Üniversitedesiniz; sorarsınız, neden böyle diye. Farklı fikir çocuğum, derler. Allah Allah, bu ne farklı fikirmiş kardeşim, iyi de biz nasıl anlaşacağız dersiniz kendi kendinize. Anlarsınız ki burada farklı fikirler değil, farklı benlikler konuşulmaktadır.

Küçücük bir çocuğuz. Zihnimiz saf ve hür. Kanatlanıp uçuyor her gün. Gece yatarken uzun uzun hayallere dalıyoruz. Hayallerimiz uzayın derinliklerine kadar uzanabiliyor. İnsan dimağının alabileceği kadar uzaklara.

Sonra okula başlıyoruz. Okuma yazma öğretiyorlar. Okudukça hayal dünyamızın genişleyeceğini, daha büyük hayaller kurabileceğimizi söylüyorlar. Okumak çağırmaktır, diyorlar. Okudukça yeni yeni hayalleri çağırabileceğimizi söylüyorlar.

Okulda yıllarımız ilerledikçe yeni yeni kelimeler öğreniyoruz. Gerçekten de öğrendikçe hayal gücümüzün genişlediğini fark ediyoruz. Ne kadar kelime öğrendiysek o kadar hayal kazanıyoruz.

Ortaokula geçiyoruz. Yavaş yavaş soyut düşünmelisin diyorlar. Nedenini sorunca “bilim” diyorlar. Bilimi anlayabilmen için soyut düşünme becerilerini geliştirebilmen lazım, diyorlar. Yeni bir kelime daha kazanıyoruz: Bilmekten bilim.

O kadar büyük bir şeymiş ki bilim yeryüzünde böyle bir şey şu ana kadar hiç görülmemiş. Aramızdan meraklı olanlar büyüyünce bilim adamı olmak istiyorlar. İnsanlığa yeni buluşlar kazandıracağız diyorlar. Yeni yeni şeyler keşfetmek için can atıyorlar.

Lise yıllarımız bilimin altını dolduran kelimeleri öğrenmekle geçiyor. Her bilim dalının kendisine has kelimeleri var. Bunlara da terim diyorlar. Bilmekten bilimse termekten terim mi, bilmiyoruz! İşin aslına bakarsanız bu kelimelerin zaten çoğunu bilmiyoruz. Hakkını vermek lazım, matematikte çarpma, bölme, toplama, çıkarma çok güzel kelimeler. Cuk diye anlıyoruz; ama o Türkçe nedir öyle? Dil bilgisi diye bir kelime öğreniyoruz. Çok güzel, anlaşılır. Dilbilgisinin dil bilgimizi artıracağını, doğru düşünme becerisi kazanacağımızı öğütlüyorlar. Bütün derslerin başı Türkçedir, Türkçeyi anlamazsanız hiçbir dersi anlayamazsınız, diyor Türkçe öğretmenimiz. Türkçe öğretmenimizin boş konuştuğunu anlamamız için dilbilgisini öğrenmeye başlamamız gerekiyor; çünkü dil bilgisini öğrenmemiz için gerekli olan kelimelerin içinin boş olduğunu ancak böyle anlıyoruz. Dolaylı tümleç, zarf, özne, yüklem... Aman Allahım. Anlayan beri gelsin. Hiçbirinde içeriğe dair bir ipucu yok.

Üniversiteye geçiyoruz. Hele bir de eğitim fakültesini kazanmışsak çok güzel. Öğretmen olacağız. Bütün ülkeyi aydınlatacağız. Bu arada insan nasıl aydınlanır, bilen varsa bana da söylesin! Her yere ışığımızı götüreceğiz. Yeni nesil bizlerin ellerinde şekillenecek. Tabirin caiz olduğunu düşünerek böyle bir gazla giriyoruz derslere. Üniversite demek soyut düşünce demek. Üniversite demek bilimin kalesi demek. Burada hayatınızda hiç görmediğiniz kadar çok yeni kelime görürsünüz. Üniversite kelimeler sergisidir. Size ilk öğrettikleri şey, burada farklı fikirlerin konuşulduğudur.

Ne oluyor ne bitiyor biraz deşelemeye başladığınızda, olan bitene anlam veremez olursunuz. Üniversitede konuşulan farklı fikir, aslında binlerce farklı kelime demektir. Bunlar arasındaysa hiçbir ortak bağ yoktur. Sorarsınız, neden böyle diye. Farklı fikir çocuğum, derler. Allah Allah, bu ne farklı fikirmiş kardeşim, iyi de biz nasıl anlaşacağız dersiniz kendi kendinize. Anlarsınız ki burada farklı fikirler değil, farklı benlikler konuşulmaktadır. Farklı fikirler konuşulsaydı, ayrılığa doğru değil, birliğe doğru gidilirdi. Anlaşılmamak için değil, anlaşılmak için uğraşılırdı.

Dertlenirsiniz. Bu nasıl iş dersiniz. Ülkem bunu mu hak ediyor dersiniz. Birçok şey dersiniz; ama fikrin de bir namusu var, derseniz yandınız. Üniversitede namus olmaz, üniversitede etik olur, derler. Etmekten etik mi onu ben de bilmiyorum. Anlayan bana da anlatsın bir zahmet.

Sonunda şairin şu mısralarını mırıldanırsınız: “Eyvah eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük? Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük.”


Selim Tiryakiol'ın Yazısı.