100 yıl önce Genel Görelilik Kuramı’yla olduğu gibi şimdi de kâinata bakışımızı tekrar değiştiren Eınsteın, müthiş zekâsıyla bir kez daha bilim camiasını kendine hayran bıraktı. Onun yaptığı en önemli şey hayal etmekti. İslâm âleminden de geçmişte olduğu gibi yine hayal dünyası geniş, meraklı ve bilgiye aç nesillerin yetişmesi duasıyla!..

Uzayda kütlesi olan her cisim bir çekim kuvveti uygular. Hatta elimizdeki bir top bile Dünya’ya bir çekim kuvveti uygular. Ancak topu elimizden bıraktığımızda top yere düşer. Çünkü Dünya’nın kütlesi topun kütlesinden çok çok daha büyüktür. Bu sebeple topun Dünya’ya uyguladığı çekim kuvvetinin esamesi bile okunmaz.

Newton’un kütleçekim yasasıyla beraber artık topun neden yere düştüğünü veya Dünya’nın neden Güneş’in etrafında dolandığını biliyoruz. Ancak gelişen teknolojiyle beraber icat edilen hassas ölçüm aletleri Newton’un kütleçekim yasasının açıklayamadığı şeyler tespit etmeye başladı. Newton’un yasası artık hata veriyordu. Bunlardan biri de Merkür’ün yörüngesiydi. Merkür’ün yörüngesi ufak sapmalar dolayısıyla Newton’un yasasıyla bir türlü tam olarak hesaplanamıyordu. Tâ ki Einstein denilen adam ortaya çıkana kadar.

1915 yılına gelindiğinde Albert Einstein, geliştirdiği Genel Görelilik Kuramı’yla kâinata bakışımızı tamamen değiştiriverdi! Einstein, kuramında cisimlerin kütlesi kadar uzayı büktüğünü söyledi. Tıpkı bir çarşafın üzerine konulan demir bilyenin çarşafı bükmesi gibi. Bu görüşe göre top aslında Dünya tarafından çekilmiyordu. Dünya, çevresindeki uzayı büküyor ve top da uzayda bükülen yere doğru hareket ediyordu.

Newton’un kuramı ışığın kütle çekiminden etkilenmesini de açıklayamaz. Çünkü ışık kütlesizdir ve dolayısıyla kütleli cisimlerin kütlesiz bir şeyi çekmesi beklenemez. Einstein’ın genel görelilik kuramı uzayın bükülmesiyle bunu çok rahat bir şekilde açıklar. Çünkü ışık uzayda yol aldığı için bükülen uzayla birlikte ışık da bükülür.

Einstein’ın muhteşem zekâsı yine rahat durmamış ve aklına bir soru daha takılmıştı: Acaba Güneş yok olsa biz bunu anında mı hissederiz yoksa yaklaşık 8 dakika sonra mı hissederiz? (Güneş ışığının Dünya’ya ulaşması süresi yaklaşık 8 dakikadır.)

Einstein, bu sorudan yola çıkarak oluşturduğu kuramda, kütleçekiminin dalgalar hâlinde uzaya dağıldığını ve bu dalgaların ışık hızında yayıldığı fikrini ortaya attı. Çünkü kâinattaki en uç hız ışık hızıydı.

Einstein kütleçekimsel dalgaların varlığını 1916 yılında ortaya koysa da bu dalgaların varlığını kanıtlamak o günün teknolojisiyle mümkün değildi. Ta ki Lazer Girişimölçer Kütleçekimsel Dalga Gözlemevi kurulana kadar. Kısa adı LIGO olan bu yapı, biri Livingston’da diğeri de Hanford’da bulunan iki dedektörden oluşmaktadır. İki dedektör olmasının bir sebebi iki farklı ölçüm yaparak tek bir dedektörün çevresel faktörlerden dolayı yanlış bir şey ölçmesinin önüne geçilmesi, diğer sebebi de ölçülmesi beklenen dalganın nereden geldiğinin belirlenmesiydi.

ABD’deki yapımı tamamlanan iki dedektör, 14 Eylül’de 1,3 milyar ışık yılı uzaktan önemli bir sinyal aldı. Sinyal, iki dev karadeliğin birleşirken uzayda oluşturduğu büyük kütleçekimsel dalgalara işaret ediyordu! Bu sinyal grafiğe döküldüğünde sadece düz bir çizgi olsaydı, bu durum kütleçekimsel dalgaların gözlemlenemediği anlamına gelecekti, ancak grafikteki dalgalanma kütleçekimsel dalgaların varlığını ispat ediyordu. Einstein 100 yıl sonra da olsa yine haklı çıktı!

Hiç kuşkusuz bu müthiş keşif, gökbilim tarihinde Galileo’nun teleskobu ilk kez gökcisimlerini gözlemleyecek şekilde geliştirmesinden sonraki en büyük keşiftir. Bu keşifle birlikte artık kâinatı başka yollardan da gözlemleyip, inceleyebileceğiz. Yepyeni bir fizikle karşı karşıyayız!

Her şey bir yana, bundan 100 yıl önce Genel Görelilik Kuramı’yla olduğu gibi şimdi de kâinata bakışımızı tekrar değiştiren Einstein, müthiş zekâsıyla bir kez daha bilim camiasını kendine hayran bıraktı. Onun yaptığı en önemli şey hayal etmekti. İslâm âleminden de geçmişte olduğu gibi yine hayal dünyası geniş, meraklı ve bilgiye aç nesillerin yetişmesi duasıyla!..


Muaz Erdem'ın Yazısı.