İnsanoğlu sahip oldukça mutluluğu kaybetti, daha fazlasını isterken elindekini görmedi. Afrika’da insanlar güler yüzlü; sabah okula giden çocuklar, satıcılar, şoförümüz gülümseyerek bakıyor dünyaya. Ne bir eksiğim ne de bir fazlam var onlardan...

Ayak sesimi duydukça kumsalda koşmaya başlayan uzun bacaklı yengeçler -ki bunlar toprağın derinliklerinde saklanmayı severlerdi- uçuşan yapraklar gibi dağılıyor ve sonra kumsaldaki şezlongların, kökleri dışarı fırlamış palmiyelerin, bir geline benzeyen adını bilmediğim çiçeklerin, aksamdan sahilde unutulmuş, yarısı içilmiş Hindistan cevizinin altına saklanıyorlardı. Sahile vuran mor denizyıldızı henüz ölmemişti. Avucuma aldım. Dizlerime kadar ilerledim suda, parmaklarımdan kayarken yeniden doğdu, tembel ve yorgun.

Hayatımda gördüğüm en küçük ceylan ürkek adımlarla yanıma yaklaşıp kısa bir süre bakındıktan sonra adanın içlerine doğru uzaklaştı. Ben de kızgın güneşe aldırmadan ıslak kumlarda ayak izi olmayan bir hayalet gibi bu küçük adanın etrafını bir saatte yürüdüm. Çam ağaçlarının altında yaşayan dev yengeç sadece gece yarısından sonra dışarı çıkıyor, yunuslar ise sabahın ilk saatlerinde adanın okyanusa bakan tarafından geçiyordu. Karşı kıyı, Zanzibar görülecek kadar yakın yüzülemeyecek kadar uzaktı.

Bungalova dönerken bir damla düştü elime. Hep merak ederdim gökkuşağı bulutlardan mı iner yoksa topraktan mı yükselir? Gördüğüm sadece ışığın su damlasında kırılmasıydı. Ve kararsız yağmur nazik nazik çiselerken iki gökkuşağı yan yana gelip bulutlardan yeryüzüne süzüldü.

İskelesi yok adanın. Paçalarımı kıvırıp motordan atlarken esmer çocuklar bavullarımızı ıslanmasın diye başlarında taşıyor. Köylerden geçiyoruz. Palmiyeler tozlu, yolda birkaç kambur öküz, sararmış sebze bahçeleri, Hindistan cevizi kabukları yakılmak için kümbet kümbet toplanmış. Tanzanya’da gün erken başlıyor. Öğrenciler yollara dökülmüş arabaları umursamadan yolun ortasından yürüyorlar. Pazara giden satıcılar renkli şallara sarınmış, yaşlı kadın başının üstünde bir salkım muz taşıyor, bir diğeri neredeyse kendi kadar iri siyah naylon torbaları omzuna asmış bir sağa bir sola eğile büküle ilerliyor. Çalan kornalara kulağı tıkalı. Ne bir eksiğim ne de bir fazlam var onlardan. Yaşadığım hayat sırtımda bir kambur...

Takımadaların merkezinde Stone Town’da iniyorum arabadan. Freddie Mercury’nin sesi kendi topraklarında yankılanıyor. Kulaklarıma inanamıyorum, Rock müziğin arasına sıkışmış besmeleler. Radyo ağlıyor, ben ağlıyorum.

Hayaletleri var bu şehrin. Bilekleri kavrayan zincirler hala şakırdıyor. Esmer tenler solmuş, yüzleri genç ama bakışları ihtiyar. Dünya’nın en son kapatılan köle evi boş, dehlizlerde zincir delikleri, açık arttırma yapılan yerde kocaman bir ağaç... Kırbaç sırtlarında şaklamıyor artık, sömürgecilik sinsice ilerliyor. Yüzde kırkı Müslüman yüzde kırkı Hıristiyan olan Tanzanya’nın geri kalanı hangi dini seçeceğine henüz karar verememiş. Bu konu hassas olduğundan son seçimlerde de kimseye dini sorulmamış.

House of Wonders, Sultan Barghash, tarafından törenler için yapılan bina; Arap olmasına rağmen daha çok Portekiz mimarisini anımsatıyor. 1883’te Afrika’nın en yüksek binası olarak yapılan binanın çeşmelerinden ilk defa su akmış, ilk telefon sesi duvarlarında yankılanırken elektrik ve asansörle tanışan Zanzibar’ın ilk evi yine House of Wonders olmuş. Arap Kalesi sömürge devrinden kalma. Ara sokaklar kalabalık, okyanusu seyreden balkonlar yıpranmış, tezgâhlarda maskeler, hayvan figürleri, rengârenk boncuk kolyeler... Hoş bir kadın turistlerin eline kınayla zarif desenler çiziyor. Çocuklar ayakkabısız, elleri boş ama gülümseyerek bakıyorlar etrafa. İki genç oturmuş köşede, rastalı saçlarında boncuklar. Biraz ileride eski İran hamamları. Yüksek, tahtadan, ince işlemeli kapılar çıkıyor karşıma. Bir tanesi açık. Medresede Kur’an okuyan çocukların sesi duyuluyor. Hoş bir tını, içimi ısıtan tanıdık kelimeler...

Ananas tarlasında yürüyüp zencefil çıkardım topraktan. Tarçının gövdesinden bir parça kabuk kestim ve sepetime; taze karabiberlerin, karanfillerin yanına attım. Rehber bir meyve koparıp kabuğunu kırdı. İçindeki yapışkan sıvıyla dudaklarını kırmızıya boyadı genç kızlar. Bir delikanlı palmiyelere tırmanıp ezan okudu. Gözümde üç damla yaş.

İnsanoğlu sahip oldukça mutluluğu kaybetti, daha fazlasını isterken elindekini görmedi. Afrika’da insanlar güler yüzlü; sabah okula giden çocuklar, satıcılar, şoförümüz gülümseyerek bakıyor dünyaya. Ne bir eksiğim ne de bir fazlam var onlardan...


Hande Berra'ın Yazısı.