat giyinseniz de soğuk iliklerinize kadar ulaşır, titretmeden bırakmaz. Kış gecelerinde kursun en üst katından gökyüzünü izlemeye bayılırdık, ne kadar soğuk olursa o kadar berrak olurdu gökyüzü… Üçüncü katta bulunan mescide çıkmamız yasaktı yasak olmasına ama geceler hafızları, hafızlar geceleri kovalardı. Birbirimize hikâyeler ve menkıbeler anlattığımız, kimi zaman güldüğümüz kim zaman cinli hikâyelerle korktuğumuz, merdivenlerden inerken Cin suresini okuyarak indiğimiz gecelerdi kış geceleri… Eğer nöbetçi Ahmet hocaya yakalanmazsak epey otururduk, hoş yakalansak da Ahmet Hoca asla kızmazdı, yanımıza kadar yaklaşır, asla okumayı bırakmadığı Kuran’ı okumaya devam eder, bu arada saatine bakar, eğer çok geç olmuşsa eliyle artık kalkmamız gerektiğini işaret ederdi; eğer saat geç değilse yanımızdan gelip geçer ezbere Kur’an okumasına devam ederdi. Ahmet Hoca, denildiğine göre bir gecede 10 cüz okur, üç günde bir muhakkak hatim yapar, özellikle geceleri kıldığı namazlarda çokça dua ederdi. O varken asla korkmazdınız, varlığı öğrencilere bir güç aşılıyordu sanki, kursu yavaş yavaş gezerek, kimi pencerelerde dışarıyı izleyerek 10 cüzü bitirirdi. Dışarıda Kur’an okuduğunda etrafında kuşların olduğunu gördüğümüzde çok etkilenirdik. Sanki kuşlarla konuşuyor, onlara dinlemeleri için Kur’an okuyordu. Yıllar sonra Sezai Karakoç’un “kuşlar uçar senin gönlünü taklit için” dizesini Ahmet Hocayla bütünleştirmiştim. Elinde Kur’an bulunurdu bu süreçte, sanki her an açıp bakabilecek gibi tutardı Kur’an’ı ama daha bir kere Kur’an’a baktığı görülmemişti.
Kış gecelerinde yaptığımız bu güzel sohbetlerde ezberlerimizin nasıl gittiğini de konuşurduk. Hemen herkes hafızlık sürecinde kimin kaçla gittiğini bilirdi, hepimiz birbirimizi takip ederdik. Kur’an-ı Kerim ortalama 600 sayfalık bir kitap, 30 cüzden oluşuyor. Her cüz, 20’şer sayfa. Hafızlık, 1. cüzün son sayfasından başlar, her cüzün son sayfası; yani 20. sayfası ezberlenerek devam edilirdi. 1. ayın sonunda tekrar 1. cüze geçilir, hem 19. sayfa ezberlenir hem de 1 ay önce ezberlenen 20. sayfa yeniden ezberlenerek Hocaya 2 sayfa ödev verilirdi. Bir çiğ (19. sayfa) bir pişmiş (20. sayfa) denirdi bu yönteme, böylelikle daha önce ezberlenen 20. sayfalar tekrar edilmiş olunurdu... Bu kurala göre her öğrencinin 20 ayda hafız olması beklenir öyle değil mi? İşte film burada kopuyor, öğrenci ezbere ne kadar yatkınsa o kadar erken bitirirdi normali 20 aylık süren bu kutlu süreci… Örneğin öğrenci ezberlemeye yatkınsa 3. ay 3 çiğ 2 pişmiş alabilir. Yani 3. ayın başında ilk gün 1. cüzün son 2 sayfası (19-20) pişmiş, 16-17-18. sayfaları da çiğ sayfa olarak toplamda 5 sayfa ödev verir, 3. 3’le gitmesi gerekirken; her cüzden 5’er sayfa ezber vererek hafızlık süresi kısaltılırdı.
Yine bir kış gecesi mescitte muhabbet halinde uzanmış, çekirdek çitleyerek gökyüzünü izlerken, hepimiz Yunus’un yarınki alacağı çiğ sayısına takıldık. Yunus, ezberi kuvvetli bir arkadaşımızdı. Kursa İstanbul’dan gelmişti. 3 haftalık izinlerde Ankara’da dedesi ve dayısında kalır, yıllık tatillerde ailesinin yanına giderdi. Babası öğretmendi, en çok annesi ve dedesi istermiş hafız olmasını, bu yüzden hafızlığa özel bir ilgisi vardı. Kursa bu kadar zorlukla ve kendi isteğiyle geldiğinin bilincindeymiş gibi, ödevini günü gününe yapardı. Akrabaları gömlekçilik yaptığından, uzun tatil dönüşlerinde Hocalara gömlek hediye ederdi. Uzun zamandır kurs müdürlüğünü yürüten Ekrem Hocanın öğrencilerindendi, hafızlığa Ekrem Hocada başlamış, sınıfında birinci olarak hep dikkat çekmişti. Ekrem Hocanın yaş haddinden ötürü emekliliğe ayrılıp kurstan ayrılışıyla sınıfı Muammer Hoca ile Mustafa Hoca paylaştı. Yunus’la beraber birkaç öğrenciyi Muammer Hocamız kendi sınıfına alırken, kalan öğrencilerin çoğu Mustafa Hocanın sınıfına geçti. Yunus ilk geldiğinde 5’le gidiyordu. Hafızlığının ilk ayında her cüzün 20. sayfasını ezberlemiş, ikinci ayında 2 ile üçüncü ayında 3’le ilerlemiş. 4. ayında 3 pişmiş 2 çiğ alarak 5 sayfa ödev vermeye başlamış. Bizim sınıfa yani Muammer Hocanın sınıfına geldiğinde 10. cüzdeydi, 5 sayfa ödevi bittiği gecesi burada, Yunus’un kaçla gitmesi gerektiğini üzerine konuşuyorduk. Çoğu arkadaşımız 7’yle devam etmesinin (5 pişmiş 2 çiğ) daha kuvvetli bir şekilde ilerleyeceğini söylese de, Yunus 8 almak istediğini, 3 çiğ alarak hafızlığı daha kısa sürede tamamlamanın hayalini kuruyordu.
Ertesi gün kursta hiç unutamayacağımız bir ân yaşadık. Bu ânı anlatmadan önce ödev verme sistemimizden bahsetmem gerek. Ders verdikten sonra her öğrenci, ertesi günün dersinden çiğ ödevlerini yani daha önce hiç ezberlememiş sayfalarını ezberler, Hocaya okurduk. Böylece hatalarımızı görür, ertesi gün ödev verirken o hataları yapmamaya gayret ederdik. Yunus 30. cüzün son 5 sayfa ödevini verdikten sonra, Hocayla konuştu ve 8 alabileceğini belirtti. Muammer Hoca da gülümseyerek peki dedi. Yanımıza gelen Yunus, çok kısa bir sürede sırayla 1. cüzün 6. sayfasını ardından 7. sayfasını ve arkasından 8. sayfasını ezberledi ve hatasız bir şekilde Hocaya okudu. Hafızlıklarının son dönemlerinde bulunan Emre Adar ve Ahmet Ramazanoğlu adında iki arkadaşımız, Yunus’u överek gaza getirdiler ve aslında 4 çiğ sayfa alabileceğini, eğer 9. sayfayı da ezberleyerek Muammer Hocanın yanına giderse Hocanın kabul edebileceğini belirttiler. Yunus da bu övgülere inanmış olacak ki, 1. cüzün 9. sayfasını hemen ezberleyip Hocanın yanına gitti. Muammer Hoca Yunus’un 4 çiğ almasına müsaade verdiği gibi çok da sevindi. Tekrar aramıza gelen Yunus’u, Emre ve Ahmet tekrar övmeye başladı. Çok kısa sürede ezber yapabildiğini ve eğer 1. cüzün 10. sayfasını ezberleyerek Muammer Hocanın yanına giderse hem 5 çiğ alabileceğini, hem de eğer izin isterse, Hocanın henüz Çarşamba günü olmasına rağmen izin verebileceğini söylediler. İzin sistemimiz de şu şekildeydi, 3 haftada bir iki gün hafta sonu iznimiz vardı. Cuma günü dersi verdiğimiz gibi izne çıkar, Pazartesi günü öğleden önce de kursta olurduk. İzin günleri yaklaşırken bazı öğrenciler, çok çalışarak Cuma gününün ödevini Perşembeden okuyup Hocadan izin alırlar, böylece daha çok izin kullanmış olurlardı. İzne erken çıkan arkadaşlarımıza açıkçası imrenirdik, ödevleri erkenden verip izne çıkmak çok büyük bir gururdu.
Yunus’un annesi duyduğumuza göre İstanbul’dan Ankara’ya gelmişti. İzin haftasında annesini görecek olmanın heyecanı vardı Yunus’ta. Ahmet ve Emre’nin eğer 1. cüzün 10. sayfasını ezberleyerek Muammer Hocanın yanına giderse hem 5 çiğ alabileceğini, hem de eğer izin isterse, Hocanın henüz Çarşamba günü olmasına rağmen izin verebileceğini söylemesi Yunus’u tetikledi. Hemen 10. sayfayı ezberledi ve Muammer Hocanın yanına gitti. Hoca çok şaşırmış, Yunus’a emin misin diye sormuştu. Yunus’u belki de denemek isteyen Hoca, hem 5 çiğ 5 pişmiş almasına müsaade etti hem de Çarşamba gününden izne çıkabileceğini belirtti. Hepimiz şaşırdık. Kursta 5 çiğ alan kimse yoktu. Sonradan duyduğumuza göre çok eskiden bir iki hafız varmış 5 çiğ alabilen, Yunus belki annesini daha erkenden görmek isteğiyle ezberledi 10. sayfayı ama iyi ki de ezberledi. İzin dönüşü bazı cüzlerde zorlansa da günde 10 sayfa ezberini günü gününe verdi. Zaten ardından da 11, 14, 17 ve 20 alarak 4-5 ay sonra hafızlığı tamamladı. Kur’an ezberleyene tüm kâinat yardım edermiş ya, Yunus sanki hep desteklendi, biz buna şahit olduk.
*Sezai Karakoç, Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine şirinden
GENÇ'ın Yazısı.