Söylemeye çalıştığım şey şu: Bende keramet yok, Arapça’nın yapısı bu eğlenceliliğe çok uygun.

Sevgili okur, geçen ay yazımızı yetiştiremedik. Hayat kısa, şubat daha kısa! Uykucu çizerimiz Yasir Eryılmaz vesilesi ile (burada yüzünden demek gerekiyordu, ama anlatım bozukluğuna örnek vermek için böyle dedik!) Cafcaf’ı da iki güncük geciktirmiştik! Dolayısıyla şubat ayında peşrev çekmekten giremediğimiz hususa dikkatlerinizi diri tutmanız talebiyle bu sefer girmeye gayret edeceğim.

Şöyle başlayalım. Konuşurken kullandığımız kelimelerin birçoğu Arapçadan dilimize geçmiş kelimelerdir. Fakat bir Türk’e kullandığı kelimenin Türkçe olup olmadığı sorulduğunda bilgi sahibi bir cevaba ulaşmak son derece zordur.

Bu hale ve ahvale nasıl düşmüşüzdür, cemiyet olarak havale geçirmiş olmamızdan mı kaynaklanır, onu siz düşünün bulun derim!

Kelimelerini tanımamak zihnini tanımamak demektir aslında.

Arapçada üçlü kökler

Ben Arapça bilen biri değilim. İmam Hatipte okuduğumuz için Arapça öğrenemedik. Kitap sayfalarımızı hazırlayan son dönemlerin tanıdığım en genç entelektüellerinden Nedim Tan kardeşimiz gibi düz lise bitirmiş olsaydık Arapçayı biraz daha kolay öğrenirdik belki.

Bir şeyleri öğrenmemizi, kavramamızı zorlaştıran en büyük engel, o şeyi bildiğini zannetmek değil midir zaten?!

Evet, Arapça bilmiyorum, Arapça öğretmek gibi bir derdim de yok. Öğrenmek gibi bir derdim olmadı ki öğretmeye çalışayım. Ama dilimize geçen Arapça kelimeler arasında belli bir sistem olduğunu, belirli kalıplar olduğunu, o kalıpları, o sistemi az çok bildiğimde bilmediğim birçok kelimenin önüme açılacağını biliyorum.

Olay budur, derdim budur!

Şimdi “hâkim” kelimesini alalım ele. Kimileri yargıç kelimesini yerine koymaya çalışsa da hâkim kelimesi kaldırılabilmiş değil. Hatta belki de yüzde 80-yüzde 90 halk hâlâ hâkimi kullanır. Ama aklınıza hiç takılmış mıdır hâkim ile hakem’in, hekim’in, hüküm’ün, hükümet’in, ahkâm’ın, mahkûm’un, mahkeme’nin, muhakeme’nin, tahakküm’ün, mütehakkim’in, hikmet’in birbiri ile alakalı olduğu, olabileceği?

Kelimeler arası irtibatın zihnimizde kurulması!

Tüm bu kelimeler aynı kökten geliyor. Hepsinin kökünde üç ses görürüz: h-k-m!

Bu aşamadan sonra hâkim kelimesindeki anlamla biraz boğuştuğunuzda hâkim ile hakemin, hekimin, mahkûmun, muhakemenin irtibatının zihnimizde yavaş yavaş açıldığını da görmenin önü açılmıştır!

Peki bu özellik sadece hakim kelimesinde mi vardır? Hayır! Arapçadaki hemen hemen tüm kelimelerde bu özellik görülebilmektedir.

Hemen birkaç örnek daha paylaşayım.

İstimlak ne demek abi ya?!

Ben istimlâk kelimesinin ne demek olduğunu bilmezdim epeyce bir zaman. Emlak kelimesini de pek anlamazdım. Emlak dükkânlarını görürdüm, oralarda kiralık ev, satılık ev ihtiyacını insanların giderdiğini bilirdim ama neden emlak denir bilmezdim. Ta ki emlak- mülk- istimlâk- meleke- melek- melik- melike- malik- mülkiyet, milk (i beka) kelimeleri arasındaki irtibatı görene kadar. Burada da m-l-k sesleri ortaktır hepsinde. Anlam olarak da sahip olmak, yetmek, yeti gibi anlamlar mevcuttur.

Dâhiliyeye bir şekilde yolunuz düşmüştür. Ne bu dâhiliye de demişsinizdir. Belki de dememişsinizdir, bilmiyorum ama işte ben demeden duramıyorum! Sormazsam olmaz! Cevabını bulamazsam sorularımın, olmaz! Oysa müdahil olmak, duhul, müdahale, ithal (“d” “t” olmuş)

Bakalım birkaç tane daha kelimeye:

Katil

Dahil

Cahil

Zahir

İstifade

İstişare

Teneffüs

Tesettür

Teşekkür

Tereddüt

Teşehhüd

Teceddüd

Hilal

Bilal

Nihal

Siyah

Cihad

Kitab

Silah

Hicap.

Bak, bu kelimeyi unuttuk nerdeyse. İsterseniz etrafınızdaki bir gence hiç hicap edip etmediğini sorunuz, hiç mahcup olmadan aval aval bakınsın size.

Te te te!

Teklif değil Tehdit deyip İsmet Özel’in bu kitabını hatırlayıp başına “te” gelen kelimelerden bir kısmını yazalım: tecvid, teşhis, tebliğ, tekbir, tevhid, tenbih, temkin, teslim, teşkil, teşrif, teşrik, teşbih, tesbit, teslis, tedvir (tedvir nedir bilmiyorsunuz belki ama içindeki d-v-r seslerine bakarak devir ile alakalı bir kelime olduğunu çıkarabilirsiniz değil mi?

İşte bu sistemi bilmenin güzelliği bu. Anlamını hiç bilmediğin bir kelimenin üçlü kökünü bulduğunda birden çok bildiğin bir kelime karşına çıkabiliyor. Müthiş bir zihin yolculuğudur bu!

Te- gelen kelimelere devam ediyorum: Tefsir, tehcir (tehcirde hicreti görebiliyorsun değil mi okur? Muhacirdeki hicreti görebildin mi peki?) tehzib, tezhib, tertib, terkib, tercih… Böyle uzar gider.

Muhalif mücahidin mukalemesi!

Muhacir demişken bir onun kalıbından gidelim. Mücahid, müdahil, mübaşir, münafık, mukabil, münasib, misafir (müsafir miymiş acaba aslı, neden mi olmuş acep ilk hece?!)

Müşahid, mülazım, muhalif, müsait.. gider böyle.

Sonra dört heceye çıkaralım üçlü köklerimizi: muhasebe, musahebe, mücadele, mütareke, müzayede, mükaleme, müşahede, mukabele, mübadele, murakebe.

Şeddenin şiddeti!

Benzeri bir kalıptan kelimeler üşüşmüştür zihnine şimdi: Yine mü- geliyor başa ama araya başka bir ses daha giriyor: müteşebbis, mütekebbir, müteahhid, mütebessim, mütefekkir, mütedeyyin, müteveccih, müteşerrif, mütesettir… Bu kelimelerdeki sırasıyla şbs, kbr, ahd, bsm, fkr, dyn(din), vch, şrf, str üçlü köklerini buluruz. Ama bu sefer sondan önceki sessiz harfi şeddeli söylüyoruz. şedde ile şiddet arasında bir ilişkiyi yeni fark ettiysen çok da mahcup olma, bunu bilmeyen çok insan var. Sen bunu fark edebilmenin senin daha binlerce kelime arasındaki ilişkiyi fark edebileceğini gösterdiğini düşünüp bundan mutlu ol bence!

Bu kelimelerin başına i-, te-, ta- mü-, müte-, isti-, me-, ma- sesleri getirilerek dünya kadar yeni kelimelere ulaşıyorsunuz ve ulaştığınız kelimeler hep türettiğiniz kelime ile aynı anlam vadisinden yoluna devam etmektedir. Bunu göreceksin. Bu müthiş bir açılımdır bunu görebilen zihin için.

Sona getirilen -et -at, -iyet ekleri var bir de. Çok yoğun kullanırız.

Cumhuriyet, meşrutiyet, mutlakiyet, mahcubiyet, mahrumiyet, mahkûmiyet, mahbubiyet, maşukiyet.

Fazilet, rezalet, cehalet, hareket, şehadet, letafet, atalet, hamaset, vezaret, veraset, vekalet, şetaret alır başını gider bunlar.

İki hecelileri var, sondaki etlerini attığınızda kelimenin üçlü kökü ile karşılaşırsınız: dehşet, vahşet, gaflet, gayret, hasret, Fikret, himmet, hizmet, ülfet, illet, hayret, gaflet, hikmet, şirket…

Oyun gibi bir şey!

Oyun gibi bir şeydir Arapça kelimeler. Fakat nedense bu açıdan bakan olmaz mı ne! Çocuklara neden zevkli zevkli öğretilmez ki bu mevzu İmam Hatiplerde mesela.

Birinde Arap Dili bölümünde okuyan bir tanıdığa Arapça ile ilişkisini sordum, “Çok fena” dedi, “zor” dedi. Biraz yokladım, baktım, bayağı başlarda. Daha ikinci senesi olmasına rağmen. Açtım konuyu, 20 dakika. Kelimeler arasındaki büyük irtibatı, anlamını bilmediğin kelimenin başka bir kalıbındaki şeklini yakaladığında o anlamını bilmeme dediğimiz şeyin ortadan nasıl kalktığını gösterdim. Zevkle dinliyordu ve hiç böyle bir ilişkiden haberi olmadığını söyledi ve ekledi: “Hocalar böyle anlatsa hiç unutmam bile!” demişti.

Bunu ben çok iyi anlatıyorum demek için söylemedim. Onu zaten biliyorsunuz siz(!) Yılın öğretmeni unvanına layık görüldüğümü cümle âlem bilir! (Yılın öğretmeni demişken, o ödül 2008’de verilmişti; acaba bu sene başka biri kurumumuz yok mudur yılın öğretmeni seçecek? Hep İGEDER’in vermesi ayıp olur… ) Söylemeye çalıştığım şey şu: Hocada keramet yok, bu dilin yapısı bu eğlenceliliğe çok uygun.

Etli butlu kalıplar!

Devam edelim çeşitli et-li kalıplara:

Milliyet, hürriyet, zilliyet, cibilliyet, cinsiyet, illiyet, zihniyet, mensubiyet, mecburiyet, memnuniyet, meşguliyet, mahkumiyet...

Atlara binelim atlara!

Şathiyat, külliyat, fikriyat, hafriyat, İslamiyat, mevcudat, hayvanat, nebatat, insanat, bakliyat…

Böyle alıp başını gidiyor kelimeler. Biz de gidelim. Bu iki sayfa bize dar gelir.

Selam ile…


Asım Gültekin'ın Yazısı.